~Melankoli

164 10 8
                                    

  Sensizliğimin varoluşuyla yok olduğum bir güne gözlerimi açtım. Yalancı güneşin ısıtmadığı, bembeyaz papatyaların karanlığına gömüldüğüm ve en acısıda sensiz geçen ilk günümün ızdırabına bir son vermek adına her an ölmeyi diliyordum. Ne önemi var ki!? Ben zaten sensizliğin kalbime düşürdüğü korla yanıp tutuşan ve geriye kalan zavallı bir küldüm.
  Renksiz, cansız, sessiz...ve en acısıda, SENSİZ...
  Soğuk, karanlık ve ay yüzünle ruhumu aydınlatmadığın yağmurlu bir akşamda, boğazımdan geçmek bilmeyen lokmaları güçlükle yutmaya çalışırken hayalinle doyduğumu farkettim. Duvarlar sensiz ne kadar solgun! Tuvaldeki insanlar bile gülemez olmuş. Bitmek bilmeyen bu hüznümü bastırıp bürodaki büyük, deri ve bej rengindeki kanepeye yerleştim. Bir süre camdan, etrafı aydınlatan sokak lambalarına boş boş baktım. Gençlerin duvarlara yazdığı sözlere dalmışken sokağın başından iki insanın geçmiş olduğunu farkettim. İdrak edemesemde onları kıskandığım apaçık ortadaydı. Başkalarının mutluluğunu kıskanacak kadar bencil olduğum düşüncesiyle kanepeden yavaşça kalktım. Adım atacakken kalbime giren sancı yüzünden kendimi deri kanepe geri bıraktım. Çene kaslarım gülmeyi, ayaklarım yürümeyi, ellerim ise kavramayı unutmuştu. Hepsi senin yüzünden! Eksiktim. Cümleme anlam katan yüklemim yerini üç noktaya bırakmıştı. Gittikçe kapanan yorgun göz kapaklarıma esir düşüp, uyumak için yatağıma doğru ilerledim. Uyumak bile kaçışım değildi. Gözlerimi kapattığımda karşımda belirmesi onu unutamamam için kurulmuş bir tuzak gibiydi. Seni rüyamda görmek güzel. Ama karşımda görmek daha güzel...
  Kendimi yaşamdan soyutladığım ikinci günümdü. İçim zifiri karanlıkken, etrafa ışık saçan güneşe kin tutmaya başladım. Zaten gülemezdim ama içimden ağlamak bile gelmiyordu. Bütün gece gözyaşlarımla ıslattığım yorganımın altından çıkarak ağır adımlarla banyoya doğru ilerledim. Aynanın karşısına geçip bir süre kendimi süzdüm. Akan her yaşla dahada kanlanmış olan gözlerimde bir nefret belirdi. İçimdeki burukluğun intikamını almak isteyen bir his tetikledi kalbimi. Sevgim azalmış değildi ama hayal kırıklığım susmama engel oluyordu. Daldığımın farkına vararak silkelenip kendime geldim. Soğuk suları yüzüme çarpıttıktan sonra solgun duvarların eşlik ettiği antreden geçerek mutfağa gittim. Buz dolabının kapağını açmamla kapatmam bir oldu. Yoğun duyguylarım içimi bastırmaya yetmişti. Bilgin bir insanın birikmişliği vardı üzerimde. Ayaklarım adım atmamak için dirensede büroya gidip vitrindeki raftan rastgele bir kitap aldım. Şiir kitabı olduğunu anladığımda, herhangi bir sayfayı açıp okumaya başladım. Ne güzel anlatmış üstad. Benim sayfalara sığdıramadığım, ağlayarak dindiremediğim ve kelimelerle seçemediğim acıyı, hasreti, sevgiyi iki satırda kaleme almış. Oldum olası sevmişimdir Cemal Süreya'yı. Kalbime dokunan ve kendimle özdeşleştirdiğim yazıları, bu yaşıma kadar düşüncelerime yön vermişti. Kitap okumaktan da sıkılınca kanepeye öylece uzandım. Yine kendini hayallerime dahil etmişsin! Bu ılık bahar havası, yokluğunda tenime değen kar taneleri gibi soğuk. Fena mı olurdu yanımda olsaydın? Gece mavisini süsleyen yıldızların her biri için bir dilek tutardık. Belkide benim için en güzel şeyleri ifade eden o tatlı gamzene bir buse kondururdum.
  Gözlerimi açmak istemedim. Gece mavisi gözlerinin ruhuma dokunduğu, sıcak bakışlarıyla dolu hayallerimde mutluydum. Oysa ne farkeder ki gözlerim açıkmış kapalıymış? Nereye baksam onu görüyordum zaten. Uzandığım kanepeden doğrulup camdan dışarıyı izledim. Güneş tüm endamıyla göğü turuncuya boyamış, batıyordu. Baharın tatlı rüzgarı yaprakları savuruyor, sahile yakın olan evimden vapur sesleri duyuluyordu. Bütün bunlara karşılık İstanbul sensiz yaşanılası değildi. Ve bir zil sesi. Şu kısacık süreçte o kadar alışmıştım ki sessizliğin mahkümu olmaya...Dağınık saçlarıma ve kanlanmış gözlerime aldırmadan antrenin sonundaki kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açmamla birlikte duyularım işlevini yitirmiş oldu. Hem acıyı iliklerime nakış nakış işleyen hem de baharı andıran bakışlarıyla hayatıma anlam kazandıran kişi tam karşımdaydı. Onsuzluğun bedelini ödediğime göre, neydi hayatımdaki yeri? Sararmış sayfalarımdaki kara bir leke mi? Yoksa mutluluğum ardındaki tebessüm mü? Karşıma çıkması henüz hazmedemediğim duygularımı kamçılamıştı. Sessizliği bozan o oldu.
"Derin?"
Yaşattığı acılar dilimde sıralansada dudaklarım birbirine kenetlenmiş, konuşmamam için direniyordu. Ve bir damla gözyaşı...Tam bir şey söyleyecekken çenem titremeye başladı. Çenemin titremesine aldırmadan elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken, güçlü kolların beni sardığını hissettim. Geriye bir adım hamle yapacakken beni kendine daha çok bastırdı. Direnmeye gücüm kalmadı ve sessiz gözyaşlarım, yerini bitmek bilmeyen hıçkırıklara bıraktı.
  Sakinleştiğimde yavaşça geri çekildim. Bir kez daha gözlerinde kaybolmaktan korkup bakışlarımı kaçırdım. Yüzünde hiçbir duygu belirtisi olmasada, buğulanmış gözleri onu ele veriyordu. Duygularını sabote etmekte oldukça başarılıydı. Yine ilk konuşan o oldu.
"Derin?"
"Neden?" diye sordum. Kendini tutmakta zorlanıyor gibiydi.
"Ağla." dedim. Tepkisiz kalıp, sessizliğin dakikalara yayılmasına izin verdi.
"Ağla!" diye bağırdım. Kalbinden gelen yaşın, gözünden aktığı gerçeği ayrıntılarda saklıydı. Kendini tutmayı bırakmış, buğulu gözlerinden masumluk akıyordu.
"Kalbime batırdığın her iğne için, hayalini kurarken hayatından çıkarttığın için, en çokta döktüğüm yaşlar için senden nefret ediyorum!" diye bağırıp kapıyı yüzüne kapattım. Ne yapmıştım ben? Onu tekrar kaybetmek, bütün hayat bağlarımı kopartmakla eşdeğerdi. Yalın ayaklarımın, bahardan mahrum kalmış soğuk fayanslara basmasına tereddüt etmeden kapıyı açtım. Vicdanıma hançer gibi saplanan görüntü, ölmekten beter etmişti. Sevdiğim adam eşikte oturmuş, hıçkırıklarının kurbanı oluyordu. Yanına oturmamla, cılız kollarımın güçlü bedenini sarması bir oldu. Acının her halini hazmetsemde, ondan nefret ettiğim itirafı savunmasız anımda dudaklarımdan dökülen bir yalandan ibaretti. Yüzünü ellerim arasına alıp,
"Savunmasızlığım, intikama bürünmüş gözlerimdeki ateşi daha da alevlendirdi. Bir yalan, binlerce parçaya bölünüp gözlerinden aktıkça kendimden nefret ediyorum."
Nefes aldım ve
"Çünkü ben seni..." derken başımı, sevgisiyle ıslattığı göğsüne yasladı. Kokusu ne kadar ciğerlerimde tutuklu kaldı bilmesemde, tek bildiğim gözlerinin mahzeninde hapsolduğumdu.

Mavi GülüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin