Bölüm 4 "Sabahın beşi"

80 19 9
                                    

Filmlerde; en kutsal sahnelerin geçtiği o zaman dilimi, uğruna şiirler yazıldığı o saat. Sabahın beşi.

Sokak lambaları, görevlerini bitirdikleri için sönmüşlerdi. Sâhi; arabalar olmasa, sokak lambaları ne işe yarardı acaba? Tıpkı güneşin ışığını kıskanan ay gibi, sokak lambaları da yıldızların ışıklarını kıskanıyor olabilirler miydi?

Adımlarım, boş sokakta yankılanıyordu. Attığım her adımda, etrafımı daha çok inceliyordum. Hava; Ne akşamdı, ne sabah.. Ne soğuktu, ne de sıcak. Gri renk gibiydi. Siyah ve beyazın arasında kalmış, yalnızca kırık insanların sevebilecekleri o renk gibi. Ne karanlık tarafta, kötü olabilmiş; Ne de aydınlığa gidip iyi olmayı başarabilmiş. Bu yüzden en sevdiğim renkti gri.

Yine Uzay'ın olmamı istediği yerdeydim. Benim birkaç dakika geçirmeme rağmen, Uzay henüz gelmemişti. Kaldırıma oturup bekledim.

Bekledim..

Bekledim..

Bekledim.. Gelmeyecek miydi acaba?

"Geldim." sesli mi düşündüm?

"Biraz."  Uzay'a gülümseyip ayağa kalktım.

"Kalkma, otur." diyerek benim az önce onu beklediğim ve kısa sürede ona bağlanması sağlayan kaldırıma oturdu.

"Ama beni Mars'a götürecektin, söz vermiştin." dedim, dudak büzerek.

"Plan değişti, bugün burada oturalım." dediğinde ben de yanına oturdum.

"Tamam. Zaten seni daha iyi tanımak istiyordum."

"Sana bi ara, bi lakap bulalım." dediğinde heyecanla ellerimi çırptım.

"Ben de sana bulacağım! Ayayayy, çok eğlenceli olacak!" dediğimde, yüzünde çok hafif bi gülüş gördüğüme yemin edebilirdim.

Ama bir şey söylemedi. Öylece durdum. Sustuk, oturduk biraz. Çevredeki; gelip geçen araçları, insanları seyrettik.

"Müzik dinlemeyi sever misin?"

"Nefes almayı sever misin?"

"Doğru, saçma bir soruydu. Biliyor musun, benim bi kedim var. İsmi Mia. Sadece kedim değil, en yakın arkadaşım aynı zamanda. İnsanlarla pek iyi anlaşamam çünkü. Senin en yakın arkadaşın kim?"

"Benim arkadaşım yok." dediğinde suratımı astım.

"Ne demek yok? Ben varım ya. Hem, eminim seninle arkadaş olmak isteyen birsürü kişi vardır." cevap vermedi.

"Sen benim arkadaşım değilsin." bu dediği, içimde bir şeylerin kırılmasına veyahut yanmasına sebep olmuştu. Hiç düşmeden, o an aklımdan ne geçiyorsa serbest bıraktım. Yutlunamadığım her saniye için, kırıldığım her saniye için, bir kelime seçiyordu sanki dudaklarım.

"Sen de benim arkadaşım değilsin. Sen benim sevgilim de değilsin. Sen benim; ağzıma takılan, sürekli dinlediğim ve bıkmadığım o şarkısın. Sen benim; en sevdiğim kazağımsın. Sen benim; korkunca sarıldığım o peluş oyuncağımsın. Sen benim; söylemek istediğim ama bir türlü söyleyemediğim o cümlesin. Sen benim gel-gitlerimsin. Sen, benim canımı acıtmana rağmen sevdiğim tek şeysin. Bu.. Bu şey gibi; küçük bir çocuğun, annesinden dayak yemesine rağmen yine de ona koşarak 'Anne!' diye ağlaması gibi. Beni kırıyorsun, canımı acıtıyorsun ama ben yine de sana geliyorum. Senin yüzünden, Sana ağlıyorum. Bir gidiyorsun, iki ay sonra hiçbir şey olmamış gibi geri geliyorsun. Ve biz bu yaptığımız şeye devam ediyoruz. Ne yaptığımızı bile anlamıyorum! Daha kendi sokağından çıkmaya korkan bi kediye uzayı gezdirmekten bahsediyorsun! Ama bu kedi, uzaydan korkuyor. Çünkü onun ne olduğunu bilmiyor. Uzay lütfen! Seni tanımak istiyorum." dedim ve derin bir nefes verdim. İçimden geçenlerin birazını da olsa, söyleyebilmiştim ona.

"Beni tanımak mı istiyorsun? Gel.." diyerek çekiştirmeye başladı beni. Ben de çocuksu bi heyecanla peşinden gittim, tıpkı ilk günki gibi.

***

Modern bi şirket binasının önündeydik. Uzay içeri soktu beni. İlk önce güvenlikler ve görevliler beni durduracaklardı ki Uzay'ı görünce durdular.

"Bu kız da diğerleri gibi birkaç dakika sonra Uzay Bey'e küfrederek kaçar zaten buradan." diyerek kahkaha attıklarını duyabilmiştim. Uzay'a baktığımda onları duymazdan geldiğini fark ettim.

Binanın çatısındaydık. On altıncı katta. Burası, aşağıya göre daha soğuktu.

"Beni tanımak mı istiyorsun?" başımı olumlu anlamda salladığımda, gökyüzünü işaret etti.

"Uçabilir misin?" dediğinde onun tabiriyle "Aptal aptal" ona baktım.

"Beni tanımak da bu kadar imkansız işte. Sen asıl sokağından çıkmaya korkan bi kediciksen, ben de gökyüzünde uçan bi bulutum. Bizim arkadaş olmamız işte bu kadar imkansız kedicik. Şimdi, evine dön." dedi ve merdivenlere doğru yöneldi.

Bunu yapacak mıydım?
Kesinlikle.

Ölme ihtimalim?
Yüzde doksan dokuz.

O bir ihtimal Uzay'ın beni kurtarması mı?
Belki.

"Hey!" diye bağırdığımda, durdu yavaşça bana döndü.

"Şimdi kendime bir ihtimal tanıyacağım ve buradan atlayacağım. Ya uçar ve senin yanına gelirim ya da dokuz canımdan geriye kalan o son canımı da veririm ölümün güzel ellerine." ardından arkamı döndüm ve binanın uçurumunun kenarında son bir kez gökyüzüne baktım.

"Tanrım, sarılacak kimsem kalmadı. Kollarını açar mısın?"

Bir adım.. Son bir adım..

Tanrım sanırım.. Sanırım uçuyorum..

Galaksi Gülüşlü AdamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin