Derin'den
Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı, gözlerim hafifçe büyüdü. Susuzluktan kurumuş dudaklarım, hafif bir sızıyla ayrıldı. Su dolu bardak ellerim arasından kayarken kendime geldim ve ani bir refleksle bardağı tekrar avuçlarım arasına aldım. Üzerime biraz su sıçramıştı ama mühim bir şey yoktu. Gözlerim tekrar Toprak abinin gözleriyle buluştu. Bana acıyarak bakıyordu.
Üzerinden bu kadar vakit geçmesine rağmen benim hala ateşlendiğimde onu sayıklamam haksızlıktı. Ama bu küçük metal bir parçanın ondan katbekat güçlü olan insanın canını yakmasında olduğu gibi bir haksızlık değil, bir annenin çocuğunu aylarca karnında taşıyıp üzerine bin bir sancıyla doğum yapmasının ve aylarca ona bakmasının üzerine o çocuğun ilk kelimesinin 'mama' falan olması gibi bir haksızlıktı. O benim için biraz daha acı çekmeyi göze alamamış ve intihar etmişken benim ona yıllardır aşkla bağla olmam, onun için değişmem, kendi kimliğimden vazgeçmem gerçekten büyük haksızlıktı. Hem bana, hem aşkıma...
Gözlerimi kaçırdım ve sertçe boğazımı temizledim. Ellerim arasındaki bardağı dudaklarıma götürüp büyük yudumlar almaya başladım. Susamıştım. Ellerimdeki bardak boşaldığında üzerimdeki yumuşak battaniyeyi kenara ittirdim ve bacaklarımı yataktan sarkıttım. Boynumu sağa sola gerdirdim ve yere sağlamca basıp ayağa kalktım. Ayaklarımın çıplak olmasını umursamadan odanın kapısına yöneldim. Birkaç adım atıp omzumun üzerinden toprak abiye döndüm. Battaniyeyle ilgileniyordu. Çatallaşmış sesimle "Saat kaç?" diye sordum. Odada ışık yandığı için dışardaki durumdan haberdar değildim. Belki de güneş çoktan doğmuştu.
Elindeki işi bırakıp kolunu silkeledi ve saatinin aşağıya kaymasına sebebiyet verdi. Siyah ve açık mavi barındıran saatine bakıp bana döndü ve "Altıyı çeyrek geçiyor," dedi. Kafamı sallayıp önüme döndüm ve yorgun adımlarla çıktım odadan. Normalde bu kadar uyuyabilen biri değilim ama bugün sanırım hasta olduğum için bu kadar uyuyabilmiştim. Belki de ruhum kendini umudu olmayınca savunmasız hissetti ve bana da uyumamı emretti. Beş altı saat uzun bir zaman sonuçta, hele ki günlük dört saatten fazla uyumayan biri için...
Mutfağa girdiğimde bardağı tezgaha bıraktım ve dolaba yöneldim. Buzdolabının kapağında bulunan cam şişeye gözlerim parlayarak bakarken hemen yanında bulunan içki şişesine tiksintiyle baktım. Çocukluğumun zehriydi alkol. Babamsa panzehirim olma görevini üstlenmiş prensim...
Yarısı suyla dolu, cam şişeyi alıp dolabın kapağını kapattım. Bardağa su doldururken yine dalmışım ki bardaktaki su taşmıştı. Islak tezgahı göz ardı ederek bardağı dudaklarıma götürdüm. Ateşim düşmüş olabilirdi ama hala susuzdum. Bardaktaki suyun bittiğini fark ettiğimde şansıma küfredip şişede kalan son suyu da bardağa döktüm. Yarısını bile doldurmamıştı bardağın ama umursamadım ve onu da diktim kafama. Bu şişenin üç bardak falan doldurması gerekiyordu elimdeki bardakla ama benim dalıp gitmelerim sayesinde su ziyan olmuştu. Umursamayıp cam şişeyi suya tuttum ve su doldurma işini Toprak abiye bırakarak mutfaktan çıktım.
Yatak odasına geri döndüğümde Toprak abi yoktu. Kaşlarım çatıldı. Arkamdan kapı sesi gelince hızla arkamı döndüm. Büyümüş gözlerimi ona diktim ve "Neden sessiz geliyorsun?" dedim sessiz ama dehşet dolu bir sesle.
"Hemen arkandaydım, Derin. Koridorda da öyle," dedi ve gözlerini kısıp baştan aşağı süzdü beni. Sonunda dudaklarını araladığındaysa benim de cevabından emin olmadığım bir soru sordu. "Sen iyi misin?"
"İyiyim." Değilim.
Söylediğim yalana rahatça inanmıştı. "Sen yatacak mısın tekrar," dedi yatağı işaret ederek. Kafamı iki yana sallayarak reddettiğimde hiç itiraz etmeden yatağa yöneldi. Muhtemelen ben gelmeden uyuduğu uykuyla duruyordu. Uyumak onun da hakkı, bana bakmak zorunda değildi, diye düşünerek onu yalnız bırakmaya karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçurum Kenarında
Chick-LitDerin Çakıl HANÇER Büyük aşkını uçurum kenarında kaybetmiş, ölesiye sevdiği babasının genlerini taşımadığını öğrenmiş, alkolik bir annenin elinde büyümüş, yaralı ama güçlü kız... Güçlü görünen bir kız... Egemen KAYA Doğuştan katil olmanın verd...