~İşte Başlıyoruz

100 6 0
                                    

Kalbimdeki gölgenin yavaş yavaş kalktığı bir güne başladım. Duygularım, kendimi ifade edemeyecek kadar karışık olsada gözlerimdeki ışığın güneşe meydan okuması mutluluğumun en açık belirtisiydi. Uyku sersemliğimi atınca doğrulup, temiz bahar havasının ciğerlerimdeki kara dumanı dağıtmasına izin verdim. Bu zamana kadar biriktirdiğim gözyaşlarımın, soğuk sulara karışıp ruhumu arındırması adına kendimi banyoya attım. Rutin haline gelmiş alışkanlığımla yine aynanın karşısına geçtim. İstemsiz bir tebessüm kapladı yüzümü. Evet, bir zamanlar ateşe verdiği kalbim hala yanık izleriyle doluydu. Belki sızısı dinebilirdi ama izi kalacağıysa en acı gerçeğimdi. Yeni bir günü geçmişin karanlığına boğmak istemediğimden bir an önce duşa girdim. Bahara alışmış tenim, soğuk su karşısında ölmek üzere olan bir kuşun ciyaklaması gibi tepki göstermişti. Banyodan çıktıktan sonra telaşlı adımlarla odama doğru ilerledim. Retro takımım bile o an gözüme modern geldi. Saçlarımı kuruturken onu düşünmeye başladım. Gelişi, zifiri demirlerim ardına sızan gün ışığı gibiydi. Onun yanındayken kalbimin ritmi değişiyor, en güzel notaların tınısı yorgun bedenime can katıyordu. Ve günün ilk zili. Onun geldiği düşüncesine kapılıp heyecanla kapıya yönelirken, karşımda gördüğüm kişiyle şaşkınlığım katlanmaya devam etti.
Kapıda on saniyelik duruşum ardından boynumu bir çift kol sardı. Birkaç dakika öylece kaldıktan sonra ayrıldık.
"Adel? Erken döndün, bir problem mi var?" diye sordum.
"Hayır, sadece planlar değişti. Detayları sonra veririm. 11 saat yolculuk yaptım. Böyle mi karşılıyorsun? Açım ben!" diye tavrını koyarak mutfağa geçti.
Adel, benim ortaokuldan beri en iyi dostumdur. Aynı lisede okumamızın yanı sıra üniversitelerimizi aynı şehirden kazanıp, birlikte ev tutmuştuk. Minyon tipli, sevimli bir kızdı. Küçükken dikkatimi çeken ilk şey ise bal rengi gözleriydi.
"Kızım gelsene ya!"
Bir süre sessizlikle dost olduğumdan Adel'in tiz cırlaması kulaklarımda yankılandı. Onları daha fazla yıpratmak istemediğim için mutfağa gittim. Gözü dönmüş bir şekilde sandeviçinin arasına ne bulursa koyuyordu.
"Ne var bunun içinde?" diye sordum.
"Salam, vişne reçeli, kaşar, turşu." dediğinde,
"Bir beni koymamışsın." diyerek takıldım ona. Fazla yadırgamayışımın sebebi, benimde en az onun kadar midesiz olmamdı. Tıka basa doldurduğu yanaklarıyla sincaba benzerken ismimi telaffuz etti.
"Derin?"
"Efendim"
"Antidepresanlarını aksatmıyorsun değil mi?" diye sorduğunda far görmüş tavşan gibi kalıp kendimi ele verdim. Yarım saatlik çemkirmesinin ardından valize teptiği kıyafetlerini aynı özenle gardrobuna tepip büroya geçtik. Büyük kanepeye geçip tam karşımda bağdaş kurmuş bir pozisyonda gözlerimin içine bakıyordu.
"Ne?" deyip almaz almaz bakmaya başladım.
"Ne ne? Anlat." deyince bakışlarımdan taviz vermeden,
"Neyi?" diye sordum.
"Ben yokken ne olduysa?" bir şey olmadı ayaklarına yatsamda beni iyi tanıyordu. Okyanus'la sorunlarımız olduğunu biliyordu ve sorusunun altında yatan konu buydu. Ailesinin yanına, Muğla'ya gittiğinden beri telefonlarını açmamış, kısa mesajlarla geçiştirmiştim. Tok ve kesin bir sesle,
"Dinliyorum." dedi. İç çekip anlatmaya başladım.

Mavi GülüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin