1.HER ŞEYİN BİR BEDELİ VARDIR!

278 11 0
                                    

-Hadi ama Steve! Yoksa bir kızı yenemiyor musun?

       Kafasını kaldırdığında Melina'nın ormanın girişinde durduğunu gördü. Hava o kadar sıcaktı ki terden sırılsıklam olmuştu. Alnından damlayan terler gözünü yaktı. Melina ise girişin sağında bulunan küçük kayaların üzerine oturmuş gülerek onu seyrediyordu. Gülüşü o kadar güzeldi ki aklını başından alıyordu.  O kadar salak gözüküyor olmalıydı ki  Melina birden ayağa kalktı.

-Steve! İyi misin?

        Bir anda nerede olduğunu hatırladı.

-İyiyim, sadece dinlenmen için sana zaman veriyorum. Şimdi nefesini topla hanımefendi çünkü geliyorum.

       Lafını bitirmesiyle yerinden fırlaması bir oldu.  Ormanın girişi, küçük bir tepenin üzerinde, heybetli ağaçların arasında bulunan bir boşluktu ama uzaktan bakıldığında boşluğun iki yanında yükselen kayalar ve ağaçlarla sanki kale kapısıymış gibi duruyordu. Steve küçükken ailesiyle hep buraya gelir ve güzel vakit geçirirdi. Bu boşluk ise kardeşiyle birlikte sürekli oyun oynadıkları yerdi. Aslında bu boşluğun onlar için bir adı vardı. Kral Yolu. Bu ismi kardeşi Luke koymuştu.  Eh kale kapısına benzediğine göre buraya böyle seslenmenin de garip bir yanı yoktu. 

        Ormanın girişine vardığında, Melina bir ağaca yaslanmış kendisini bekliyordu. Artık güneş tam tepedeydi ve doğrudan girişi aydınlatıyordu. Melina  ise parlayan saçlarıyla sanki her geçen saniye daha da güzelleşiyordu. 

- Ee çaylak. Geldiğine göre artık başlayabiliriz. Ne dersin?

-Ben doğuştan hazırım. Beni bilirsin.

-Göreceğiz bakalım. İşaretimle!

      Steve hemen Melina'nın yanına geçti ve ormanın içinde geçecek bu yarış için kendini hazırladı. Yarışı kaybedemezdi. Çünkü kaybeden diğerine en büyük sırrını söyleyecekti. Steve'in bunu yapmaya hiç niyeti yoktu. 

-3,  2,   1, başla!

      İkisi de bütün güçleriyle ileri atıldı. Melina zaten koşucuydu. 12 yaşında bölge şampiyonu olmuş ve son iki senede de eyalet yarışlarında dereceye girmişti. Bu nedenle kendine güveniyordu. Steve'in ise tek kozu sahip olduğu güçlü ayaklarıydı. Daha 20 metre gitmişlerdi ki Steve nasıl bu iddaayı kabul edebilecek kadar aptal olduğunu düşünmeye başladı. Göz ucuyla Melina'ya baktı. O hala ik anki rahatlıkla koşmaya devam ediyordu. Bitiş noktasına daha 150 metre vardı. Bu yarışı kaybedecekti. Kazanabilme şansı yoktu. O bu düşüncelere dalmışken bir anda Melina'nın onu geçmeye başladığını fark etti. Bir anda aralarında 2-3 metrelik fark oluşuvermişti. Kendisini zorlaması gerekti ama ayakları tam aksini söylüyordu. Ve biraz daha bu tempoda giderse bacakları bağımsızlıklarını ilan edip olduğu yerde çökmesine neden olacaktı. Melina ilk köşeye gelmişti. Burası ormanın içine girilen noktaydı . Köşeyi döndükten sonra taşlı patika sona eriyor ve sol tarafınızda nehrin oluşturduğu büyük boşluk başlıyordu. Steve bu nehri büyükannesinden biliyordu. Nehirin adı Arwon'du. Adını eski bir kraliçeden almış. Önceleri Arwon nehri o kadar büyükmüş ki ormanın her yerinden görülebiliyormuş. Fakat kraliçe Arwon öldükten sonra nehrin suları çekilmeye başlamış ve ormanı ikiye bölen 20 metre yüksekliğinde uzun bir çukur oluşmuş. Steve bunları hatırlarken Melina çoktan köşeyi dönüyordu.  

      Her şey bir anda oldu. Melina tam köşeyi dönerken bir anda dengesini kaybetti ve sol tarafta ki çukura yuvarlanmaya başladı. Steve bir an duraksadı ve ardından o da çukura doğru fırladı. Çukurun herhangi bir tehlikesi yoktu çünkü eğimli bir şekilde aşağı inilebiliyordu fakat nehrin eski gücüyle söküp düşürdüğü ağaçlar bu çukarda kalmıştı. Yatay bir şekilde duran ağaçların  uzun ve sivri dalları ise iki yana uzanıyor ve telike oluşturuyordu. Melina dengesizce aşağıya yuvarlanırken Steve hemen arkasındaydı fakat o dengesini koruyordu. Önlerinde devrilmiş kocaman bir ağaç vardı ve 2 metre uzunluğunda ki sivri bir dal şiş kebap için onları bekliyordu. Melina'ya ulaşabilirsem belki onu çekebilirim diye düşündü ama bu imkansızdı. Geriye tek bir çaresi kalmıştı.

-"SUBSİSTO!" sesi pürüssüz çıkmıştı.

      Her şey bir anda durdu. Artık düşmüyorlardı. Melina sivri dala yarım metre kala hareketsiz bir şekilde havada asılı kalmıştı. Eğer durmamış olsaydı şu anda çoktan ölmüş olurdu. Bunu düşününce Steve kendini çok kötü hissetti. Ayağa kalktı şoku hala üstünden atamamıştı. Tek hatırladığı bilmediği dilde bir şeyler bağırdığıydı. Ne söylediğini bilmese de ne yaptığını biliyordu. Yaptığı çok büyük bir seçimdi ve bundan sonra geri dönüşü yoktu. Melina'yı tutup sakince bir kenara yatırdı. Ne olduğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceği için ona üzülüyordu ama bu onun için en doğrusuydu. Onu , hayatta en çok değer verdiği şeyi bir hiçliğe sürükle yemezdi. Eğildi ve alnından öptü. Bu, onu son görüşüydü.

       Koşarak geldikleri yoldan geri dönmeye başladı. Melina'nın bir kaç dakikaya kendisine geleceğini biliyordu. Ormanın girişine vardığında güneş tüm sıcaklığı ile önünde ki düz ovaları kavuruyordu. Freising kasabasının çatıları kızıla boyanmıştı. Tepeden hızlıca indi ve kasabaya giden yol boyunca hiç durmadan koşmaya devam etti. Bir an önce eve varıp, babasına olanları anlatmalıydı. Çünkü sadece o yardım edebilirdi. Ne diyeceğini, nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde her şey normaldi. Karşı komşuları Bayan Birtzele çimlerini yıkıyor ve yan komşusu Bayan Matilda ile sohbet ediyorlardı. Onu görünce yüzlerinde koca bir gülümsemeyle selam verdiler ama Steve onları görmezden geldi. İçlerinden ne kadar kaba çocuk diye düşüneceklerdi ama bu saatten sonra Steve böyle bir sorunu listenin en sonuna bile koymazdı. Bahçe kapısını yavaşça açtı ve küçük taşlarla bezenmiş yolda adımlarını kısalttı, nefesini düzeltti. Bu taşları annesi yaptırmıştı, iki taraflarında bulunan çiçeklerle bahçeye çok güzel uymuşlardı. Adımlarını o kadar yavaşlattı ki; taşların aslında gri değil fil dişi olduklarını fark etti. Kapının önünde durdu, tokmağa uzandı.  Kapı birden kendiliğinden açıldı. 

- Steve! Çabuk içeri gel.

         Babası kolundan tuttuğu gibi onu salona getirdi. Annesi sessiz bir şekilde koltukta oturuyordu. Önlerinde bir kaç tane kağıt ve büyük sarı bir evrak vardı. Bay Mcmillian oğluna koltuğa oturmasını işaret eti ve eşinin yanına geçti. Steve ailesinin kendisini rahatlatacağını düşünmüştü ama tam tersine onlar kendisini daha da tedirginleştiriyordu. 

- Anlat nasıl oldu?" bay Mcmillian'ın sesi sertti.

          Steve olanları en ince ayrıntısına kadar anlattı. Anne ve babasının sessizliği onu endişelendiriyordu. Anlatmayı bitirdiğinde babası sessizliğini bozdu, kaşlarını kaldırdı. Bir an için bayan Mcmillian ile göz göze geldi.

- Steve Mcmillian .Artık yolunu seçtin. Bir çıraksın ve eğitimini tamamlamak için Kutsal Şehre gideceksin. Eşyalarını hazırlamaya başla evlat. Eminim yakında burada olacaklardır.

-Kim? Bir dakika kimler burada olacak? " bir an sesinin titrediğini fark etti.

-Avcılar. Sakın unutma evlat, her şeyin bir bedeli vardır.

                                                      -1.BÖLÜMÜN SONU-

AVCILARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin