Bölüm 8

2.5K 254 7
                                    

Ella mektubu yere attığında artık kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım. Yerdeki kağıt parçasını aldığım gibi annemle babamın yüzlerine bakmadan merdivenlerden koşarak çıktım ve kendimi odama kapatıp kapıyı kilitledim. Öfkeden deliye dönmüş bir halde elimdeki kağıdı parçara ayırıp avucunda topladığım kırıntılarını etrafa saçtım.

Keşke, keşke böyle bir mektubu asla yazmasaydım. Ablamın bu kadar ileri gideceğini asla düşünmemiştim. Ben onun odasından içeri bile girmezken o benim kıyafetlerimin arasına sakladığım şeyi bulmuştu. Kendimi yatağın üzerine bırakıp ağlamaya devam ettim. İyiki William odada değildi. Eğer ablam ona bu mektuptan bahsedecek olursa yemin ederim onu öldürürdüm. Tanrım, annemle babamın yüzüne bir daha nasıl bakacağımı bilmiyordum.

"Aptal Alice," dedim kendime. "Aptal, aptal, aptal. Herkesin gözü önünde küçük düştün."

Göz kapaklarının insanlığa verilmiş en büyük lütuflardan biri olduğunu düşündüm. Gözlerinizi kapattığınızda dünyayı görmek zorunda olmuyordunuz. Başımı her zaman yıkandığım şampuanın kokusunun üzerine sindiği yastığıma gömmüş, kendi hıçkırıklarım bana bile öfkeli gelmeye başlamıştı. Ben ailesiyle her şeyi konuşan bir kız değildim. Annemle cadılık hakkında konuşmadığım gibi, okulda yaşadığım şeyleri bile anlatmazdım. Sadece onun her zaman yapacak çok işi olurdu. Mutfakta yemek hazırlamak, bez değiştirmek, bitmek bilmeyen kirli çamaşırlarla boğuşmak gibi. Şimdi ise kendimi bütün duvarları yıkılmış, çırılçıplak kalmış hissediyordum. Eğer bana Will hakkında ne hissettiğimi sorarlarsa onlara asla cevap veremezdim. Bana kızıp kızmayacaklarını bile bilmiyordum. Daha önce onlarla böyle konular hakkında konuşan tek kişi her gün hayatımı mahvetmeye yemin etmiş Ella olurdu.

Kapı çalındığında yerimden sıçrayıp ayağa kalktım. Kimseyi görmek istemediğimden sessizce bekledim. Belki her kim geldiyse konuşmak istemediğimi anlayınca çekip giderdi. Ama sessizliğimi korusam da kapı ısrarla çalmaya devam etti.

Kapının ardındaki ses "Alice," dediğinde gelenin babam olduğunu anladım ve vücudumdaki bütün kan beynime hücum etti.

Ürkek adımlarla gidip kapıyı açtım ve kenara çekildim. Bakışlarım yere sabitlenmiş, ağladığım için burnum akmaya başlamıştı. Yanımda peçete olmadığından burnumu koluma sildim. Beni bu duruma düşürdüğü için Ella'dan nefret ediyordum.

Babam ne yaptığımı görmüş olacak gülümseyerek "Bu tam da Tommy'nin yapacağı bir hareket," dedi.

Sonunda ona bakmaya cesaret ettiğimde kızgın gibi durmuyordu. Kendimi her şeye hazırlamıştım. Gülümsemeye devam eden bir yüz hariç.

"Yanıma gel," dedi babam yatağımın ucuna oturarak. Masanın yanında duran tahta sandalyeyi çekip karşısına oturdum.

"Üzgünüm, tatlım. Ella, mektubu okumaya başlamadan onu durdurmalıydım ama elindekinin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Her zamanki kız kavgalarınızdan biri sandım ve açıkçası müdahale etmek istemedim."

En sonunda ben de gülümsedim ve küçük bir çocuk gibi şikayete başladım.

"Ella'nın elbiselerimi çalıp giyilemeyecek hale getirmesinin bir önemi yok baba. Tommy'nin odama sakladığım çikolatarı yemesinin, oğlanlarının boya kalemlerimi kırıp kitaplarımı resim defteri olarak kullanmasının da. Sadece bunu yapması..."

"Haklısın, ablanın sana ait olan bir şeyi böyle gizlice alıp herkesin içinde okuması gerçekten berbat bir durum. Senin yerinde olmak istemezdim. Yani kim ister ki tüm o duyguların ortaya serilmesi. Tanrım, ne kadar utanç verici."

Ben tekrar ağlamaya başladığımda babam kahkaha atarak "Şaka yapıyorum, şaka yapıyorum," dedi.

Gülme ve ağlama arası karışık bir ses çıkardım.

"Bak, annen Ella'yla konuştu. Daha doğrusu onu tehdit etti. Bir daha sana ait olan bir şeyi izinsiz alırsa ona düğününde o çok istediği büyükanne mücevherini hediye etmeyeceğiz."

"Gözü korkmuş olmalı," dedim bu sefer gerçekten sırıtarak. Ablam bir dizi mücevher için canını bile verirdi.

"Evet, öyle oldu. Diğer konu hakkında ben konuşmayacağım çünkü ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Bu yüzden bu işi annene bıraktım."

"Başım belada mı?"

"Anneni bilirsin tatlım. Yani evet. Sadece bu konunun aramızda kalacağını bil istedim."

Tekrar burnumu çekerek başımı salladım. Nedense babam ne zaman benimle ciddi bir mesele hakkında konuşsa kendimi onun yanında Jack'ten farksız hissederdim. Yani bir bebek gibi.

Babam tam ayağa kalkıp odadan çıkmaya hazırlanırken açık pencereden içeri bahçeden yayılan çığlıklar doldu.

İkimiz aynı anda pencereye koşarken Jack'i kucaklamış annem, oğlanlar, yardımcılar ve Sam bir şeyin etrafında toplanmışlardı. Annem çocuklara "Eve girin, eve girin," diye bağırmaya başladığı sırada babam odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başladı ve ben de koşarak onu takip ettim.

Kalabalığa doğru yaklaştığımda yerde yatan iki çift toynak dikkatimi çekti. Dudaklarımdan bir çığlık döküldüğü sırada midillimin parçalara ayrılmış kanlı bedeni hareketsiz bir şekilde öylece duruyordu.

Güneş çoktan batmıştı ve onu bu hale getiren şeyin ne olabileceği beni dehşete düşürüyordu. Birileri çığlık atmaya devam ediyordu. Kendi boğuk çığlığım diğerlerine karıştığı sırada yere oturup ağlamaya başladım. Bir çift kol bedenime sarıldı. Kim olduğunu göremeyecek kadar kendimde değildim.

Öfke, suçluluk duygusu ve acı içime dolarken kendime lanetler okuyordum. O benim atımdı, onu korumalıydım. Eve tek başına dönmesine izin vermemeli, onu bulup yerine götürmeli ve eyerini sıkı sıkıya bağlamalıydım.

Annem çocukları eve sokmaya çalışırken Sam elindeki şeyle midillimin cansız bedeninin üzerini örttü. Beni hala tutmakta olan kişinin Will olduğunu görünce şaşırıp tekrar hıçkırdım. Babam daha önce hiç  görmediğim kadar öfkeli duruyor, Sam'le bir şeyler konuşuyordu.

Will güçlü kollarıyla beni ayağa kaldırıp dik durmamı sağladı. Kendimi çok bitkin hissediyordum. Her şey üst üste gelmişti. Üstü örtülü olsa da midillimin dehşet dolu görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyordu. Midem bulanmaya başlamış, başıma feci bir ağrı saplanmıştı.

"Eve girsek iyi olur."

William'ın sesi sanki yanımda değil de çok uzaklardan geliyormuş gibi çıkıyordu. Kulaklarımdaki uğultudan olmalıydı. Başımı sallayıp bedenimi ona yasladım ve yürümeye çalıştım. Birkaç adım atmamla güçlü bir esinti burnuma kan kokusu getirdiğinde daha fazla dayanamadım ve karanlıkta gölgelere dönüşen çimlerin üzerine kustum.

Midemdekilerin hepsini zavallı çimlere çıkardığımda ağzımda berbat bir tat vardı. Onun gözü önünde bu hale düştüğüm için kendimden utandım ve yanaklarım kızardı. Ben yerde iki elimi destek almak için toprağa bastırırken o da saçlarımı tutmuş, gözümün önünden uzak tutmaya çalışıyordu. Dokunuşu rahatlatıcıydı. Her ne kadar rezil bir halde olsam da yanımda olduğu için kendimi sanşlı hissediyordum. Parmak uçlarının değdiği her noktam alev alev yanarken onun da aynı şeyi hissedip hissetmediğini merak ettim. Zorla da olsa yerden kalkıp yüzümü ona göstermemek için büyük çaba sarfederek yürümeye başladım. Ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu. Ben yürümeye başladığım anda yalpaladığım için tek adımda yanıma ulaşıp kollarımdan tuttu. Elleri benim ateşim çıkmış olduğu halde benimkilerden bile daha sıcaktı. Buna neden olanın ben mi yoksa biyolojik yapısı mı olduğunu merak ettim. Biraz önce gözü önünde kustuğum düşünülecek olursa ilki daha muhtemeldi. Ondan destek alarak yürümeye devam ettim. İçimde büyük bir vicdan azabı ve acıma beni ele geçirmeye devam ederken gözlerim karardı. Bilimcim kapanmadan hemen önce William'ın beni kollarına sarıp kucaklağını hatırlıyorum.

Cadı ve AvcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin