24. Bölüm: Kan- Taç- Kehanet

2.9K 144 11
                                    

Günlerdir taç giyme törenini düşündüm durdum. Nasıl yazacağıma bir türlü karar vermedim, en son yazdığımdaysa baktım ki mahvetmişim.

Gecikme için özür dilerim. İlham işte arada kaçıyor.

O gün kabuslarla dolu bir gece geçirdim ve hep aynı rüyayı gördüm. Sabah uyandığımda kralım yanımda değildi. Beni hazırlarlarken de ben kendimde değildim. Bu o kadar kötü bir rüyaydı ki bembeyaz kesilen yüzümden hizmetkarlarım sürekli iyi olup olmadığımı soruyordu. Hipnotize şekilde başımı sallayıp geçiştirirken aslında iyi değildim.
Rüyam çok gerçekti.

Taht odasındaki tören için beyaz bir elbise giydirildi bana. Zaten tenim hastalıklı gibi beyazdı, ve bu illet rüyanın üstüne kireç gibi yüzümle hiç iyi görünmüyordum.

Taht odasına üst kattaki iki merdivenden birlikte inmeye başlarken gözüm William'dan bir an olsun ayrılmıyordu. Beni görünce gülümsemesi soldu, iyi olmadığımı biliyordu.

Odada rahipler, soylular doluydu. İner inmez yan yana diz çöküp ellerimizi birbirimize verdik.

Bir sürü gereksiz ünvanınız tek tek sıralandı. George, güzel dileklerle tacı isteyerek oğluna devrettiğini beyan etti ki bu tarihte bir ilkti, elleriyle onu kral ilan etti.

Normalde tacımı Victoria bana takmalıydı ancak titreyerek karşıma geldiğinde William'a tacımı uzatıp önümde diz çöktü.
"İyi görünmüyorsunuz majesteleri,"diye mırıldandı.
"Değilim,"dedim.

William tacı bana yerleştirdiğinde ise bir ilk daha yaşandı. Ben kral elinden taç giyen ilk kraliçe olmuştum.
Dualar haykırışlar eşliğinde ayağa kalktık ve tahtına ilk o yürüyüp oturdu. Ardından ben gidecektim. Olmadı.

Kulağımda güçlü bir uğultu başımı çıldırtırcasına döndürüyordu, gözlerim hızla karardı ve dizlerimin üstüne tekrar çöktüm.
Sıkı sıkıya kapattığım gözlerimle son gücümü kullanarak ayağa kalktım, arkama döndüm. Tutunacak birilerine ihtiyacım vardı. Yavaşça gözlerimi açtım.

Burası taht odası değildi.
Surların dışıydı, sabahın ilk ışıklarıydı. Ayaklarıma baktım, göremedim.

Eteklerimi tutup kaldırdığımda kan gölüne bulanmıştım. Dizlerimin hemen altına kadar geliyordu. Arkamı dönüp önümdeki arazide binlerce, belki yüzbinlerce ölü asker gördüm.

Sancaklarımız düşmüştü ve kanla kaplıydı. Ellerimle karnımı sardım, yoktu. Dümdüzdü. Doğurmuştum.

İçimi bir korku kaplarken ilerde kralımın tacını yerde gördüm. Kan gölünde ağlayarak koşarken beyaz elbisem kan revandı. Tacın arkasında yüz üstü yığılmış cesedi kaldırırken haykırıyordum.
William sırtından koca bir balta yemişti ve ölmüştü.
"Ah hayır... hayır... hayır! Bir oğlumuz oldu tanrılar bir oğlumuz oldu onu göremedin! Seni çok seviyordum beni beklemedin, kalk! Lütfen kalk! Hayır ölemezsin ben nasıl sensiz yönetirim, yapamam! Yapamam! William kalk ne olursun bir oğlumuz oldu lütfen kalk! Seni seviyorum lütfen gitmeee..."

Haykırışlarımın arasında nefesim bozuldu kendimi bir cehennem alevinde yanıyor gibi hissediyordum. Sürekli bir oğlumuz olduğunu ve onu çok sevdiğimi haykırarak gözlerimi açtığımda William'ın kollarındaydım. Ellerim balta olmayan yerde baltayı tutuyor gibiydi, yüzüm ıpıslaktı. Tüm tören ahalisi korku ve ağlamayla beni izliyordu.
Rüyamın aynısını canlı gibi yaşamıştın.
"Yaşıyorsun,"diye haykırarak ona sarıldım ağlamaya devam ettim. "Ölmene izin veremem, oğlumuz olacak izin veremem. Savaşa girmeliyim, bana izin vermediğinde olacak bu. Seni koruyamazsam hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok. Sana aşığım sensiz yapamam."

Aşk ve ÖzgürlükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin