seninle üç ay - 1. bölüm

3.7K 208 25
                                    

NOT= birinci bölümü sonunda yayınladım. yorumlarınız benim için çok önemli. hikayenin gidişatını belirleyecek olan şey sizin yorumlarınız. Bu ilk bölüm olduğu için sadece Kyungsoo'nun ağzından yazdım. ikinci bölümde başkalarının ağzından da yazacağım.

-KYUNGSOO-

   "Ne yapmayı düşünüyorsun?" Tao önümde sinirle soluyordu.

   Gözlerimi önümdeki kağıttan ayırmadan omuz silktim. "Hiçbir şey."

   Elindeki kahve fincanını sert bir şekilde masaya bırakmasıyla çevredeki masalardan birkaç kişi bize dönmüştü. Daha fazla dikkat çekmemek için fısıltıyla konuştu. "Saçmalama. Ameliyat olman gerekiyor."

   Gözlerimi önümdeki kağıttan çekip Tao'ya diktim. "Son üç ayımı hastanede geçirmeyeceğim."

   "Doktor ameliyat olursan yüzde on ihtimalle kurtulabileceğini söylemedi mi?"

   Ellerimi masanın üstünde yumruk haline getirdim. "Abim için de aynı şeyi söylemişlerdi."

   Tao'nun gözleri doldu. Dudağını ısırıp "Üzgünüm. Sadece seni kaybetmek istemiyorum, Soo." dedi çatallı sesiyle.

   "Benim için fazla endişelenme sulu göz."derken gözüme kağıttaki yirmi altıncı madde (26. madde: bulunduğun ortamdaki en güzel kişiyi öp.) takıldı. Gülümseyerek ayağa kalktım.

   Tao şaşkınlıkla gözlerini açtı. "Ne yapıyorsun?"

   Göz kırptım. "İzle ve gör."

   Kafeye ilk geldiğimde cam kenarında oturan çocuğa baktım. Hâlâ aynı yerde oturuyordu. Tek fark şu an karşısında -arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim- birisi vardı.

   Kafede bulunan kişileri tek tek gözden geçirdim. Aynı tahmin ettiğim gibiydi. Cam kenarındaki bal rengi saçları olan çocuk, kafedeki en güzel kişiydi.

   Oturdukları masaya yaklaştım. "Afedersiniz?"

   Başını yukarı kaldırdı. Gözleri kahvenin en açık tonundaydı. Biçimli kaşlarını kaldırmış, ince dudaklarını büzmüş bana bakıyordu. "Buyr..." Sözünü tamamlamasına izin vermeden dudaklarına yapıştım.

   Gözlerini kocaman açmış, hareketsiz duruyordu. O da gözlerini benim gibi kapatmamıştı.

   Dilimi alt dudağının üzerinde dolaştırdım. Nefessiz kalmış olacak ki dudaklarını araladı. Dilimi ağzının içine sokup diliyle birleştirdim.

   Şaşkınlığını üzerinden atmıştı. Beni ittireceğini fark ettiğimde alt dudağını ısırarak bıraktım. Birkaç adım uzaklaştım. Ne söyleyeceğini bilemez bir hâli vardı. Hızla bulundukları masadan uzaklaşıp kafenin çıkış kapısına doğru yürümeye başladım.

   Kafenin çıkış kapısına ulaştığımda Tao'nun bulunduğu masaya baktım. Ağzı ve gözleri aynı orantıyla büyümüştü. "Hesabı sen öde. Ben Sehun'un evine gidiyorum." diye bağırdım kafeden çıkmadan önce. Tao'nun şaşkın ifadesini hatırlayınca çevredekilerin tuhaf bakışlarına aldırmadan yüksek sesle güldüm.

   Arabama binip Sehun'un evine doğru sürdüm. Lanet olasıca apartmanın önünde durduğumda derin bir nefes aldım. Hangi gerizekalı bu kadar yüksek bir bina yapardı ki? Ev dediğin EN FAZLA iki katlı olur. Burada kalmayacağımı, yalnızca valizimi geri almaya geldiğimi kendime hatırlatarak rahatlamaya çalıştım. Hayır, yüksekten korkuyor falan değilim. Sadece yüksekten hoşlanmıyorum.

   Asansör on üçüncü kata geldiğinde hâlâ bu salak Sehun'un neden en üst katta oturduğunu düşünüyordum.

   Asansörden çıkıp sabah geldiğim evin kapısını çaldım. Kapının zili çalar çalmaz kapı açıldı. "Beni kapıda falan mı bekliyordun?" Sırıtarak sordum Sehun'a.

seninle üç ayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin