Gökyüzüne doğru kanatlarını çırpan bir kuş özgürdür,kuşun kanatlarından kopan ve savrulan bir tüy özgürdür,yere düşen tüy bir yazarın ellerinde özgürdür,tüyün ucuna batırılan siyah bir mürekkep özgürdür,mürekkebin siyah rengiyle kağıda yazılan cümleler özgürdür.
En kötü ilk kaybım,gözyaşlarım toprağına aktıkça sana ulaşacak ve ruhum özgür kalacak.
Ana caddenin en kalabalık yolundan karşıya geçmek için trafiğin sakinleşmesini beklemiştim.Hafta içi olduğundan dolayı etraf kalabalıktı,yollarda ki arabalar,insanlar her bir tarafta koşuşturmaca içerisindeydi.Elimde ki zümrüt yeşili kağıt torbaları sıkı sıkı tutuyorken karşıya geçmek için adımlarımı hızlandırmıştım.Uzun olan yolun yarısını geçtikten sonra yeşil ışık arabalar için yanmıştı,koşar adımlarla karşıya geçmiştim.
"Abla biliyor musun?"
Yemek masasının üzerindeki kirli tabakları topluyordum bana seslendiğinde.Tyrone'un zihninde takılıp kalmış olan bir soruyu bana soracağını biliyordum.Ne zaman aklında bir soru belirse sağ kaşını istemsizce çatıyordu ve parmaklarına odaklanıyordu,bir çocuğun düşünce dünyası çok farklıydı ve verdiği tepkiler şaşırtıcıydı.
"Ne oldu ablacığım?
Elimdeki tabakları masaya geri koyduktan sonra onun oturduğu sandalyeye giderek dizlerimin üzerine çökmüştüm.Sağ kaşını çatmayı bir anda bırakınca bu ani yüz ifadesi değişikliği hoşuma gitmişti ve ona gülümsemiştim.Benim gülümsememin ardından rahatlamış gibi derin bir nefes almıştı.Soracağı soruyu merakla bekliyordum.
"Abla ben senin en sevdiğin rengi bilmiyorum."
Yanaklarına kocaman bir öpücük kondurduktan sonra "Önce sen söyle bakalım." Demiştim.
Minik bedenini günlerce bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi hevesle yerinden kaldırmıştı.
"Ablacığım benim en sevdiğim renk turuncu...Neden biliyor musun?Bizim minik japon balıklarımızın rengi de turuncu ve ben onları çok seviyorum.O yüzden benim en sevdiğim renk o,japon balığı turuncusu."
Kahkahalar içinde yerinden zıplayarak japon balıklarının bulunduğu kavanoza doğru gitmişti.
"Abla sen söylemedin ama en sevdiğin rengi."
Yüzüme yayılan gülümsemeyle birlikte yanına gitmiştim.
"Benim de en sevdiğim renk o...Japon balığı turuncusu."
Kaldırım taşlarına ayaklarımı bastıktan sonra pastaneye doğru ilerlemeye devam ediyordum.
"Abla."
Gece saat üçü gösteriyordu ve Tyrone ateşler içindeydi,teyzem sürekli soğuk suyla havlu ıslıyordu ve sıcak olan yerlerine koyuyordu.Gözleri ateşten dolayı kızarmıştı ve gözaltları şişmişti,dudakları kurumuştu ve hafif hafif çatlamaya başlamıştı.Sürekli acıdan dolayı ellerimi sımsıkı tutuyordu,küçücük bedeni her yeni ıslak havludan sonra titriyordu.Kuru bir sesle sürekli adımı söylüyor ara sıra inliyordu,onun böyle acı çekmesi ve üşümesi karşısında elimden hiçbir şey gelmemesi beni çok üzüyordu.
"Teyze üstünü örtelim mi biraz o çok üşüyor."
Teyzem başını olumsuz anlamda sallayınca gözyaşlarım birikmeye başlamıştı.
"Abla çok üşüyorum."
Kardeşimin bu halde olmasına daha fazla dayanamamıştım ve onun küçük bedenine kollarımı sarmıştım.Tyrone'um yarı baygın bir halde gülümsemiş ve ellerimi tekrar kendi ellerine kilitlemişti.Yanından bir an olsun ayrılmamıştım.Teyzemin çalıştığı günlerde ona çorba yapıp ellerimle içirmiş ve ilaçlarını düzenli olarak vermiştim çünkü ben ablasıydım,onun yarı annesiydim.Yaşça çok büyük değildim bende o zamanlarda ama insan çaresiz kalınca her şeyi yapabiliyor ve öğreniyordu.Günler sonra Tyrone'um iyileşmiş ve ayağa kalkmıştı.Onun en sevdiği çikolatalı kurabiyelerden dahi yapmıştım.Kardeşimi mutlu etmek için çabalamıştım sürekli,onun için her şeyi yapardım.
Özenle baktığımız,kıyamadığımız,zarar gelmesin diye korktuğumuz ve bakmaya doyamadığımız insanlar varsa hayatımızda mutlu olurduk ancak mutluluk kaynaklarımız ellerimizden alınıp giderlerse ne yapardık?Yaşamın anlamını sorgulardık,kendimizi sorgulardık,insanları sorgulardık,yaratıcımızı sorgulardık,neler hissettiğimizi,neler yapacağımızı sorgulardık fakat hiçbir cevap alamazdık.Cevabı olmayan sorular,anlamı bilinmeyen duygular...Güçlü bir ruhun şifresiydi sanki bilinmeyenler,yaşanması tekrar mümkün olmayan anlar.
Kaldırımda birkaç adım atmıştım,kalabalığın içine doğru karışmak için ilerliyordum ki tanıdığım bir sesle olduğum yerde kalmıştım.
"Abla."
Saniyeler içinde gözlerim küçük kardeşimin yerini bulmuştu,işlek ve uzun bir yolun karşı kaldırımındaydı.Gülümsüyordu,bisikletinin direksiyonunu sıkıca kavramıştı.Kumral saçları rüzgarın etkisiyle dalgalanıyordu,gözlerime bakıyordu ve gülümsüyordu sadece.
Bisikletiyle bana doğru gelmeye başladığında yanımda ki birkaç kişiyi omzumla iterek kaldırımın bitip yolun başladığı o çizgiye ulaşmıştım.
Özürlerle dolu ablan seni istiyor...
"Tyrone gelme."
Sesim bütün caddede yankılanmıştı ancak o beni duymamıştı.Gözleri sadece bana bakıyordu,bedenim kaskatı kesilmişti.
"Tyrone dur."
Yolun yarısına ulaşmak üzereydi,gözlerimi ondan bir saniyeliğine ayırdığımda hızla gelen o otobüsü fark etmiştim.
"Tyrone gelme dur orada."
Birkaç saniye sonra bisikletinin kontrolünü kaybetmişti çünkü gözlerini benden ayırınca ona doğru gelen o otobüsü görmüştü,korkuyla ve panikle pedallarla rastgele basarak yolun yarısından fazlasını geçmeyi başarmıştı ve bana doğru gelmeye devam etmişti.
Ona doğru gidiyorken yüzüme yayılan rüzgarın ardından frenin acı seslerini duymuştum.
Korkuyla gözlerime baktıktan sonra bedeni bisikletle birlikte savrulup gitmişti.Sımsıkı tuttuğum zümrüt yeşili kağıt torbalar avuçlarımdan kayıp yere düşmüştü,dört bir yana savrulan renkli şekerler benim...Benim biricik kardeşimin,Tyrone'umun kanıyla ıslanmıştı.
Gözlerimin önünde tüm hayatım ellerimin arasından kayıp gitmişti.
Korna sesleri,çığlık atan kadınlar,etrafta korkudan koşuşturan çocuklar,dükkanlarının önlerine ağızlarını kapatarak çıkmış esnaflar.
Benim küçük Tyrone'uma,o lanet olası otobüs çarpmıştı gözlerimin önünde.
"Hayır,hayır ona bir şey olmadı."
Otobüs ikinci acı frenle durduğunda insanlar etrafımızda çoktan bir çember oluşturmuştu.
"Hayır,Tyrone."
Şekerlemelerin üzerine basarak adım adım kendi kanıyla kaplanmış bedenine ulaşmıştım.Alnından damlayan o kanlar ruhumu kırmızıya boyayınca dudaklarımdan acı bir çığlık kopmuş ve karanlığımın dört bir yanına yankılanmıştı.
"Tyrone."
Ellerim titremişti,bacalarım uyuşmuştu.Dizlerimin bağı çözüldüğünde onun kanıyla ıslanmış olan yolda,minik kardeşimin yanına doğru dizlerimin üzerine düşmüştüm.
"Hayır,hayır,hayır."
Ellerime bulaşan o kırmızı renk...
Gözyaşlarım durmadan akmıştı,güçsüz kollarım minik Tyrone'umun bedenine ulaşınca onu kollarımın arasına almıştım.
"Tyrone aç ablacığım gözlerini."
Kesik kesik aldığı nefesleri,bedeninin ağırlığı,duygularımın karmaşıklığı,o anların acı dolu gerçeği.
"Ambulans çağırın,yardım edin."
Tyrone'um kollarımın arasında hafifçe gözlerini açmıştı.
"Abla."
Gözyaşlarıma hakim olmayı başararak yüzümü onun kanlı yüzüne yaklaştırmıştım.
"Abla seni çok seviyorum."
"Tyrone,sana bir şey olmayacak ablacığım dayan."
Gözlerim çaresizce etrafımda gezinmişti,bisiklet yamulmuş bir şekilde yerdeydi,Tyrone'um kollarımda acı çekiyordu,kimse bize yardım etmek için elini uzatmamıştı.Dört bir yanımızı saran gözler sadece bizi korkuyla izlemiş ve acımaktan başka hiçbir şey yapmamıştı.Çevremizde ki her bir insan acı çeken bedenlerimizi görmezden gelmişti çünkü onların bedenlerinde barınan ruhları yoktu.
"Abla."
Tyrone'umun sesi giderek boğuklaşıyordu...Hayır,o iyi olacaktı.
"Tyrone dayan ablacığım evimize gideceğiz,japon balıklarımız bizi bekliyorlardır,acıkmışlardır.Hadi aç gözlerini gözlerime bak."
Tyrone'um kanlı minik parmaklarıyla sağ yanağıma dokunmuştu,iliklerime kadar işleyen bir soğukla bedenim titreyince onun küçük bedeninde kırılan kemiklerin sesi kulaklarıma ulaşmıştı.
"Seni çok seviyorum ablacığım,canım çok acıyor."
"Tyrone iyi olacaksın ablacığım,gözlerime bak.Neden peşimden geliyordun,neden?
"Abla senin yanına gidecektim,her zaman ki yediğim o çikolatalı kurabiyeden yiyecektim.Özür dilerim..."
"Tyrone."
Gözyaşlarım çaresizliğimden dolayı ardı ardına akıyordu,dudaklarım kurumuştu,tüm gücümle etrafımda ki kalabalığa seslenmiştim ancak bizi kimse duymak istememişti.Aramızda camdan bir duvar varmış gibi bizleri izlemişlerdi vicdanları çürüyen o adi ruhlu insanlar.
"Yardım edin lütfen.Lanet olası bu yerde kimse niye beni duymuyor?"
Tyrone'um kanlı parmaklarıyla yüzümü kendi yüzüne çevirmişti.Zorlukla aldığı nefesiyle birlikte gülümsüyordu.
"Ablacığım turuncu japon balıklarımıza iyi bak tamam mı,ben iyileşinceye kadar sen ilgilen onlarla."
Yüzüme yerleşen acı gülümsemeyle "Söz veriyorum Tyrone onlara çok iyi bakacağım ablacığım." Demiştim.
Minik kardeşimin dudakları gülümsemeyle biraz daha kıvrılmıştı,onun acı çekmesine zorlukla dayansam da gözlerine sevgiyle bakıyordum ki burnundan gelen kanla birlikte kucağımda öksürmeye başlamıştı.Minik bedeni adeta denizlerin kıyıya çarpan suları gibi sarsılıyordu kollarımda.
"Tyrone gözlerime bak ablacığım lütfen."
Dudaklarından akan kanın ardından gözleri yavaşça sonsuzluğa doğru kapanmış,kollarımda ki bedeni gevşemiş,yüzünde ki gülümseme solmuştu.
"Tyrone."
Yanağımı tutan minik kanlı parmakları saçlarımı okşarcasına kucağına düşmüştü.
Göğüs kafesimdeki acıyla birlikte gözlerimi kapatmış ve onun küçük cansız bedenine sarılarak hıçkırıklara boğulmuş bir şekilde ağlamaya başlamıştım.
O artık yoktu...
Benim manolya kokulu bahçem solmuştu,pembe beyaz çiçeklerle süslenmiş kaderim acının en koyu kırmızısına boyanmıştı.
İnsan kendi kaderini yazabilseydi,hüznün,çaresizliğin,yalnızlığın,kimsesizliğin ne demek olduğunu bilmeden hayatında hep mutlu olacağına inanırdı ama hayır.Yazamıyorduk,kaderimizi,mutluluğumuzu,sevgimizi,hayatımızın en güzel gerçeklerini yazamıyorduk,acizdik.
Sekiz yıl önce annem Tyrone'u doğurmadan bana bir elbise dikmişti,büyüdüğümde giyecektim sözde o elbiseyi.Siyah kumaşın üzerini süsleyen dantel detayları olan o elbise.Tyrone o elbisenin dikimi bittiği gün doğmuştu,annemin intiharından sonra rafa kaldırdığım o elbise şimdi benim minik kardeşimin soğuk toprağa gömülmeden önce bedenimde olacaktı.Ruhum gibi simsiyah olan o elbise kaderimin kırmızıya bulandığı o renkle bir bütün olacak ve henüz yedi yaşındaki manolya kokulu kardeşime son kez veda edecektim.
Teyzem ağlıyordu,Elina abla ağlıyordu,Eron ağlıyordu,pastanede ki tüm çalışanlar ağlıyordu ancak ben ağlamıyordum çünkü acıdan dolayı hissizleşmiştim.
Bir bulut olsaydım eğer kendi kaderimin yazılmış olduğu o defteri bulur ve yazıları silinip hiç var olmayana kadar bir sağanak gibi yağardım.
Minik kardeşim o tabutun içindeydi,korkuyordu,karanlıktaydı,yalnızdı ben ise kalabalıktım,hissizdim,aydınlıktaydım.Yanına gidemiyordum,onu kollarıma alıp saçlarını okşayamıyordum.Minik turuncu japon balıklarımızı besleyemiyordum,en sevdiği çikolatalı kurabiyeden yapamıyordum.Sadece bir kenarda oturmuştum ve olanları izliyordum.
Minik kardeşimin üzerine atılan o topraklar ruhumda birikip bir dağ oluşturuncaya kadar bir köşede sessizce beklemiştim ta ki hissizliğimin en derinliklerinden gelen o acının ruhumu yakıp kül etmesiyle birlikte ayağa kalkıp haykırıncaya kadar.
En kötü,acı ilk kaybım,özürlerle dolu bu ablanı affet,senin ruhuma dolan kırmızınla çizilmiş olan bu çizgiler beni sana götürmeyecek ancak her kaybımın bir simgesi olacak.
"Tyrone."
Buz gibi soğuk toprağı avuçlarıma doldurmuştum,hıçkırıklar içinde sarsılan bedenimle ve gözyaşlarımla haykırmaya başlamıştım.
"Neden Tyrone,neden senin yerine ben değilim orada,karanlıkta yatan?"
Hıçkırıklarım ve gözyaşlarım iç çekişlere dönünceye kadar soğuk toprağı avuçlarımın arasında ısıtmaya çalışmıştım.Herkes gitmişti,teyzem bile yalnız bırakmıştı benim küçük kardeşimi ancak ben onu asla ve asla karanlıkta bırakmayacaktım.
13 Kasım...Bu tarih ilk acı kaybımın tarihiydi,küçük kardeşimin buz gibi soğuk toprağa girdiği ve ruhumun günden güne şeffaflaşıp yok olmaya başladığı,yalnızlığıma gölge gibi düşen,kimsesizliğimi yüzüme çarpan,çizgilerimi bana hatırlatan,siyah küllerimden yeniden doğduğum o tarih.
"Feniks iyi misin?"
Günlerce duyduğum bu sorudan dolayı bunalmıştım,küçük kardeşimin olmadığı bir hayatta iyi olmam imkansızdı ve bunu kimse görmek istemiyordu.Yalandan yüzüme takındığım ifadeler anlamsızdı bana göre fakat insanlar bu ifadelere sığınıyordu.İçim kan ağlasa da gülümsüyordum çaresizce.
"Eron."
Ağlamaktan dolayı morlaşmış gözaltıma acıyarak baktıktan sonra yüzümü ellerinin arasına almıştı.
"Feniks acını ne yapsam dindiremem ancak kendini bu kadar yıpratma,günlerdir sana yemek yediremiyorum,konuşturamıyorum,kardeşin seni böyle görse inan bana çok üzülürdü."
Eron haklıydı ancak yaşadığım kayıplar beni hayata karşı hassas bir insan yapmıştı.Beni kolları arasına almış ve saçlarımı okşayarak öpmüştü.
"Eron benimle bir yere gelir misin?"
Eron benden böyle ani bir tepki vermemi beklememişti.
"Şey ben tabi ki gelirim."
"Hadi o zaman gidiyoruz."
Hayat bizi dikenli tellerle çevrili ve sonsuzluğa uzanmış kör bir kuyuya atıyor ve sessizce izliyordu.Acı içindeki ruhumuza batan o dikenler bizleri yaralarken dudaklarımızdan çıkan çığlıklar o sonsuzluğun içinde eriyip taşa dönüşmüş kalbimize akıyor ve yavaş yavaş o sonsuzluğun içinde yok olmaya başlıyorduk ancak hayat kalplerimize akan yakıcı çığlıklarımız arasında kulaklarımızda tatlı bir melodi gibi fısıldıyordu usulca;umut et.Karanlığın içinde savrulan saydam bedenlerimizle ve erimeye başlayan kalplerimizle gözlerimizi kapatıyor ve bu tatlı melodinin notalarına katılıyoruz.Bütün ruhumuzu ele geçiren umut milyonlarca dallara ayrılarak bedenimize yeniden yaşam veriyor,o dallar çiçekleniyor,sonsuz karanlığın içinde renkler doğup büyüyor fakat hayat bizi bir kez daha kandırdığı için kahkahalar içinde tekme atarak kuyuya,defalarca o aciz ruhlarımızı acıya gönderiyordu.
Yıkılmaya yüz tutmuş eski binaların arasında Eron'la birlikte ellerimizde ki siyah poşetlerle yürümeye devam etmiştik.Havanın soğukluğundan dolayı titreyen bedenlerimize ve pembeleşen yüzlerimize aldırış etmeden sadece ilerlemiştik.
Körpe,siyah bir tamirhaneye vardığımızda terk edilmeye yüz tutmuş sokağın tam ortasında durmuştum ve gözlerimi kapatarak derin bir nefes almıştım.Eron hemen sağımda derin nefesler alarak yürüdüğümüz o yollara uzun uzun bakmıştı.
"Feniks,emin misin?"
Eron'un sözleriyle birlikte gözlerime bürünen o kararlılık duygusuyla başımı olumlu anlamda sallamıştım.Sokağın ortasından tamirhaneye gitmek için elimde tuttuğum siyah poşetle yürümeye başlamıştım.
Yağ ve pas dolu tamirhaneye girmek için bir adım attığımda ciğerlerime dolan koku bana biraz olsun huzuru anımsatmıştı.Eski yaşadığım mahallenin karanlığa terk edilmiş olmasına karşın titrek ışığının yanmaya devam ettiği o tamirci dükkanı bana geçmişimin güzelliklerini anımsatmıştı.Acının olmadığı,kötülüklerin bilinmediği o geçmiş.
Sıcak çaydanlıktan çıkan dumanlar eşliğinde küçük teneke varilin içinden yükselen ateşte ısınmaya çalışan,uzun beyaz sakallı yaşlı adam bizi görünce usulca yerinden kalkmıştı.Kirlenmiş beyaz tüyleriyle yerde uyuyan kediyi rahatsız etmeden yanından geçip gitmiş ve ardından yanımıza gelmişti.
Pembe yanaklarından yayılan gülümsemeye tezatlık oluşturan motor yağı,yaşının vermiş olduğu hafif kambur duruşu,eskimiş kauçuk botları ve soluk mavi gözleriyle bizi karşılamıştı.
"Hoşgeldiniz gençler."
Yaşlı adam soluk mavi gözlerini ellerimizdeki siyah poşetlere çevirmiş daha sonra gülümseyerek ateşlerin yükseldiği küçük teneke varilin oraya gitmemizi işaret etmişti.Onun istediği gibi küçük varilin oradaki kirli kanepeye oturmuştuk.
"Sen birkaç gün önce bana tamir etmem için yamulmuş bisikleti getiren o kızsın değil mi?"
Başımı usulca evet anlamında sallamıştım.
"Kusura bakma kızım hafızam yaşımdan dolayı çok fazla güçlü değil."
"Efendim lütfen kendinize böyle şeyler söylemeyin."
Yaşlı adam beyaz sakallarını ovuşturmuştu ve ardından ayağa kalkarak tamirhanenin diğer bölümündeki,parça alüminyum plakalardan yapılmış oda gibi bir yere gitmişti.Eron ile birlikte o yaşlı adamı beklerken kulaklarımda yankılanan ateşin çıtırtısı beni geçmişime götürmüştü.
Babam tek katlı o şatomuzda sobayı sabahın erken saatlerinde yakardı,o ateşin yaktığı odunlar huzur veren çıtırtı sesleri çıkartırdı.Şimdiyse sadece geçmişin acı dolu anıları kalmıştı elimde,o huzur sönüp gitmişti.
Yaşlı adam yanımıza doğru geliyorken Eron beni eski anılarımın içinden çekip almıştı.
"Feniks,o yaşlı adam geliyor."
Soluk soluğa kalmış olan yaşlı adam kaşlarını çatmıştı.
"Ne oldu?"
Yaşlı adam beyaz sakallarını avuçlarıyla okşadıktan sonra çattığı kaşlarınızı gevşetmişti.
"Kızım benim o bisikleti tamir etmem mümkün değil."
Ayağa kalktığımda omuzlarımda koca bir yük varmış gibi hissetmiştim.
"O bisiklet ama...Benim."
Dudaklarımdan kelimeler dökülmek istemiyordu.Yaşlı adam yüzünde ki ciddi ifadeyi benim üzüldüğümü gördükten sonra değiştirmişti.Eron yanıma geldiğinde ne hissedeceğimi bilememiştim.
"Bir dakika bekleyin."
Yaşlı adam o odaya geri dönmüştü ve tekrar geldiğinde olduğum yerde zırh gibi saplanıp kalmıştım.
Göğsümden aşağıya doğru inen acıyla nefesim kesilmiş,zihnim gerçeği algılayamaz olmuş,gözlerimde ki yaşlar ardı ardına akmaya başlamıştı.
Benim manolya kokulu bahçemin ölümüne sebep olan o bisiklet yeni gibi karşımda duruyordu.
"Ben size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum."
Yaşlı adam pembe yanaklarındaki motor yağını silerek bisikleti usulca yanıma getirmişti.
"Kızım seni korkutmak değildi amacım,senin bu kadar üzüldüğünü görmüş olmaya dayanamayıp,şaka yapmaya son verdim.Beni affet lütfen."
Ellerim,bacaklarım ve ruhum titremişti o bisiklete tek parça halinde dokunduğumda.
"Lütfen benden özür dilemeyin çünkü siz bana kötülük yapmadınız,beni şu anda dünyanın en mutlu bir insanı yaptınız.Eğer bisikleti tamir ettim diyip ilk seferde yanımıza gelseydiniz bu anın değerini şimdi ki gibi hissetmeyecektim."
Soluk mavi gözlerini benim yaşlarla dolu olan gözlerimde buluşturduğunda "Senin gözlerinde görülen o acıyı tamir edebilseydim keşke ancak biz insanoğlunun ruhunu tamir edebilecek tek bir şey var o da inancımızdır ve bu inanç sadece dini bir inanç değildir.Geleceğe inançtır,güzelliğe inançtır,yaşamaya inançtır,kadere inançtır ve en önemlisi kendine olan inançtır." Demişti.
Tyrone'umun bisikletinin direksiyonunu parmaklarımla sıkıca tutmuştum.
"Bu tamir olmuş bisikleti boyayacağız.Japon balığı turuncusuna."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çizgi
General FictionBu hayatta sadece erkekler mi kaybederdi? Hayır. Bu hayatta kadınlar da kaybederdi,hele ki hayatın o koca tekmesini yemiş olan kadınlar...İşte onlar en asil ruhlu olanlar. Dünyaları kalbinin içinden sökülüp soğuk toprağa gömülenler.Kendini soğuk,ca...