13. Bölüm: Sen Benimsin!

9.9K 352 31
                                    

Çok uzun zaman oldu beklettiğim için özür dilerim. Finallerim daha bugün bitti. İyi okumalar. Oy ve yorumu unutmayınn

Askerlerin arasında bir alkış tufanı koptu ama ben onun etkisinden bunu algılayabilecek durumda değildim. Yıllardır nefes almıyormuş gibi tüm havayı içime çekerken prensim göğsümün doluşundan gözlerini ayıramıyordu.
Dudaklarını dişleyerek baktığında sesim eriyordu. Titreyerek edepsizliğine gülümsedim. ''Siz nasıl isterseniz majesteleri.''

Sabah diğerlerine göre oldukça enerjik ve hevesliydim. Erken kalma alışkanlığıma geri dönmüştüm ve dünkü gösterimden sonra özgüvenimi kazanıyordum. Prens açıkça güçlü Olivia'yı görmek ve göstermek istiyordu. Kendi kendime gülümsedim sonra bunu yaptığım için surat astım.
Kate ile beraber odamda kahvaltı yaptıktan sonra beni güzelce hazırlamıştı. Aynadaki yansımama az daha bakarsam ben bile aşık olabilirdim. Gutanya kırmızıları içinde kendimi oldukça güçlü ve hazır hissediyordum. Lucius ve Burrus gelip beni konseyin toplantı salonuna götürürken bakışlar yine üzerimdeydi. Tiksinir bakışlar tabi ki vardı ama beğeni ve kıskançlıkta yok diyemezdim. Kapıdan gelen hararetli konuşmaları duyunca derin bir nefes aldım ve muhafızlarla içeri girdim.
En soylu ve güvenilirlerden seçilmiş bu topluluk bir felaketi yaşıyordu. Masaya rahatça dayanmış prensle göz göze gelip reveransımı gözlerine bakarak sadece ona yönelik yapmaya karar verdim.
''Hayır eğilme.''
Tüylerim diken diken olmuştu, William neler yapmaya çalışıyordu?!
Sadece bana bakmaya devam eden soylu üyelere döndüğümde Kral'ın da orada olduğunu gördüm. Gülerek bana bakıyordu. ''Reveransla uğraşma Olivia. William'la konuştuk ve şuan için önemli bir sorunumuza nasıl fikir sunacağın bizim için önem arz ediyor. Ve siz...''diyerek masadakilere döndü. ''Konu dışında gelinimle ilgili bir yorumda bulunan kim olursa dilini kestireceğim.''
Sırtımı dikleştirdim. Hah! Kral da beni koruyordu. ''Gel Olivia.''
Yuvarlak masada prensin yanına yaklaştığımda ortaya serilmiş bir harita ve üzerinde askerleri temsilen küçük şekilli taşlar görüyordum. Tanrılar bu bir savaş planı mıydı?!
''Savaş mı çıkacak efendim?!''
''Olivia, Verzek sınır köylerimizi yağmalıyor.''
Şaşkınlıkla ona baktım.
''Ne zamandır? Bu ne kadar sıklıkla oluyor?''
''Son sekiz ayda altı yağma oldu. İki ay içinde dört kez saldırdılar.''
''Bu sınır ihlali anlamına gelir. Tanrılar aşkına artış olduğuna göre bu iyiye işaret değil! Gizli göreve çok acil asker yollamalıyız. Bize casusluk yapmaları gerekiyor. İsterseniz bende giderim. Peki siz bu yağmalara karşı ne yaptınız?''
''Casuslarımız zaten var ve hayır asla gidemezsin. Ne yaptığımızı sana Dollanger anlatsın.''
Konta döndüğümde endişeli ve kızgın görünüyordu. Birbirinden oldukça ayrı bu duygular beni ona karşı anında germişti.
''Surları yeniledik.''diye mırldandı.
Anında önce kralla sonra prensle göz göze geldim. ''Bu da ne demek oluyor? Ölüme mi terk ettiniz onları yani? Sınırları surla mı güçlendirdiniz? Askerler sadece saray için mi yetiştiriliyor tanrılar aşkına?!''
Haritaya baktığımda saldırılan yerler de bilerek asker sayısı azaltılmış gibi görünüyordu. Dollanger'a öfkeli bir bakış atım ve küçük askerlerden bir alay oluşturarak sınıra yaydım. ''Sınırlara bir alay asker yolluyoruz. Güvenilir bir askeri Marcus ya da Robin'i Albay olarak başlarına atayabilirz.''
''Sınırlar benim denetimimde.''dedi Dollanger.
''Artık değil, onlarca kişi acı çekmiş ve siz sadece izlemişsiniz. Ben onaylamazdım. Casuslara haber yollansın. Edindikleri her bilgiye ihtiyacımız var. Cleveland'a da asker yollayın maden işlenmesi için hazırlıklar hızlansın, bizde buradan prensle orduyu düzene sokarız. Tahminimce gücümüz ve tepkimiz ölçülüyor. Ben bir tabur askerinde yağma için hazırlık yapmasını öneririm. Başına da önerdiğim askerlerden biri atansın. Ve efendim...''diyerek krala döndüm. ''Bir işe yaramayacaksa konseye ihtiyacımız yok.''
Kralın sırıtışıyla konsey toplantısından ayrıldığımda kapıda kendi kendime sırıtıyordum. Bir savaş kahramanı gibiydim. Sarayda seke seke gitmeye başladığımda arkamdaki odadan gelen bağrışmalar umurumda değildi. Ben prensi hatta daha da önemlisi kralın zihnini de kazanmıştım!
Ben görenler elbette ki tiksinti dolu garipser bakışlarını sergiliyordu. Aman tanrılarım elbise giyiyor olmasam takla atarak giderdim!
Yapacak bir işim yoktu. Artık demir atölyesinde çalışmıyordum. Vakit geçirecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Saray ahırlarına inmeye karar verdiğimde aldığım karardan memnundum. Hayatımda kraliyet atları kadar bakılmamıştım. İçeride sadece atlarla ilgilenip durması için üç seyis vardı. Birisi prensin atı Şimsek için özel bir seyisti. Şimşek, Kutsal Dağ'daki vahşi at sürülerinden alınmıştı. Sinirli aygırı sakinleştirmek mümkün değildi. Ewan Tryrs, bei gördüğünde yerlere kadar eğilerek selam durdu. Ama saygısı yüzümü kızartıyordu. Pancar gibi bir suratla ve belermiş orman rengi gözlerle ona baktım. ''Lü-Lütfen buna hiç gerek yok.''
''Geleceğin kraliçesisiniz. Saygısızlık etmek benim haddime değil.''
Kollarıma ellerime aniden düşn şimşeklerle kaldım. Kraliçe olmak? Ben? Ben ve kraliçe olmak? Hiç yakışıyor muydu? Bunun olması imkansızdı!
''Dilerseniz Şimşek'e binebilirsiniz. Prensin emri efendim.''
Kraliçelik fikri beni öylesine derin sarsmıştı ki atın sinirini unutup sakince ona ilerledim ve rahatça bindim. Ahırdan çıktığımda saray içerisinde deli gibi koşmaya başlayan ata kendimi verdim.
Mükemmel siyah bir aygırdı ve lanet olası kıvırcık uzun saçlarımla aynı renkteydi. Saraydan da çıkıp olabildiğince at sürdükten sonra aslında tüm negatif enerjimi atmıştım.
Ancak hava kararıp gök gürlemeye başladığında saraya dönüyordum. Beş dakika yağmurda kalmış sırılsıklam olmuştum. Bu yağmurda görmek istediğim tek bir yer kalmıştı o da yasak gül bahçesinden başka bir yer olamazdı. Koştura koştura ilerlerken geçtiğim koridorda prensi görmemle durdum. Kadının tekini asla görmek istemeyeceğim bir biçimde duvara yapıştırmıştı. Neredeyse tüm göğüsleri dışarıda olan bu 'kadın' derin derin soluyarak bakıları malum bir yerlerine çekiyordu. Tiksindim. Ondan da. Bana aşık olduğunu söyleye prensten de. Aşık bir insan bunu kesinlikle yapamazdı!
Ufacık adımlarla oradan sessizce gitmek istedim. Bahçeye doğru yolumu çevirdiğimde arkamdan prensin adımı haykırışın ve adım seslerini duyuyordum.
Yasak kapıya ulaştığımda önündeki muhafızların yanına ayakkabımı çıkardım. Yasak bahçeye açılan hiçbir pencere bile yoktu. Yalnızca önünde durduğum bu kapı... Muhafızlar nedendir bilmem bana engel olmadılar. Eteklerimi toplayıp çamur olmuş toprağın içinde koşuşturdum.
Rahatsız biçimde arkama döndüğümde William karşımdaydı. ''O gördüklerin...''
''Gerçeklerdi.''
Arkamı dönüp bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda yürümeye devam ettim. Sırtımı yasladığım adam beni tam kalbimden vurmuştu. Ve kanıyordu... Kraliyet yarasına benim sahip olduğum hiçbir merhem şifa olamazdı.
''Olivia! Sana dokunmamak için...''
Aptal saptal açıklamasına sırılsıklam halimle döndüm. ''Bana dokunmamak için öyle mi? Bunu yapacaktın madem o zaman bana aşktan ahkam kesmeye kalkışmayacaktın! Bun yapacaktın madem o zaman beni orospularınla aynı çatı altına almayacaktın!''

Bir adı geri çekildim, tanrılara şükür neyse ki yağmur yağıyordu ve ağladığımı anlaması imkansızdı.
''Sana dokunamazdım.''
''Hadi canım! Ciddi olamazsın sen beni bu saraya geldiğim ilk gün altına almaya kalktın! Nişanlına mı dokunamayacaksın! Madem ki karın olacağım, bana aşıksın o zaman ne diye o lanet olası ellerine sahip çıkmıyorsun?!''
Elini bana uzattığında geri çekildim. ''Sakın dokunma! Sen o elini kirlettin! Hayvan boku içinde yuvarlansan kan içinde yüzen gözüme bu kadar mide bulandırıcı gelemezdin!''
Ona parmağımı değil hançerimi sallamaya karar verdim. Belime kadar sıyırdığım elbisemden, bacağımdan çıkardığım hançerimi ona doğru kaldırdım. ''Ben annen değilim! Kendi annemde değilim! Ben Olivia'yım. Bu sen beni seviyorsun diye gerçekleşen mecburi bir evlilik değil!''
Üzerine yürüyerek ona haykırmaya devam ettim. ''Eğer ben bu evliliğe alışmasaydım olmamasını için bir hal çaresini bulurdum! Bunun gerçek bir evlilik olacağından emin olabilirsin. Ve eğer beni aldatmaya kalkarsan, benden başkasına dokunursan seni keserim. Bu konuda asla şakam yok. Eğer uçkurundan emin değilsen haremine defol ve beni rahat bırak. Ama eğer aşkından eminsen buna saygı duymayı öğren. Çünkü sen aşkını itiraf ederek kendini bana verdin. Sen bana aitsin anladın mı beni?! İhanetin yalnızca seni değil tüm bu ülkeyi bitirir! Sana ant olsun, eğer bir başkasına dokunursan sevgine olan tüm saygımı bende yitiririm!''

Aşk ve ÖzgürlükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin