Bu rüyanın sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyordum. Will'le kendi balonumuzun içinde nefes almaya devam edemeyecek, biri çıkıp elindeki kocaman iğnesiyle birkaç günde kurduğumuz küçük dünyamızı patlatacak, beni gördüğüm en güzel rüyadan uynadıracaktı. Sadece bunu yapacak olan kişinin bir başkası olacağını sanmıştım. Ama elindeki iğneyi benim pembe rengindeki uçan balonuma yine Will'in kendisi batırdı. Bana bu balonu kendisi hediye ettiğini unutmuş olarak.
W.B benim tüm dengelerimi alt üst ediyordu. Bir insan (ya da kurtadam) hem bu kadar kendini beğenmiş olup hem de kendinden nefret edemezdi. Ama o ediyordu. Kendisiyle savaştığının farkındaydım.
Ona hayır diyeceğimi biliyordu, elbette öyle diyecektim. Onun zarar görme düşüncesine bile katlanamıyordum. Oysa o gelmiş bana bu zararı benim vermemi istiyordu. Yani ben o saçlarını keserken bile, gerçekten çok hızlı uzuyorlar, lavaboya dökülen saçlarına bakamıyorum.
Bu yüzden sorusuna cevap bile vermeyeceğimi anlatmak istediğim için başımı iki yana salladım. Öfkelenip kapının yanındaki duvara yumruk attı ve duvar birkaç santim içine çöktü. Neyse ki fazla hızlı vurmamış olacak, kolu diğer taraftan çıkmadı. Ve ben bir şey söyleyemeden pencereden atlayıp uzaklaştı. Arkasından ona bağırmak için pencereye koştuğumda geride birkaç sallanan ağaç ve uğursuz baykuş seslerinden bir şey kalmamıştı.
Duvara okulda yaptığım ve eski bir dosyanın içinde sakladığım berbat resimlerden birini asıp içine çöken kısmı gizledim. Olur da biri odama girerse evde başka bir hulk söylentisinin yayılmasını istemiyordum.
Geri dönmesini bekledim ama dönmedi. İçimden bir ses onun beni terk ettiğini falan söylüyordu. Ama o sese çenesini kapamasını söyledim ve gelmeyeceğini bile bile beklemeye devam ettim.
Bu yüzden tüm gece uyumadığım için oğlanlarla çiftlik kapısında babamın hurda arabasının karşı yolda görüneceği an çığlık atmak için gözümüzü kırpmazken neredeki ayakta uyumaya başlayacaktım. Oğlanlar tüm kahvaltı boyunca binlerce soru sormuş, hepsini sabırla yanıtlamıştım ve onlar dönüş için yola çıktıklarında, Sam söyledi çünkü babam onu aramış, biz de bahçe kapısında nöbet tutmaya başladık.
Babam ara sıra çiftlikten uzaklaşsa da annem ilk kez bizi bırakıp bir yerlere gittiği için o olmadan buralar epey ıssız gözükmüştü. Günlerdir her sabah uyandığımızda kahvaltı da omlet mi istersiniz yoksa pastırma mı, bu çamaşır makinesinin düğmeleriyle kim oynadı, televizyondaki en sevdiğim kanalı kim sildi, kirli sepetinin arasına kim ayakkabılarını attı gibi sonsuz soru yağmuruna tutulmamıştık.
Araba sonunda şehir yolunda gözükmeye başladığında, yol şehire doğru gittiği için ona bu yaratıcı ismi verdik, oğlanlar bağırmaya başladı.
"Sessiz olun," dedim hepsine birden kızarak. "Ella'nın durumu pek iyi değil. Belki sizin gürültünüzden rahatsız olabilir."
Karşılık olarak "O zaman sen de onu tekrar döversin," dediklerinde gözlerimi devirdim. Tanrım, oğlan çocukları gerçekten çok yaramaz oluyordu.
Araba çiftliğin eski tahta kapısından girip tam önümüzde durdu. Annem ön koltuktan fırlayarak hepimize sarıldı. Babamsa yüzü asık bir şekilde Ella'nın inmesine yardım ediyordu. Ella'yı gördüğümde içimde bir yerlerde ona karşı acıma duygusu aradım ama bende onun için nefretten başka şey yoktu.
Onun da bana olan hisleri benimkilerden farklı değildi. Annem yüzümü avuçlarının arasına alarak sevecen gözlerini kırpıştırdı.
"Nasılsın tatlım? Biz yokken idare edebildin mi? Oğlanlar seni çok üzmediler öyle değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cadı ve Avcı
LobisomemNot: Sayılar ön yargınız olmasın. Her şey eski bir kitapçıda yaşanan küçük bir tesadüfle başladı. Ve geleneksellikle modernliğin yüzyıllardır mücadele ettiği bir kasabada bulunan Taylor çiftliğinde sona erdi. Alice Taylor, okuduğu kitaplarda her ne...