◐ Sekizinci Bölüm.

935 112 95
                                    

Sabah, Soo bana görünmeden ayrılmıştı evden. Şimdi, tek başıma bu evdeki hapis hayatımı sürdürüyordum. Aslında, başıma gelen her şeyi hak ediyordum.

Belki de bu kadar koyu bir muhalif olmasaydım hayatımı daha iyi bir şekilde yürütebilirdim.

Yine de bu düşünce bile beni zorluyordu işte. Kalbim sıkışmaya başlamıştı . Adaletsizlik ve zulüm beni böyle kamçılamalıydı. Korkmamalıydım...

Soo sözlerinde haklıydı. Diğer tanrılar gibi değildi. En azından bana yaklaşımı öyle değildi. Ona itaat etmemi beklemiyor, benim düşüncelerimi dinleme zahmetinde bulunuyordu. Beni evinde hapis ediyordu. Daha ne kadar kibar olabilirdi ki? 

Beyaz döşenmiş mutfağa doğru adımladım. Buzdolabından çıkarttığım elmaları doğrayıp televizyonun başına gittim. Rahat kanepenin üzerinde kendimi dinlendirirken televizyonun tanrılar kanalı dışında hiçbir yeri çekmediğini unutmuştum. Sinirle soluduğum sırada anahtar sesi duymuştum. Soo'nun erken geldiğini düşünerek hevesle kapıya doğru koşturdum.

Karşımda gördüğüm kişi tanımadığım biriydi. Uzun bir süre vücudumu ve yüzümü bakışlarıyla ezdi. Simsiyah takım elbisesi giymişti. Öyle ki gömleği bile siyahtı. Hiçbir mimik barındırmayan suratı, kodesin duvarları gibi soğuk ve pütürlüydü. 

Pahalı olduğu belli olan ayakkabıları tok zeminde ses çıkartırken yavaş adımlar atmaya başladı. Saçları yukarıya doğru kaldırılmıştı. Yüzüne dikkatle bakınca.... Bu, Savaş Tanrısıydı!

Onu sadece televiyonlarda gördüğüm için onu çıkartamamıştım. Bana yaklaştığı sırada onun surat şeklinden kim olduğunu anlayabilmiştim. Dün yaptığım ufak oyunu hatırlayınca geri geri yürümeye başladım.

'' Akıllı olduğunu mu sanıyorsun? Soo sadece bana söylemişti bu evde kaldığını. Ben de buraya adam göndermediğime göre senin hayal gücün fazla gelişmiş olmalı. ''

Söyleyebilecek hiçbir kelime bulamıyordum. Sırtım duvarla birleştiği sırada alaylı bir kahkaha attı.

'' Çok yazık. Muhaliflerin korkusuz olduğunu sanırdım. ''

Sözleri oldukça tahrik ediciydi. Onunla göz teması kurmaya çalıştım.

'' Burada yaptıklarımız için hesap vereceksek bunu yapması gereken kişiler siz tanrılardır. ''

Yanıma yaklaştığında o erkeksi kokuyu almıştım. Çok fazla tanrı ile münasebet kuruyordum ve bu hiç iyi değildi.

'' Ben Soo'ya benzemem. ''

Sadece dik bakışlarımı onunla buluşturmaya devam ediyordum. Kapadığı mesafeden güç alarak ellerini boynumda birleştirdi. Boğazımı sıkarken gözlerim yaşla dolmuştu ve nefes alamıyordum. Bırakması için ona yalvarmayacaktım.

'' Yaşaman için yalvar, seni aptal küçük muhalif. ''

Hiçbir şey söylemezken boğazımın yandığını hissedebiliyordum. Duvarın kenarına çökebildim sadece. 

'' Size hiçbir şey için yalvarmayacağım. ''

Kelimelerim zar zor çıkarken dudaklarımdan o  gülümsemesini hiç bozmadı. Benimle alay ediyordu. Güce sahip olan kişilerin hep yaptığını yapıyordu kısacası.

'' Yazık olacak. Bir elin parmağını geçmeyen muhaliflerden bir tanesi daha azalacak. ''

Boğazımdaki elleri daha da sıkılaşırken gözlerimi yumdum.

'' B-bir g-gün, h-hepsi küllerinden doğacak. ''

'' Kwon Ji Yong. Bırak onu! ''

Gözlerimi yumduğum, diğer dünyaya gideceğimi sandığım anda yeniden Kyungsoo'yu gördüm. Savaş Tanrısı'nın açık bıraktığı kapıdan içeri rahatça girmiş olmalıydı. Ne kadar süredir buradaydı bilmiyordum. 

Ji Yong alaylı sırıtışını hiç bozmadan beni bıraktı ve Soo'ya doğru yürüdü.

'' Oyuncağınla iyi eğlendik, Soo. ''

Kelimeleri, duruşu... Ses tonu! Her şeyi ile beni sinir ediyordu.

'' Kimsenin oyuncağı değilim ben. ''

Bana doğru baktı ve gülümsedi.

'' Göreceğiz. İleride kimin oyuncağı olduğunu, göreceğiz... ''

Ji Yong, gürültüyle kapıyı kapattığında Soo bana doğru adımladı. Yüzündeki hayal kırıklığını görebiliyordum. Dün onu kandırdığım için bana kızmış olmalıydı. 

'' Ö-özür dilerim. ''

Bana doğru geleceğini sanmıştım ama kanepeye doğru uzandı. Beni görmezden geliyordu. Neden bilmiyordum, canım acımıştı sanki. Takım elbiseleri üzerindeyken uzandı kanepeye... Gerçekten de yorgun olmalıydı. Gözlerini yumdu ve elinin yardımıyla saçlarını karıştırmaya başladı.

'' Bir gün hepsi küllerinden doğacak... Sözlerin midemi bulandırıyor. ''

Soo, Ji Yong'a söylediklerimi duymuş olmalıydı. Bunlarla beni vurmaya çalışması acıtmıştı. Sindiğim duvar dibinden kalktığımda kötü gözüktüğüme emindim. Görünüşümü ona göstermemeye yemin ettim ve merdivenlere doğru ilerledim.

'' Biliyor musun? Bir gün tek tek tüm muhalifleri yakalayacağım. En çok da senin idamını zevkle izleyeceğim. ''

Bugün, kelimeleriyle beni öldürmeye yemin etmiş gibiydi. Onu kandırmıştım. Haklıydı. Yine de ağır konuşuyordu...

'' Özür dilerim. ''

'' Ne için? Dün bir aptal gibi sana inandığım için mi? Dünyanın en adil insanını en dürüst kişisi sanardım. Bundan sonra sana davranışlarım asla eskisi gibi olmayacak. Ben, senin için Adalet Tanrısından başka hiçbir şey değilim. Bir daha bana Soo ya da Kyungsoo diye seslenirsen, seni Tanrılar Muhafızlarına emanet ederim. Başına gelenler umurumda bile olmaz. ''

Soğuk çıkan sesi, sanki göğüs kafesime baskı uyguluyordu. Onu böylesine kışkırttığım için suçlulardan biri de bendim. 

'' Özür dilerim. ''

Kyungsoo, kanepesinde doğruldu ve başını ovalamaya başladı. Benimle ilgilenmiyor benim olduğum tarafa bakmıyordu bile.

'' O iğrenç sesini duymak istemiyorum. ''

Gururumu ayaklarımın altına ilk kez alacaktım. En azından kendimi açıklayana kadar... Bundan sonra asla taviz göstermeyecektim.

'' Bana davranışlarından güç alıp sana saygısızca davrandığım için özür dilerim Tanrım. Bir daha saygısızlık yapmayacağım. ''

O an için, saniyelik de olsa gözlerini benimle buluşturdu Soo. Ne düşündüğünü, neler  hissettiğini anlayamıyordum. Bakışları beni suçlu hissettiriyordu. Dolgun dudakları hep tanrı olduğunu belirtircesine yukarıya doğru kalkmalı ve mutluluğu barındırmalıydı.

Pişmandım. 

Onu böylesine hayal kırıklığına uğrattığım için pişmandım.


Y/N: Bu hikayeyi aslında çok seviyorum. Ama neden hep yazmayı unutuyorum bilmiyorum... Yine çok beklettim sizi.

Hepinizi öpüyorum... Sabırla bekleyen, hala okuyan kişiler varsa :)


DO Kyungsoo OC︱Adalet.  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin