EKSİK İNSAN

29 4 1
                                    

Perdeyi açtığında havanın hala aydınlanmamış olduğunu gördü. Kuşlar bile henüz uyanmamış, sabah ezanı okunmamıştı. Yeniden kapattı perdeyi, o sırada gece lambasının puslu ışığı perdenin isli yüzünü göstermişti ona. Beyaz basma, sarı ila kahverengi arasında bir renge dönüşmüş, minik çiçek desenlerinin renkleri ise koyulaşmıştı. Önemi yoktu onun için, o an önemsediği tek şey ne kadar susadığıydı. Hava çok sıcaktı ve bu çatı katı sanki ona yaşarken cehennemi yaşatıyordu.

Ortası iyice çukurlaşmış yatağının yanındaki, belki de yüz yaşında olan komodinin üzerinde duran cam sürahiye yaklaştı. Sürahinin tam arkasındaki lambanın puslu ve kırılgan ışığı, suyun içinde dans ediyordu. Bir süre, titreyen ışığın suyun içindeki dansını izledi. Sonra da bir bardak su doldurdu kendine. Bir dikişte bitirdi bardağına koyduğu suyu. "Çok sıcak," diye söylendi içinden. Zaten artık hep içinden konuşuyordu. Yatağının karşısındaki ceviz masanın üstünde, özensizce duran kitaplarına baktı. Sonra da yatağına... Yıkanmaktan rengi solmuş ve kumaşı aşınmış yastık kılıfı ve çarşafına uzun uzun baktı.

Hava çok sıcaktı. Tıpkı o gün gibiydi. Yine bir Ağustos sıcağı, insanın nefesini kesiyordu. Hatırlıyordu, ama artık hatırlamak istemiyordu. Ne yapabilirdi? Onun sesi vardı kulaklarında, "Gitme," diyordu, "çünkü gidersen ölürüm,"

Dakikalar geçmiyordu yine. Tekrar yaklaştı pencereye, perdeyi araladı. Hala karanlıktı. Penceresinin baktığı sokakta hiçkimse yoktu. Bir kedi, ya da bir köpek de yoktu. Sokağa hiç uyandırılamayacakmış gibi görünen bir ölüm uykusu hakimdi. O ise hala bağırıyordu, "Gitme," diyordu, "çünkü gidersen ölürüm,". Kulaklarındaki çınlamayı durdurabilecek hiçbir ses yoktu. Aradan geçen onca yıl boyunca da olmamıştı.

Gitmişti. Ardına bakmadan çekip gitmişti.

Ardında bıraktığı ise ölmüştü.

Gittikten tam bir hafta sonra dönmüştü.

Ardında bıraktığı ise tam bir hafta önce ölmüştü.

Tüm hikaye bundan ibaretti.

Şimdi bir de, masanın üstünde duran kitapların yanında saman kağıda, dolma kalemle yazılmış bir not vardı,

Seni çok sevdim, kendinden bile esirgerdim seni. Seni pamuklara sarıp, tüm kötülüklerden korumak isterken, öldürdüm seni. Seni ben öldürdüm. Herkes 'intihar' dedi, belki görünüşte öyleydi. Oysa ben öldürdüm seni. Ve yıllardır eksiğim. Öyle eksiğim ki hayalin bile tamamlayamıyor beni. Bir anlık kızgınlıktı benimki. 'Asla dönmeyeceğim,' dedim. Lakin ben döndüm, ama sen dönmedin.

Niye yazıyorum ki bunları, sanki okuyacakmışsın gibi... Ah, sevdiğim, birtanem, nâr çiçeğim... Sanırım cezamı fazlasıyla çektim. Artık bekle beni, geleceğim.. "

Tam bir hafta sonra, bir akşam üzeri sokağın sessizliği bozulmuş gibiydi.

"Şu eski apartmanın çatı katında oturan yaşlı adam bileklerini kesmiş, bizim kapıcı söyledi,"

"Ne derdi varmış ki?"

"Akli dengesi yerinde değilmiş diyorlar, kimi kimsesi de yokmuş"

"Yazık ya adama..."


DÜŞ KIRIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin