2.Bölüm

12 2 3
                                    

Sonsuz zamanın içinde son aydınlanışının gölgelerini izleyen bir mumdum ben,tükenmiştim.Her güzel şeylerin bir sonu olduğu gibi benimde sonum geliyordu,usulca,yanarak.
Ayaklarımın dibinde saçılmış paralarla saatlerce oturmuş ve yedi yaşındaki bir kızın çocuksu tavırlarıyla değil kaderin bana ilk kez öğrettiği acıyla sarsılarak,hıçkırıklar içinde ağlamıştım.Annem babamın peşinden gitmemişti,onun dönmesini dahi istemediğini hissetmiştim.Hangi kadın böylesine bir alın yazısıyla yaşamaya çalışabilirdi ki?
Etrafımızda yaşayan diğer kulübe evlerde ki insanlar dışarıya çoktan çıkmış ve bizim harabeye dönen şatomuza koşturmuşlardı.İki kadın salona girmiş ve korku dolu gözlerle evin içerisini gözlemlemişti.Beni ilk gören kızıl saçlı kadının dudakları birdenbire o biçiminde açılmış ve gözleri avını görmüş bir kuzgunun ki gibi kocaman olmuştu.Etrafımdaki paraların tam ortasında beni gördüğüne emin değildim fakat diğer kadının onu dürtmesiyle kendisini toparlaması bir olmuştu.Annemin acı çığlıkları sokakta ki her bir taşa vurarak yankı yaparcasına titremişti ve ben sadece,o kadınların ezici bakışlarıyla gözlerimi yere çekerek ağlamaya devam edebilmiştim.İki kadın annemin bulunduğu odaya gitmesiyle yaşlarla dolu göz perdelerimi korkuyla kaldırıp indirmiş ve kulaklarıma ellerimi kapatmıştım.Muhtemelen annem sinir krizi geçirmişti,o yaşlarda öksürmek ve ateşlenmek dışında başka hastalıkların olduğunu bilmiyordum ancak zamanla öğrenmiştim.
Ellerimi kulaklarımdan çekerek bebeğime sıkıca sarılmaya başlayınca küçük bedenimin yorgun düştüğünü anlamıştım.Etrafımdaki paraları ayak uçlarımla iterek sırtımı duvara yaslamış ve başımın üzerinden yüksekte olan masayı bir kalkan gibi varsayarak bebeğimi yanıma koymuştum.Dizlerimi kendime çekmiş ve ardından annemin çığlıklarını ninni gibi dinlemeye koyulmuştum.
Sağlık görevlileri,kadınların çağrıları üzerine harabe şatomuza gelmişler ve annemin bulunduğu odaya ellerindeki kırmızı beyaz çantalarıyla girmişlerdi,sonrasıysa uykunun beni kollarına çağıran fısıltısıydı.
Bir hafta hastanede annem tedavi görmüştü,bu tedavi hem bedenen hem de ruhendi.Doktorlar saat başı beş hastanın ortak kullandığı odaya giriyor,ilaçlarını ve serumlarını kontrol ediyor ardından beni görmeyerek çıkıp başka odaya doğru gidiyorlardı.Annem ilaçlar yüzünden sürekli uyuyor,ayık olduğu zamanlarda avuçlarını yüzüne kapatarak ağlıyordu.
Günlerdir açtım,anneme hasta bakıcılar ve hemşireler bir şekilde yemek yediriyorlardı ancak ebeveynim hasta olduğundan benimle kimse ilgilenmiyordu.Yemek dağıtımdan sonra bebeğimle birlikte annemin yanağına öpücük kondurup saçlarını okşuyor daha sonra hastanenin yemekhanesine gizlice girerek arta kalan yemekleri bularak aç karnımızı doyurmaya çalışıyorduk.Yaşadığım dönemde ülke ekonomisi harikulade değildi,hastanelerin çoğunda ki odalar kalabalık ve döküntüydü,hastalar dışında kimseye yemek vermiyorlardı ve bende aç karnımı doyurmak için böyle bir yol bulmuştum.Hayatın kirli elleri küçücük yakamdaydı ve yaşama devam edip anneme bakabilmek için kimsenin el sürmeyeceği yemek artıklarını yiyerek koca bir hafta geçirmiş ve ruhu incinen annemle ilgilenmiştim.
Harabe şatomuza geri dönmek bizim için hiç kolay olmamıştı.Annem ilaçlar sayesinde ayakta duruyordu.İlaçları alacak paramız yoktu ancak benim çaresizliğimi gören bir doktorun dostça ilgisi sayesinde ilaçları alabilmiştik.Hastaneden çıktığımız gün ne yapacağımızı ve bundan sonra nasıl yaşayacağımızı bilmiyorduk,hayatın zorlu dönemlerinde ki o engelleri aşmak kolay değildi.
Annemle eve giden yokuşu yavaşça inerken bir kolumla bebeğimi ve ilaçları tutuyor diğer kolumla annemin beline sarılmaya çalışarak onun yürümesine yardımcı oluyordum.Bizi gören mahallede ki kadınlar kendi aralarında fısıldıyordu.
"Kocası para için kendi patronuna bedenini satmış."
Annemin bu cümleleri duyduğunu biliyordum ancak doğrular insanın kalbine mızrak gibi giriyor olsa da yapacak hiçbir şeyi kalmıyordu elinde.Kahkahalar ve fısıltılı cümleler arasından geçip giderek eve vardığımızda annem kapının önünde duraksamıştı.Zihninde beliren koyu renkli hatıraları net bir şekilde görebilmiştim hem de çocuk olmama rağmen.
"Anne ben hep senin yanında olacağım söz veriyorum."
Annem başını yavaşça yere doğru eğmiş ve günler sonra ilk kez konuşmuştu.
"Feniks."
Adımı söylemiş ve yaşlı gözleriyle gözlerime bakarak gülümsemeye dahi çaba göstermişti.Annemin ellerini tutarak gözyaşlarımın akmasına izin vermiştim.Evin kapısını anahtarla açtıktan sonra sessiz bir boşluğun içine dalmıştık.
Annemin güçsüzleşen bedenini yatak odasına taşıdıktan sonra nazikçe onu yatağına yatırmış ve ilaçlarına içmesine yardım etmiştim.Onu derin bir uykuya usulca bıraktıktan sonra bebeğimi koyduğum salona doğru gitmiştim.
Feniks...Küllerinden doğmaya hazır mısın?
Annemin bana yaptığı bebeği usulca elime almış ve evin önündeki bahçeye koşarak gitmiştim.Bebeği rastgele toprak zemine koymuş ve hemen ardından eve geri girmiştim.Bir ayağı kısa masanın önüne yavaş adımlarla varmıştım,yerde ki paralar bıraktığım haliyle öylece duruyordu.Babamın kirli paraları....Hepsini tek tek toplamış ve bahçeye geri gitmiştim.Bebeğimi koyduğum zeminin etrafına paraları saçmış ve ateş yakmak için bir kibrit kutusu bulmuştum.
Kötü hatıraları yakmak dünyanın en adaletli bir hakkıydı.
Küçücük ellerime aldığım kibrit kutusunun kenarına kibrit tanesini ustalıkla sürtmüş ve kırmızı turuncu alevin ışığını en güzel kaybıma ve kötü hatıralarıma doğru fırlatmıştım.
Ayağa kalkın ve deyin ki sevgili dostlarım ben dünyanın en ince ruhlu kaybedeniyim.
Akşam olmak üzereydi o saniyelerde,hava da soğuyordu günden güne.Kış içimizi dondurmak için en muhteşem mevsimdi,bende küçük kollarımı yanan ateşin üzerinde kaldırarak dumanın sisli buğusuna doğru gülümsemiştim,yeniden doğuşumu kutlayan o çıtırtılı alevin sesiyle gözlerimi kapatmıştım.Kötü hatıralar sanki bir an olsun hayatımı terk edip uzaklara gitmişti.
Günler boyunca hem anneme hem de kendime bakmak zorunda kalmıştım.Yedi yaşında değildim artık,bedenim aynı kalmıştı ancak ruhum büyümüştü,hissedebiliyordum bunu.Sabahları erkenden kalkıyor ilaçların etkisinde olan anneme kahvaltı edeceğimizi söylüyordum.Bayat somon ekmeği ve beşer adet zeytinden oluşan kahvaltımızı yer yemez okuluma gidiyordum.Harfleri okumayı çözmüştüm ve uzun cümleler de yazabilecek konuma gelmiştim.
Öğle vakitlerinde okul biter bitmez eve koşarak gidiyordum ve annemin ilaçlarını içirdikten sonra yeni öğrendiğim takı yapma işine başlıyordum.Annem hasta olduğu için çalışamıyordu,şehrin hangi dükkanına gidersem gideyim bana iş vermeyeceklerini biliyordum ancak şansımı denemiştim,hiçbir işveren küçük bir kız çocuğunu çalıştırıp ona hakkı olan parayı vermek istemiyordu fakat bilmedikleri şeyler de vardı.Paranın yaşı ve sonu yoktu,bir şekilde kazanmak zorundaydım.Evin ihtiyaçları ve mutfak için param olması lazımdı ve ayrıca ilaçlar bitmek üzereydi.Annemin orta boyutlu,evlendiği zamanlardan kalma tahta kutusundan ip ve boncukları elime alıyor teker teker dizerek onlardan kolyeler ve bileklikler yapıyordum.El becerim yedi yaşında ki bir çocuğa göre fazla iyi olduğu için yaptığım tasarımlar hoşuma gidiyordu.Akşamdan önce takıları bitirir bitirmez onları şehir merkezinde satıyordum.Eğer şansım yaver giderse zengin beyefendilerden,eşlerine aldıkları takılar için ekstra bahşiş alıyordum ve teşekkür ediyordum.Elimdeki tüm takıları satar satmaz şehrin en ucuz dükkanına giderek yiyecek bir şeyler satın alıyor ve hemen ardından harabeye dönen şatoma koşuyordum her gün.Annemin yemek yaptığı zamanlardan öğrendiğim tariflerle ona basit bir yemek hazırlıyor ve yediriyordum.Hayatımda yaşadığım olumsuzluklara rağmen mutlu olabilmek için çabalar sarf ediyordum,yaşamımızı tek başına da olsa düzene sokmaya çabalıyordum ve küçük olmama karşın bunu da başarıyordum.
Biz hissizleşen bu dünyanın çok acı çeken kan toplamış yeriydik.
Günler sonunda annem iyileşmiş ve eski hayatına tekrar geri dönebilmişti.Çalıştığı zengin kadınların evlerine tekrar gidiyor,yarım kalan monotonluğu bir şekilde devam ettiriyordu.Bense takı yapmayı bırakmış ve kendimi okula ve derslere adamıştım.Annemin daha fazla acı çekmesini istemiyordum,baba kelimesi hafızamda kanı taze olan yara izleri gibi kalmış olsa da silmiştim.Her şeyin güzel olacağını ummuştum hep ama asla istediğim gibi olmamıştı.
Hayat bazı çocuklara tozpembeydi,bazılarınaysa katran kadar siyah.
Akşamları annem,işten eve geldiğinde kucağında ki saman kağıdından yapılma torbayı elinden almam için kapıya çağırırdı.Dediğini yaparak içinde cam şişeler ve tenekeler olan o ağır kağıt torbayı alır ve bir ayağı kısa olan masanın üzerine koyardım.Yemek yapma işini zamanla kavramıştım ve çeşitli yiyecekler hazırlayabiliyordum,o akşam yemek yapma görevi bendeydi,bu işin üstesinden gelmiş ve masamızı donatmıştım.
Annem üzerini değiştirinceye kadar yemekleri tabaklara koyuyor ardından bu güzel nimetler için dua ederken annemi beklemeye başlıyordum.

ÇizgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin