Oldukça sıradan geçen bir öğlen arasında su almaya diye gittiğin kantinden uzun bir süre dönmeyince meraklanıp seni aramak için yerimden kalkıyordum ki nefes nefese sınıfa girdin. O an sana bir şey oldu sanıp telaşeye kapılmıştım ki yanıma gelip sıraya oturdun ve şunları söyledin :
" Bu hafta sonu okul kamp yapmaya götürüyormuş, itiraz falan istemiyorum kesin geliyorsun."
Suratına uzun bir süre boş bakınca kaşlarını çatıp ne olduğunu anlamaya çalıştın, kendime gelip sana anlattığımda büyük bir kahkaha kopardın ve abartığımı söyledin. Abartmamıştım, sana bir şey olduğunu düşünmek o an hayatımdan birkaç yılı götürmüştü.
Beni ikna ettin ve senin o çocuksu heyecanınla birlikte kamp alanına geldik. Hocalar, çadırlarda kimle kalacağımıza karışmadı ve birlikte kalacağımız çadırı zar zor kurduk. Herkes çadırlarını kurunca kısa bir dinlenmeden sonra hocaların gözetmenliği altında yürüyüşe çıktık.
En fazla 15 dk sonra beni " elini bile tutamıyorum bu ne biçim kamp " diyerek gruptan uzak bir yere sürükledin. Bu hareketini ne kadar doğrulamasamda çok hoşuma gitmişti, yarım saat sonra ormanda kaybolduğumuzu anlayana kadar tabi.
Hiçbir yön duygusu gelişmemiş olan biz koca ormanda senin yüzünden kaybolmuştuk. Bir süre geldiğimiz yoldan giderek grubu bulmaya çalışsak da sonuç hüsrandı.
Sonra çok geçmeden karşımıza tren rayları çıktı ve o an rayları takip etmekten başka mantıklı bir seçeneğimiz yoktu.
Raylarda yürümeye başladığımızda tek düşündüğüm yolun sonunda The Walking Dead' deki gibi insan eti yiyen bir topluluk ile karşılaşmamaktı.
Neyseki bir saatlik eziyet gibi yürüyüşün ardından kamp alanının yerini gösteren tabelalar sayesinde kamp yerine ulaşmış, güzel bir şekilde azarlanmıştık.
Bir haftalık tuvalet temizleme cezası ise o an bizi "keşke rayların sonunda insan eti yiyen birileri olsaydı" diye düşünmeye itmişti.