Selam gençler! Yeni bölümle karşınızdayım. Yorum yapar ve vote verirseniz çok mutlu olurum. Düşüncelerinizi gerçekten merak ediyorum. Onlara göre hikayeye yön vereceğim. Lütfen benimle paylaşın. İyi okumalar xx.
"Luke!" dedim elimden geldiğince kısık bir sesle. "O kağıtları bir tarafıda so-" "Hey, düzgün konuş!" diyerek Ashton sözümü kesti. Tanrım, bu çocuk neden böyleydi? Bıkkın bir ifadeyle tahtaya anlamadığım dilden birşeyler karalayan matematik öğretmenime baktım.
Bayan Grey.
O kadından-gülmeyin-korkuyordum. Bu konuda ciddiyim. Onun iliklerime kadar titrememe neden olan bakışları... Düşünmek bile istemiyordum. Ürkütücü!
"Yeter artık şu kağıtları atmayı kes gerizekalı!" dememle, ellerimle ağzımı kapatmam saniyeler içinde gerçekleşmişti. Galiba,pardon, KESİNLİKLE, sesim planladığımdan çok daha yüksek çıkmıştı. Tüm sınıf, özellikle de Ashton, gözlerinini pörtletmiş bana bakıyordu. Ama onlar umrumda değildi. Tek düşündüğüm şey, üzerimde hissettiğim Bayan Grey'in bakışlarıydı.
***
Önümde duran, kalın matematik kitabına baktım. Kapağı açık öylece duruyordu. "Çöz beni ahmak, ne duruyorsun?" diye yakınıyor gibiydi. Kaşlarımı çatarak " Tam adamına söyledin." bakışı attım. Evet, bu bakışı attım ve bunu bir kitaba attım. Bu tüyler ürperten odada deliriyor olmalıydım.
"Bay Clifford! Neden kalemi elinize almayla işe başlamayı denemiyorsunuz? Lütfen bana onu da bilmediğinizi söylemeyin!" diyen bir hayli yaşlı rehberlikçiye baktım. Kalın gözlüklerinin ardından beni süzüyordu. Kolumu öne doğru uzatarak sıradaki kalemi elime aldım. Yaşlı rehberlikçimiz bilgisayarına gömülünce çalışırmış numarası yapmaya, o bana tekrar bakıncaya kadar son verdim. Bu arada neden gözlük kullandığını da anlamıştım. O bilgisayardan biraz uzaklaşması gerekiyordu.
Gözlerimi ve düşüncelerimi ondan çekerek lacivert duvarda asılı duran saate çevirdim. Cezamın bitmesine daha yarım saat vardı. Sessizce oflayarak arkama yaslandım. Kırmızı, eski konverslerimi yere vurarak ritim tutmaya başladım. Biraz fazla ses çıkmış olacak ki sol tarafımdaki çocuk huzursuzca kıpırdandı. Göz ucuyla rehberlikçiye bakıp siyah, dar pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım. Aman tanrım! Telefon. Ekranım. Çizikti.
Burnumdan soluyarak içimden Luke'a küfür etmeye başladım. Bu kesin onun başının altından çıkmıştı. Kendi telefonu hala tamirde olduğu için benimkine Pou denen o bokluyu indirmişti ve 7/24 oynuyordu. Bu sabah da oynamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmasına hayran kaldım doğrusu. Neden sürekli benim eşyalarımı kırıyordu ki?! Kesinlikle ona dersini vermeliydim. Yoksa bu çocuk akıllanmayacaktı.
Yarım saat, yıllardır süren yarım saat, sona ermişti. Derin bir oh çekip ayağa kalktım. Sıramın yanından geçen rehberlikçi kalemimin düşmesine neden olmuş ama onu eğilip almak yerine sınıftan çıkmıştı. Arkasından göz devirip yere eğildim ve kalemimi aldım. Kafamı kaldırmamla sütun gibi -kaba ama öyle- bacaklarla karşılaşmam bir oldu. Ağzımın yavaş yavaş açıldığını hissediyordum. Daha fazla yukarıya bakmaya cesaret edemedim. Çünkü muhtemelen...iç çamaşırını görecektim?
Kendimi ve ağzımı toparlayıp ayağa kalktım. Kız, çantasını sırtına takıp bana doğru döndü. Ona gülümsemeye çalıştım ama tahminimce ağlayan palyaçodan farkım yoktu. Ne olduğunu anlamamış gibi duruyordu doğal olarak. O da bana gülümsedi. Vay canına! Gerçekten çok tatlı bir gülümsemesi vardı.
"A-adın ne?" kekeleyerek ona adını sordum mu? Cidden bunu yaptım mı? Ah, aptal Mike!
"İyi misin?" dedi tedirgin bir şekilde. Her iddiasına varım benim bir kaçık olduğumu düşünüyordu. Şuan kendime yumruk atma isteğim Calum'a gelinlik giydirme isteğimden daha ağır basıyordu. "E-evet." dedim boğuk bir sesle. "İyiyim."
"Lily." dedi ince elini uzatarak.(haydi Lily Lily Lily Lily Lily yar-yazarın notu) Galiba elini sıkmam gerekiyordu. Büyük bir güç sarf ederek elini avuçladım.
"Peki seninki ne?" dedi kaşını kaldırarak. "Ne, ne?" dedim aptal gibi. İçimde bir yerlerde Luke gizleniyor olmalıydı. Bu arada çizik telefonumu hala unutmamıştım.
"Adın nedir?" dedi kıkırdayarak. Benimle alay ediyor olmalıydı. Koyu yeşil gözlerini umursamamaya çalışarak "Michael." diyebilmiştim. "Ama sen bana Mike diyebilirsin." Ona sen dedim. Siz mi demeliydim? Hiç kibar değildim. Ash'e bu konuda danışmam konusunda aklımın bir köşesine not aldım. "Peki, Mike." diyince rahatladım. Minik elleriyle önüne düşen bir tutam siyah saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. Birşey demediğimi görünce kapıya doğru yöneldi. Bende onunla birlikte hareket ettim. Bu kız gerçekten mükemmeldi. Vücudunun her bir parçası özenle yaratılmıştı. İçimden bir ses kesin sevgilisi vardır diyordu. Luke, sen misin?!
Okulun bahçesine çıktığımızda artık birşeyler söylemem gerektiğini fark ettim. Ama ne söyleyecektim ki? Onu bir yere davet etmeliydim. Evet evet, mutlaka bunu yapmalıydım. Yoksa pişman olacağımı biliyordum. Tek bir nefeste " Bu cuma Sweet Cafe'de performans segileyeceğiz, gelmek ister misin?" demiştim. Ardından gözlerimi yumdum ve cevabı bekledim. Bu kadar heyecan yapmam olağan dışıydı. Gözlerimi açıp ona baktım. Tam dudaklarını aralamış cevap verecekken cennetten fırlamış bir erkek yanına geldi.
"Lily, bebeğim. Nasılsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me
Fanfiction"Bir başkasının değil benim olmanı istiyorum. Sen bana aitsin." dedim kendim bile zor duyabileceğim bir sesle. Göz yaşlarından biri sıkıca tuttuğu elime düştü. Gözlerim kapanmadan önce duyduğum tek şey "Beni bırakma." demesi olmuştu.