Kalp atışlarının hızlandığı o anda duygular yön pusulalarını yitirir ve gözbebekleri,gecenin maviliğinde kulaklarda oluşan tatlı melodiler eşliğinde dans ederler.
Onun gülümseyen gamzeli yüzüne bakınca karnıma dokunan mavi kelebeklerin yumuşak kanatlarını hissediyordum sanki.O andan itibaren aramızda oluşan o garip atmosferi unutmam imkansızdı.Ellerimizde malzemelerle dakikalarca kilerde kalmış ve kahkahalar içinde birbirimizin gözlerinin içine bakmıştık.
On üç yaşımın herhangi bir dönemine girmiştim artık çocuk değildim ancak yetişkin de değildim.Acılarını sırtına her defasında kamçılayan,kardeşinin manolya kokulu bahçesinde yaşayan,ilk kez kalbini bir erkeğe açan,kaderinin yenilgisini kabul etmiş ve genç kızlığına ilk adımını atmış herhangi biriydim.Büyüyordum,dünyanın acımasızlıklarına ve tüm kötülüklerine rağmen derin bir nefes alıp tekrar yeniden başlıyordum.
Eron fırının yanındaki tezgahta pastanenin en meşhur çilekli pastasını yapıyordu,bende Elina ablanın bana verdiği temizlik görevini yerine getiriyordum.Elimdeki ıslak bezle cam kenarlarını silerken usul usul onu izliyor ve bir yandan işimi yapıyordum.Kirlenen bezi temizlemek için kovanın yanına eğilip geri ayağa kalktığımda onu tezgahın başında görememiş ve bir an için meraklanmıştım.Bir anda gözden kaybolması içimde garip bir hissi uyandırmıştı ve sanki o kısa süreli merak kocaman bir gölge gibi kalbime sinmişti.Geri geleceğini kendime hatırlatıp temizliğe geri dönmüştüm fakat aklım ondaydı.
Yerleri silmek için diğer kovayı almaya giderken birisi omzuma dokunmuştu,ben arkama doğru dönmeme fırsat kalmadan birisi beni kolumdan çekiştirmeye başlamıştı.Şaşkınlıkla içerisinde beni çekiştiren kişiye bakınca onun benim küçük Tyrone'um olduğunu anlamıştım.
"Tyrone,ne oldu ablacığım."
Tyrone ela rengi olan küçük gözleriyle gözlerime bakmış ve muzipçe gülümsemişti.Bana cevap vermek yerine beni arka bahçenin kapısına doğru çekiştirmeye devam etmişti.Tyrone kahkaha atarak bahçe kapısını açınca beni bırakmış ve karşı tarafa doğru koşmaya başlamıştı ki ben daha neler olduğunu idrak edemeden ellerimi yüzümde birleştirmiştim.
Ahşap masanın tam ortasında kocaman bir çikolatalı pasta vardı ve etrafında Eline abla,teyzem Helen,Tyrone ve onun yanında ki Eron ile birlikte diğer çalışanlar alkışlayarak bana bakıyorlardı.Ellerimi yüzümden çekince yanaklarımın kızarmış olduğunu bilsem de umursamamıştım.
"Pastanemizde ki üçüncü yılın kutlu olsun Feniks."
Herkes hep bir ağızdan söylediğinde kendimi mutlu hissetmiştim.Aslında beni mutlu eden sadece bu küçük sürpriz değildi,bu dünyada yalnız olmadığımı bilmek de beni mutlu etmişti.Üç yılda kocaman bir ailem olmuştu.
Masaya doğru nemli gözlerle gittikten sonra pastada ki mumları üflemiştim ve sırayla herkesle sarılmıştım.Sıra Eron'a gelince Tyrone yine o muzip gülümsemesiyle bana bakmış ve kahkaha atmamak için ağzını avucuyla kapatmaya çalışmıştı.Eron diz çökerek Tyrone'a sağ elini uzatmıştı ve Tyrone'um da onun eline uzanmıştı.
"Bravo ortak ablanı kandırmayı başardık."
İkisi tokalaşırken Elina abla ve teyzem yanıma gelmişti.
"Feniks bu günü bize Eron hatırlattı ona teşekkür etmeyecek misin?"
Elina abla omzuma dokunmuş ve o kibar gülümsemesiyle gözlerime bakmıştı.Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiştim.Eron benim için özel bir şeyler yapmış ayrıca küçük Tyrone'umla arkadaş olmuştu.Eron ayağa kalkınca ona teşekkür etmek için elimi uzatmıştım ki onun benden üç yaş büyük olmasının avantajını kullanarak bedenimi kendine doğru bir anda çekmiş ve bana sıkıca sarılmıştı.Kalbimde ki o mavi kelebekler tekrar kanat çırpmış ve ruhuma doğru yol almışlardı.Ben de ona sıkıca sarılmıştım.
Mesafeler hayatın kaçınılmaz oyunlarından biriydi ve ben o oyunun içinde saklanıp kalmak istiyordum ancak yapamadım.
Günler sonra her zaman olduğu gibi okuldan çıkıp pastaneye doğru gidecektim ki lisenin giriş kapısında Eron ve Tyrone'u görmemle şaşırmıştım.Tyrone'a bir şey olduğunu sanıp korkmuştum fakat korkum boşa çıkmıştı.İki ortak gülümseyerek ağacın gövdesine yaslanmışlar beni bekliyorlardı.Koşar adımlarla yanlarına varınca Tyrone kucağıma atılmıştı.
"Abla lütfen Eron abimle birlikte sinemaya gidelim...Ne olur."
Benim olumsuz cevap vermeme fırsat kalmadığından Tyrone için tamam demiştim.Eron gamzeli gülümsemesiyle çantamı sırtımdan alıp omzuna takmış ve avucumu usulca kendi avucunun içine almıştı.
Tyrone önden zıplaya zıplaya gidiyor bizde onun peşinden el ele yavaş yavaş yürüyorduk.Mideme küçük kramplar giriyor ve belimden aşağıya soğuk sular dökülüyormuş gibi hissediyordum.
Eron'un güven veren kahverengi gözleri ruhumdaki mavi kelebeklere dokunmuş ve iki renk birbirine karışıp gökyüzüne doğru havalanıp uçmuştu.
Sinemanın önüne geldiğimizde Eron elimi bırakmamıştı.
"Tyrone sana teşekkür ederim dostum sen olmasaydın bu güzel kız bizimle hiç gelmeyecekti."
Benim küçük Tyrone'um gururlanarak göğsünü kabartmıştı.
"Eron ağabey tabi ki de benim güzel ablam bizimle gelecekti."
Tyrone tek gözünü kırpmaya çalışırken iki gözünü defalarca kırpınca kendimi tutamayıp kıkırdayınca gözlerim Eron'a kaymıştı.Beni o muhteşem gamzeli gülüşüyle izliyordu.
Avucumu tutan eliyle beni kendine doğru çekerek kulağıma eğilmiş ve "Gülmek sana çok yakışıyor Feniks.Seni seviyorum." demişti.Utanmıştım ancak ona duygularımı saklamak istemiyordum bende onun yaptığı gibi kulağına yaklaşmak için parmak uçlarımda yükselmiştim.
"Bende seni seviyorum Eron.Ortağınla beni çok mutlu ediyorsun."
Ayaklarımı zemine bırakmadan önce Eron beni kollarının arasına almış ve sıkı sıkı sarılarak kokumu içine çekmişti.
Birbirimize karşı hissettiklerimizi çok garipsiyordum.On üç yaşımdaydım evet,küçük olmakla büyümek arasında ki o yaşımda ilk kez aşık olmak ne demek onu öğreniyordum ve bu gerçekten garipti.İnsanların hep birbirlerinin ruhlarını ve göğüslerinin altında yatan o güzel kalpleri sevdiğini düşünürdüm ama hayır...
En güzel üçüncü ve diğer kayıplarım...Hafızama kazınan o mavi ve kahverenginin en masum tonunu kendi ellerimle küllerin arasına gömdüm.Ruhumu ve senin bana verdiğin diğer renkleri de siyaha boyadım ve külleri ateşe verdim.Gökyüzüne dumanı karışıp sonsuza dek kaybolsun diye defalarca yaktım.
Her günümüz neredeyse beraber geçiyordu.Eron ve ben okul çıkışında buluşuyor beraber pastaneye gidiyorduk.Tyrone anaokulundan gelerek pastanenin içindekilere şakalar yapıyor herkesin gönlünü fethediyordu.
Mutluydum,yaşadığım onca acılara teker teker merhem sürüyordum.İlk kez aşık olmuştum ve bu çok garip hissettiriyordu.Bir yıl öncesinde böyle güzel şeylerin olmasına ihtimal vermezdim ancak hayatta her zaman kötü şeyler olmuyordu.
Öğlen yemeği için pastanenin arka bahçesinde her gün üçümüz toplanıyorduk.Evden hazırlayıp getirdiğimiz yiyecekleri yada pastaneden aldıklarımızı çimlerin üzerine serdiğimiz ince beze bırakıyor,büyük ağacın gövdesine yaslanarak meltemle birlikte sallanan yaprakların huzur verici sesleriyle karnımızı doyuruyorduk.
Bir gün öğle yemeğini Tyrone olmadan yemek zorunda kalmıştık.Anaokulu öğretmenleri ve arkadaşlarıyla yapacakları sınıf etkinliği için öğlen izin almışlardı teyzemden.Onun bu kısa yokluğunda bile kendimi yalnız hissetmiştim.Benim küçük Tyrone'um büyüyordu ve ablası onun için her şeyi feda etmeye hazırdı.
Eron elindeki son lokmayı yedikten sonra derin bir nefes alıp sırtını çimlere atmıştı.Gözlerini açık mavi gökyüzüne çevirmiş ve gülümsemişti.Beni de kendi yanına çekerek uzanmamı istemişti. Sırtımı onun yaptığı gibi çimenlere bırakmış ve açık mavi gökyüzünü izlemeye koyulmuştum.
"Feniks."
Eron parmaklarını benim parmaklarımın arasına almış ve gözlerini kapatmıştı.
"Eron iyi misin?"
"Feniks sadece derin bir nefes al ve gözlerini kapat."
Kendi kendime gülümseyip onun dediğini yapmıştım.Derin bir nefes almış ve gözlerimi kapatmıştım.
"Hayal et Feniks.On yıl sonra kendini nasıl görüyorsun?"
Kendime daha önce hiç bu soruyu sormamıştım.Kendimi on yıl sonra ve gelecekte nerede görüyordum?Bazı soruların cevapları verilemeyecek kadar bilinmezdi ama ben çocukluktan kalma masumluğumla ona o saniyelerde cevap vermiştim.
"Sonsuz maviliğin içine karışmış kahverengi bulutların arasında."
Eron yerinde huzursuzca kıpırdanmıştı çünkü söylediğimi anlamamıştı.Onun parmaklarına parmaklarımı daha sıkı kenetleyerek gülümsemiştim tekrar.
"Eron seninle ölünceye dek birlikte olmak istiyorum,sadece seni sevmek ve sadece senin yanında mutlu olmak istiyorum.Hayatımın on yıl sonrasında bile hep sen ol istiyorum."
Eron ne demek istediğimi anladığında yerinden doğrulup bana "Gözlerini aç Feniks." Demişti.
Onun dediğini yaparak gözlerimi usulca açmıştım.Odak noktamda mavi renkte,parıldayan bir kelebek görmüştüm.Şaşkınlıkla doğrulup çimenlerin üzerine oturmuş ve Eron'un elindeki kelebek figürlü bilekliğe bakakalmıştım.
"Bu güzel kelebek senin."
Eron elindeki kolyeyi nazikçe bileğime takmış ve bilek eklemime küçük bir buse kondurmuştu.Kalbim hızla çarpıyordu ancak beni kendime getiren ses Tyrone'un neşe saçan cıvıltısı olmuştu.
Tyrone sırt çantasını yere atar atmaz kucağıma kedi yavrusu gibi sokulup yatmıştı.Onun küçük bedenine sıkıca sarılırken gözlerim Eron'un gözlerini bulmuştu.Dudaklarımı kıpırdatarak "Teşekkür ederim Eron.Bu bilekliği hep takacağım." Demiştim.O da bana tek gözünü kırpmış ve gülümsemişti tam kalbini göstererek.
Mutlu olmanın tarifi yoktu,mutlu olmanın formülü yoktu,mutlu olmanın kaderi yoktu,mutlu olmanın tek kuralı vardı ve o da sevdiklerinle birlikte olmaktı.
Tyrone kollarımın arasından gözlerime bakarak "Bugün o çikolatalı kurabiyeden yok mu?" Dediğinde yüzüme yayılan gülümsemeyle "Olmaz mı benim küçük kurabiye canavarım." Demiş ve onunla ayağa kalkmıştım.Eron gülümseyerek Tyrone'un yanaklarını sıkmıştı.
"Görüşürüz ortak ablana iyi bak benim bugünkü görevim kasaya yardım etmek.İmalathanede olamayacağım maalesef."
Benim küçük Tyrone'um asker gibi durarak "Ablam bana emanet saygıdeğer ortağım." Demişti.Üçümüz birlikte kahkaha atarak pastaneye geri dönmüştük.
Bir yıl boyunca günlerimiz hep mutluluk içerisinde geçip gitmişti.Eron'la aramızdaki aşkı herkes öğrenmişti hatta Elina abla ve teyzem bile.Kimse ikimiz arasında ki aşka engel olacak bir şeyler yapmamıştı yada herhangi olumsuz bir şeyler söylememişti.Bir insanı sevmenin değerini herkesin biliyor olması bana mutluluk veriyordu ve psikolojik olarak kendimi daha özgüvenli hissediyordum.
Hayatımın güzel olacağına yemin ederek yaratıcımıza dua ediyordum her gün fakat hayatımızda ki en büyük duanın kabul olmayacağını hissetmek acı vericiydi.Kokularla ağlamak,renklerle gözyaşı dökmek,kaderin aynasına bakarak kahkaha atmak...Hiçbir güç engelleyemiyordu ruh da ki acıyı...Ruhun yavaş yavaş karanlığa gömülmekten başka çaresi yoksa acısının dinmesi için,saniyeler sonra beyazlara bürünmüş mumları kendi alevini söndürür ve karanlık bile ölürdü senin yalnızlığınla dans ederken.
Yağmur buğulu camıma,kaderimin ruhumu acıtan o küçük taş parçacıklarının sesini andırarak yağıyordu.Yavaş yavaş karanlığa gömülen caddede insanlar koşuşturuyor,bir sağa bir sola gidiyorlardı.Yaşadığımız anıların ruhumuzu delip geçen o asitli yağmurundan kaçamadığımız gibi günahlarımızdan da kaçamıyorduk.Hep sağa sola koşuşturuyor ancak hiçbir yere varamıyorduk.O yağmur ruhumuzda birikiyor ve en sonunda bu kötü dünyada yok olup gidiyorduk.Gözlerime dolan yaşlar yanaklarıma doğru usulca süzülürken elime aldığım turuncu renkli kalemle yağmurun damlalar şeklinde bıraktığı izlerle dolmuş buğulu camın kuru yüzüne kocaman yazılarla '13 Kasım' yazdım ve hıçkırıklarımın,sessizliğe yemin etmiş odada yankılamasına izin verdim.
Babamın yaptıkları,kardeşimin zorluklar içindeki doğumu,annemin intiharı,evimi terk etmiş olmam,hayatta ki bütün acılara katlanmıştım,daha kötülerine de katlanabilirdim ama o güne katlanmaya çalışmak ruhumun iskemlesine tekme atarak ölmesini beklemekti.Sihirli bir değneğim olsa kaderimde o tarihi siler ve o tarihten bir gün öncesine giderek sonsuza dek aynı günde kalmayı isterdim ancak imkansızdı.Geçen zamanı geri saramıyor yada durduramıyorduk.
Bedenimin yaşadığı fakat ruhumun öldüğünü bildiğim tarih...13Kasım.
On beş yaşımın bitip yeni yaşımın başlayacağı en güzel dönemlerindeydim ve hayatımda ki tüm tarihleri sileceğime yemin etmiştim fakat buzlu camlardan kendime ördüğüm sığınağımın tavanından yansıyan o tarih geleceğime,geçmişime ve şimdiki zamanıma atılmış siyah mürekkepli imza gibiydi.Unutmak istemiyordum,unutursam bedeninim ve aciz ruhumun o güzel kokunun içinde hiç var olmamış gibi yok olup gideceğini biliyordum.
En kötü ilk kaybım,benim minik Tyrone'um.Üzerine yorgan olarak serdiğin o toprağı senin için ısıtamadım,gecenin karanlığında senin güzel bahçeni süsleyen o yıldız olamadım,gülümseyen yüzündeki o manolya çiçeği olamadım,umutlarını ve hayallerini yazdığın o kağıt parçası olamadım,korktuğunda kollarına sığındığın o güzel ablan olamadım.Affet beni miniğim,affet ki aciz ruhum azap çekmekten kurtulsun...
Yaz mevsiminin en sıcak günlerindeydik.Okullar yaz tatiline gireli haftalar olmuştu ve sokaklar neşe içinde kahkaha atan çocukların cıvıltıları ve oyunlarıyla doluydu.Kucağımda ki not defterini sıkı sıkı tutmuş ve hızlı adımlarla pastanenin yolunda aceleyle yürümüştüm.Yaz kursları yüzünden sürekli meşgulken birde pastanenin artan iş yükü omuzlarıma çökmüştü.Sıcaklığın verdiği bunalma ve terin tende oluşturduğu yapışkanlık hissiyle birlikte stres günden güne çekilmez bir hale gelmişti.O günün koşuşturmasının son yeri olacak pastaneye gitmeye devam ediyordum,pastanenin yolundaki trafik ışığından sağa dönmüştüm.Kırmızı boyalı ve altın renginde ki yazılarla süslenmiş tek katlı ve bahçeli pastanenin siluetini gördüğümde derin bir nefes almıştım.Birkaç adım sonra ön kapıdaki kalabalığın içinden usulca geçmek için yürümeye devam ediyorken beni durduran kişi Eron olmuştu.Benim aceleme rağmen kolumdan beni kavramış ve gelişen vücudunun avantajıyla kolları bana sarmıştı.
"Feniks biraz yavaşlasan diyorum."
Gamzesini göstererek gülümsemişti bana.Havanın sıcaklığı,yaz kursunun bitmeyen dersleri,pastanenin artan işinin stresi ve yere düşen defterim daha da gerilmeme sebebiyet sağlamıştı ancak onun kollarında ki güven duygusu her şeyi bir kenara bırakmama yetip artmıştı.
"Eron bilmiyorum,bütün yükün omuzlarımda olduğunu hissediyorum sanırım."
Eron kollarını bana daha sıkı kenetlemişti.
"Derin bir nefes al,sen harika bir kızsın üstesinden gelirsin her şeyin."
Onun söylediği gibi derin bir nefes alarak kollarından usulca çıkmış ve gülümsedikten sonra pastaneye girmiştim.Beni huzursuz eden bir şeylerin olduğunu hissediyordum ancak hissettiğim şeye bir isim bulamamıştım.Bütün sonucu strese ve yorgunluğa yükleyerek pastane önlüğümü giymiştim.
Özel tarifli kurabiyeyi yapma görevi bana düşmüştü o gün.Artan siparişlerden dolayı hızlı olmaya özen gösteriyordum.Tarifteki malzemeleri tek tek karıştırmış ve hamuru küçük bezeler haline getirdikten sonra yuvarlak şekil verdiğim hamuru tepsiye sırasıyla dizmiştim.Üçüncü tepsi bitirmeme birkaç hamur bezesi kalmıştı ki Tyrone'un o huzur verici kahkahası pastanede yankılanmıştı.Benim gibi yaz kurslarına gitmiyordu o,teyzem yaşı küçük olduğundan dolayı çocukluğunun ve sokakta arkadaşlarıyla oynamasının tadına varmasını istemişti.
Tyrone onca çalışanın arasından beni bulup yanıma gelmiş ve belimden bana sıkı sıkı sarılmıştı.Onun masum ve sevgi dolu hareketine karşılık vermemiş ve hamur bezelerini yuvarlayıp tepsiye dizmeye devam etmiştim.
Tyrone'um o anda yaşadığı hayal kırıklığının bir gün beni kor alevlere atıp yakacağını bilememiştim o an.Küçük parmaklarında ki o sevgiye karşılık verememiştim,onun küçük kalbinde ki o koca 'Ben'i görememiştim.
Tyrone benden adım adım uzaklaşmış ve gözden kaybolmuştu,içimde ki huzursuzluk yüzünden onun yanına gitmek istemiştim ancak gitmeyi başaramamıştım.Hamur bezelerini yuvarladığım tepsileri fırına koymak için aceleci davranmış aynı zamanda minik Tyrone'umun nerelerde olduğunu bilmek için etrafımda göz gezdirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çizgi
General FictionBu hayatta sadece erkekler mi kaybederdi? Hayır. Bu hayatta kadınlar da kaybederdi,hele ki hayatın o koca tekmesini yemiş olan kadınlar...İşte onlar en asil ruhlu olanlar. Dünyaları kalbinin içinden sökülüp soğuk toprağa gömülenler.Kendini soğuk,ca...