Hava çok soğuk ve karanlıktı. Rüzgar öylesine sert öylesine hırçın esiyordu ki sanki önüne çıkan her şeyi alıp götürmek ister gibiydi. Çıkmaz sokağa girdim bir şeyden kaçıyordum ya da birinden bilemiyorum. Sokağın sonunda yerlere taşmış çöp poşetleri ve paslı bir çöp konteyneri vardı. Ruhumu karmaşık duygular kapladı. Öfke ve korku arasında gidip geliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Öfkemi kontrol edemeyip çöp poşetlerinden birine tekme attım. Poşetin içinden sızan koyu, siyah sıvı ayakkabıma bulaştı. Sırtımı duvara yaslayıp bir süre dinlendim. Etrafa bakındım, çok sessizdi. Dolunayın parlak ışığı dışında hiçbir ışık yoktu. Sokak lambalarının hepsi patlamış, yerler kırık cam parçalarıyla dolmuştu. Dolunayda tuhaf olaylar olduğunu duymuştum. Başımı hafifçe sağa çevirdim. Binayla duvar arasında yarım metre kadar boşluk vardı. Yaslandığım yerden doğruldum. O ince yola girdim.Bir süre yürüdükten sonra yol şehir parkına çıkmıştı. Kuş bile uçmuyordu. Ayaklarım kilitlenmiş parka doğru yürüyordum. Parkın merkezinde daire şeklinde dizilmiş boyu iki metreye yakın, yedi heykel vardı. Bir heykelin yüzündeki ifade nasıl bu kadar gerçekçi ve acı dolu olur diye sordum kendime. Gözlerinde koyu, kırmızı bir sıvı birikintisi vardı. Halkanın kalbine geldiğimde bir rüzgar esti. Arkamda bir kıpırtı hissettim. Burnum ve kulaklarım buz gibi olmuş ancak yüzümün çevresi ateş gibiydi. Dudaklarım sonbaharda kırılan yapraklar kadar cansız ve kuruydu. Derin bir nefes aldım. Arkamda beni ne bekliyordu ve ne olacaktı bilemezken habersizce arkamı döndüm. Kimse yoktu. Bir soğukluk hissettim. Simsiyah büyük bir duman gördüm. Sanki bir karaltı beni izliyordu. Bir anda heykelleri zangır zangır titreten bir çığlık duydum. Bomboş sokaklarda yankılanan bu çığlık insanın kulağını sağır edecek kadar kuvvetli ve aynı bedende yaşayan iki ruh kadar tanıdıktı bana. Kulaklarımı kapattım. Dayanmaya çalışıyordum ama tek yaptığım olduğum yere yığılmaktı. Bayılmak üzereydim sonra çığlık kesildi. Kulağım ağrıyordu. Ellerimi kulaklarımdan çektiğimde ilk önce elimdeki kanı fark ettim daha sonraysa sol kulağımın duymadığını. Yığıldığım yerden kalkamıyordum. Bacaklarım felç geçirmiş gibi kıpırdamıyordu. Ellerimle yerden destek alarak kalkmaya çalıştım. Gücüm yavaş yavaş yerine geliyordu. Zorlukla ayağa kalktım. Sokağın birine daldım. Bir karaltı beni izliyordu. Caddeye çıkan en kısa yola yöneldim. Ben yürüdükçe yol benim gözümde daha da uzuyordu sanki. Nihayet caddenin ışıkları göründü. O an kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissetmiştim ancak o kadar uzun sürmedi.
Kalabalığın içine doğru ilerledim. Ne kadar çabalasam da ne konuştular ne de bana baktılar. Sanki herkes hipnoz edilmiş gibi, ayakta yürüyor ancak birbirleriyle göz teması kurmuyor ve konuşmuyorlardı. Sonra onu gördüm. Oradaki herkesten farklı bir sima. Zayıf, beyaz tenli, benim boylarımda, kahve rengi gözlere sahip bir çocuktu. Endişeli görünüyordu. Birden gözlerini bana yöneltti. O anda kimsenin tadamayacağı bir şeyi yaşadım. Gözlerime bakmasıyla tüm geçmişini gösterdi bana. Gözlerinde hayatının nasıl ellerinin arasından kayıp gittiğini, ailesini nasıl kaybettiğini nasıl acı çektiğini gördüm. Onun gözlerinde ölümü gördüm. Kendini kaybolmuş hissediyordu. Birdenbire irkildim. Yanına yaklaşırken fark ettim. Yüzü kireç gibi beyazdı.
"Hey! Bakar mısın?" korktuğumu belli etmemek için sesimi her zamankinden daha da kalın çıkarmaya çalıştım. "Buradaki insanların sorunu ne? Neler döndüğünü biliyor musun?" beni takmamıştı bile. Bana bakmıyordu "Dinle. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum tamam mı? Tek istediğim evime dönmek. Burası neresi biliyor musun?" arkasını döndü ve sendeleyen adımlarla uzaklaşmaya başladı. "Bekle! Bana yardım etmelisin!" tüm bu dil döküşlerim boşunaydı. Bir şey yapmam gerekiyordu. O buradaki tek normal insandı, benim dışımda. Dığer yandan gitmesini de istemiyordum. O varken bu dünya daha güvenliydi sanki. Birbirimize benziyorduk. Ve beni evde hissettiriyordu. Onu durdurmalıydım ama nasıl yapacağım konusu biraz tartışılırdı. "Bizim kaderimiz aynı!" bu son cümlem onu durdurmaya yetmişti. Bense artık kendimi kaybetmiştim. "Öylece sırtını dönüp gidemezsin!Bizim kaderimiz aynı! Gözlerinde gördüm. Sen her ne yaşadıysan bende aynısını yaşadım!" bana döndü ve korku dolu bir yüzle bağırdı "Çünkü sen benim ikizimsin!"
Meraba arkadaşlar. Bu benim ilk hikayem. Aslında temeli daha 13 yaşlarındayken yazılmış bi hikayeydi bende bangtana uyarlamak istedim. Bu hikaye bitince de farklı bi hikayeye başlamak istiyorum. Lutfen destek olun. Umarım beğenirsiniz.