Buraya kitabı okumaya başladığınız tarihi yazabilirsiniz..
***
Yağmur, insanları suyuyla ıslatmak için gökten düşmüş, bense sarı yağmurluğumu giyinerek göğün getirdiğinden saklanmıştım. Adımlarım yağmura eşlik etmiş, buraya getirivermişti. Kalabalıktan kaçmak istercesine doğanın kollarına, mor çiçeklerin arasına sokulmuştum. Yağmur sonrası toprak kokusuna karışan çiçeklere has koku, burnumda bir süre misafir olup genzime dolarken ne zaman kapalı olduğunu unuttuğum gözlerimi açtım.
Yeryüzünü sularıyla sırılsıklam yapan yağmur bitmişti lâkin yerini renklerin birbirine kucak açıp oluşturdukları gökkuşağına bırakmıştı. Kulağıma şırıltısı çalınan çeşmenin üzerine, renk cümbüşüne ev sahipliği yapan gökyüzü, yansımıştı. Gözlerimde can bulan eşsiz bir tablo vardı âdeta. Kafamın içinde susmak bilmeyen düşünceler bile bu görüntüyle susmuş, kilitli sandıklara gömülmüşlerdi.
Huzur, üzerime uzun zaman sonra tekrar örtünmüş ve kollarım arasına alınmıştı. Kalbimde huzur, kulağımda doğanın getirdiği senfoni, burnumda muazzam ferahlatıcı koku vardı.
Bu ölü doğmuş bir bedenin, ruhen dirilmesiydi.
Rüzgar, her zaman olduğundan biraz daha sert esmişti. Bulutlar yerlerini güneşe bıraksalar da, rüzgar gitmemişti.
Kaç saat orda durdum, bilmiyorum lâkin en sonunda hava kararmaya başladığında, otobüs durağına doğru ilerledim. Mâlum, Türkiye'de çoğu insan akşam saatlerinde bir kızın dışarıda dolaşmasını doğru bulmuyorlardı -ki bu çok iğrenç bir düşünceydi. Çünkü bence insanlar, istedikleri zaman, istedikleri yerde, istediğini yapabilmelilerdi. Ama birçok cahil düşünce buna izin vermiyordu ne yazık ki...
Otobüs durağı, çok yakındaydı. Bu yüzden yorulmamıştım. Hemen evime giden otobüse binip, cam kenarında bir yere oturdum. Her zaman yaptığım gibi kulaklığımı takıp, müzik dinlerken, diğer yandan da otobüsün duraklarda aldığı kişilere bakıyordum. Yaşlı, hamile vs. kişiler gelirse yer verebileyim diye.
O sırada yanıma biri oturdu. Burnuma dolan nane kokusuyla kafamı sağ tarafa çevirdim. Kafamı çevirmemle, bir çift mavi göz görmem bir oldu lâkin o bana değil, arkamdaki otobüs camından gökyüzüne bakıyordu.
"Benimle Satürn'e gelir misin?" sesimi çıkarmadım. Onun da kulağında kulaklık vardı ve benim yüzüme değil, gökyüzüne bakıyordu. Ayrıca tanımadığım bir adam, neden bana böyle bir soru sorsun ki? Fakat gözlerini bana çevirip, cevap beklercesine bakınca, bana sorduğunu anladım.
"Bana mı sordunuz?"
"Evet. Benimle Satürn'e gelir misin?"
"Affedersiniz, anlayamadım?"
"Gel," dedi ve beni bileğimden hafifçe tutarak otobüsten indirdi. Ona engel olabilirdim. Ama olmadım. Olmak istemedim çünkü.
Durduğumuzda, şehir merkezindeydik. Evim buraya yalnızca birkaç kilometre ötedeydi. Ama anlamadığım, şehir merkezine neden gelmiştik?
"Neden şehir merkezindeyiz?" dediğimde, usulca bana doğru döndü.
"Kapat gözlerini."
"Ne?" dedim, anlamayarak.
"Gözlerini kapat." ikinci defa söylediği şeyi yapıp, gözlerimi kapattım. Kulaklığı kulağıma taktı ve 'Saudade-Son Dans' şarkısını açtı. Saudade; Portekizcede bir şeyin ya da aşık olunan bir kimsenin yokluğunda hissedilen derin, duygusal durumu özlemi ifade eder. Kelime, ağırlıklı olarak özlenen şeye, ya da kimseye hiçbir zaman kavuşulamayacağı anlamını içinde barındırır. Bu çok anlamlı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galaksi Gülüşlü Adam
Novela Juvenil"İşte o gün iyileştirmeye başladı kalbimi. Ama asıl istediği kalbim değil, ruhumdu."