3.YAKINDAN AKRABALAR

169 8 3
                                    

Kendine geldiğinde tek hissettiği şey tarifsiz bir acıydı. Bütün kemikleri sızlıyor ve hareket etmesine engel oluyordu. Yattığı yerden görebildiği kadarıyla bir odadaydı. Duvarlar zambak desenli, gri bir kaplamayla kaplanmıştı. Arkasında kalan duvarda ki pencere yıldızlı bir geceye açılıyordu. Acı içinde yerinde doğruldu. Sırtını duvara dayadı. Şimdi odanın tamamını görebiliyordu. Oda, sade görüntüsüne göre çok lükstü. Yatağın karşısında duvara dayalı bir çalışma masası, üzerinde de diz üstü bilgisayar ile internet bağlantısını sağlayan modem duruyordu. Oda çok büyük değildi ya da yarısını kaplayan gardıroptan dolayı öyle gözüküyordu. Duvara dayanarak ayağa kalktı. Pencereye yöneldi ve ılık rüzgârın yüzüne vurmasına izin verdi. Gördüğü manzara muhteşemdi. O kadar çok ışık vardı ki, sanki koca bir şehir yanıyormuş gibi gözüküyordu. Şehir koca bir vadiyi kaplıyor, uzakta ki iki heybetli dağın eteklerinde son buluyordu. Şehirde ki yapılar merkeze gidildikçe yükseklik kazanıyor ama hiç biri dağın eteklerine kurulmuş kilisenin ihtişamına ulaşamıyordu. Yüksek çan kulesi ve şehrin içine uzanan köprülü binalarıyla bu ihtişamlı kilise, şehri avuçlayan bir el gibiydi.

Alt kattan gelen sesle şehrin göz alıcı parıltısından sıyrıldı. Sessizce oturup konuşulanları dinlemeye başladı. İlk ayırt ettiği ses halasının ki oldu. Hızlıca bir şeyler söyledi. Ona karşılık bir erkek sesi cevap verdi. Ardından konuşma iyice kızıştı. Sesler birbirine karışıyordu. Daha iyi duyabilmek için yavaşça eğildi ve kulağını yere dayadı. Aşağıda ise sessizlik hâkim olmuştu. Ne oluyordu? Niye susmuşlardı? Belli ki bir şey olmuş ve ya biri konuşmayı bitirecek bir şey söylemişti.

-"Steve! Bizi dinlediğini biliyoruz evlat. Niye aşağı gelip misafirlerimize "merhaba" demiyorsun?

Artık niye sustuklarını anlamıştı. Dinlenildiklerini fark etmişler ve bunun üzerine sessizleşmişlerdi. Sonradan kendilerini dinleyenin üst katta, acılar içerisinde kıvranan bir çocuk olduğunu anlamışlar ve kendisini de aralarına davet etmeye karar vermişlerdi. Odadan çıkıp merdivenlere geldiğinde halası Lilly'nin aşağıda onu beklediğini gördü. Merdivenin kenarlarına tutunarak yavaşça aşağıya indi. Halasının yüzünde o mükemmel gülümsemesi vardı. Merdivenler kapıya uzanan bir koridorun sonunda başlıyordu ve indikten sonra hemen sağınızda ve solunuzda iki kapı beliriyordu. Sol tarafta ki kapı ağzına kadar açıktı ve içeride birkaç kişi bir masanın etrafına oturmuş ona bakıyordu. Gitmesi gereken yerin orası olduğunu anladı ve halasının önünden odaya girdi. Oda dışarıdan küçük görünse de aslında çok büyük ve ihtişamlıydı. Büyük bir oturma takımı salonun yarısını kaplıyordu. Diğer yarısında ise büyük ihtimalle aile yemekleri gibi kalabalık yemekler için hazırlanmış- ki şu anda kendisine gülümseyerek bakanlar tarafından işgal edilmiş, yuvarlak bir masa duruyordu.

Steve'in dikkatini insanlardan çok, oturma takımının karşısında ki LCD televizyon çekti. Ev sahibi kimse çok zengin biri olmalı diye düşündü. Masada ki boş sandalyelerden birine oturdu. Lilly konuşma yapacağını belli etmek için hafifçe öksürdü. Şimdi masada ki bütün dikkatler Lilly'e çevrilmişti.

-" Sevgili Mcmillianlar. Hoş geldiniz. Sizleri yeğenim Steve Mcmillian ile tanıştırmak istiyorum. Kendisi aile mirasımıza sahip çıktı ve avcı kanını kabul etti."

Neşesi sesinden anlaşılıyordu. Aslında halasının atladığı bir nokta vardı. O da kanın onu seçtiğiydi. Çünkü bugüne kadar Steve'in bırakın avcı kanını, büyülü diyarı daha bir halası olduğundan bile haberi yoktu. Halası odadakilere "Mcmillianlar" diye seslenmişti. Demek ki bu insanlar babasının bahsettiği akrabalarıydı. Kendisine en yakın oturan adam, genç görünüşü, koyu siyah saçları ve kahveye çalan gözleriyle bir film yıldızı gibi duruyordu. Masanın diğer ucunda yani tam karşısında oturan ise uzun sarı saçlı, mavi gözlü ve pürüzsüz yüzüyle modeli andıran bir bayandı. Hemen yanında kel, sert yüzlü bir adam ellerini birleştirmiş, düşünceli gözlerle Steve'i süzüyordu. Masanın sağ tarafında ise yüzlerinde ki koca gülümsemeyle odada ki en dost canlısı insanlar biziz izlenimini veren bir çift oturuyordu. Çift olduklarını hemen anlamıştı çünkü ikisi de el ele tutuşmuştu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Oluşan sessizlik kendisini daha da tedirgin ediyordu. Belki de böylesi daha iyi diye düşündü. Belki konuşmaya başlayınca saçmalayacak ve kendisini daha da gülünç konuma sokacaktı. Evet, karşısında akrabaları vardı ama bugüne kadar varlığından bile haberdar olmadığı akrabaları. Halasının arkadan dürtmesiyle kendine geldi.

AVCILARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin