Bu böyle devam ederken, eve varmıştım. Cebimden anahtarı çıkarıp, kapıyı açtım. Tek başıma yaşıyordum. Annemler de zaten birkaç mahalle ötede oturuyorlardı. Durumumuz iyi olduğundan, ayrı bir eve çıkmama izin vermişlerdi.
Soğuktan dolayı, hafif kızaran parmaklarımın arasındaki, anahtarımı, komodine astıktan sonra, aynı şeyi palton için de yaptım. O sırada mutfaktan bir tıkırtı sesi geldi. Ürkek adımlarla oraya doğru ilerlemeye başladım. Aslında filmlerde, baş karakter olan salak kızın ölmeden önce yaptığı son şeydi bu, değil mi? Ama ben ne bir filmin içindeydim, ne de akılı başında bir kız...
Kapının pervazından içeriye baktığımda, ilk sözüm, "Mia!" olmuştu.
Mia benim kedimin ismiydi ve mamasını almaya çalışırken, mutfağı talan etmişti.
"Sen iyi misin?" dedim hemen kucağıma alarak. Zarar görebilirdi. Mutfakta keskin şeyler vardı.
"Bak, senin maman dolu. Daha ne diye yeni mama almaya çalışıyorsun be kızım?" dedim hafiften azarlarcasına. Ardından, kucağımdaki kedi değil de, sanki bir bebekmiş gibi, yavaş hareketlerle odama çıkardım onu.
Yatağımın biraz yanında, onun için bir yatak vardı. Onu oraya koyduktan sonra, mamasını da önüne koydum. Ardından banyoya doğru ilerledim.
Aynada kendime baktığımda, her zamanki görüntüyle karşılaştım. Hafif dağınık bir saç, sanki soğuk havaya inat, maviliğinden ödün vermeyen, gökyüzü ile yarışmaya hazır gibi gözüken, ama aslında içinde milyonlarca kırgınlığı barındıran gözlerim.. Hafif solgun tenim, üşümekten kızaran burnum ve yanaklarımla çok tuhaftı. Kırık bir ruhu anlatıyordu âdeta bedenim. E, haklıydı. Ruhum kırılmıştı.
Üstümdeki kıyafetleri çıkarıp, banyoya girdim. Saçlarımı şampuanlarken aklımda sadece günışığı saçlar vardı...
***
Pijamalarımı giyindikten sonra telefonum çaldı. Arayan annemdi. Direk cevapladım aramayı.
"Efendim anne?"
"Alo? Bulut? Neredesin kuzum?"
"Evdeyim anne."
"Eve gittin mi?"
"Yok anne, otobüsteyim hala. Otobüsü evin içine soktum,birazdan da 'kaptan şuradan bir öğrenci uzatır mısınız?' diye bağıracağım.
"Şşş, anneyle dalga geçilmez. Ayıp bir kere. Hem bak, karşı komşu Habibe ablanın kızı annesiyle dalga geçiyor mu hiç? Ayıp ayıp. Anne terliğini unuttunuz galiba Bulut Hanım." gözlerimi devirdim. Sonra da bunu göremeyeceğini hatırlayıp, "Anne, şu an gözlerimi deviriyorum." dedim. Birkaç dakika daha hâl, hatır sorduktan sonra telefonu kapatıp, yatağıma girdim.
Mia da kendi yatağından kalkıp, benim yanıma geldi. Sanırım benimle uyumak istiyordu. Yanıma gelmesi için yer açtım ve ona sarılarak gözlerimi kapadım.
***
Sabah uyandığımda, haftasonu olmasından dolayı yataktan kalkmak için acele etmedim. Nasılsa okul yoktu. Ben lise son sınıfım. Neyse, yavaş hareketlerle yataktan kalkıp banyoya gittim. Yüzümü yıkamak da dâhil, tüm ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra, mutfağa doğru ilerledim. Mia hâlâ uyuyordu.
Laptopumu açıp, internete "Uzay" yazdım. Tabii ki umduğum şey çıkmadı. Ama yine de tüm sosyal medha hesaplarımdan araştırdım onu. Bulamadım. Soyadını öğrenmeliyim...
Oturduğum sandalyeden kalkıp, üstüme bir palto geçirdim. Mia'nın mamasının ve suyunun dolu olduğundan emin olduktan sonra telefonumu da sırt çantama koyup, dışarı çıktım.
Aslında nereye gittiğimi biliyordum lâkin neden oraya gittiğimi bilmiyordum. Sanırım... yine delirmeye ihtiyacım vardı. Onunla delirmeye.. Sadece.. Birazcık...
Hafifçe gülümseyerek, adımlarımı hızlandırdım.
Merkeze geldiğimde durdum, şimdi ne yapacaktım? Arayacak mıydım onu sokak sokak?
Sokağın dönemeçli köşesinde gördüğüm kişi ile heyecanlandım. Ve koşarak yanına gittim.
"Seni aramamı istediğini sanıyordum."
"İşini kolaylaştırdım." dedi sakince.
"Ya da beni özledin." diyerek aptal bir gülümseme yolladım.
"Ya da belki de sen beni özlemişsindir? Buraya geldiğine göre.." dedikleri karşısında susmakla yetindim. Ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü.
Haklı olabilir miydi?
Kesinlikle.Onu mu özlemiştim?
Onunla delirmeyi özlemiştim. Onu değil.Evet evet, sanırım en mantıklı cevap bu. Onunla delirmek.
"Hayır, sadece seninle delirmek hoşuma gitti. Peki, sen neden geldin?"
"Sadece senin gibi aptal bir kızla uğraşmak hoşuma gitti." Bu acıttı. Biraz.
Bana daha önce aptal diyen olmuştu. Öyle "Çok zekiyim. Kimse bana laf edemez." havalarında da değildim. Ama ne bileyim, biraz acıttı.
"Peki, şimdi ne yapacağız?" dedim, bana söylediği hakareti yoksayarak.
"Ne yapmak istersin?" aklıma gelen şeyle, yere bakan gözlerimi yüzüne çevirdim.
"En son Jupiter'e gideceğimizi söylemiştin."
"Gel." dedi ve koşmaya başladı. Onunla gitmemi istiyordu ama beni beklemiyordu bile.
Bir iskelede durduğumuzda ciğerlerim patlamak üzereydi. Ellerimi dizlerimin üzerine koyup, birkaç dakika soluklarımın normalleşmesini bekledim.
Ben yeni yeni kendime gelirken, Uzay çoktan kendine gelmiş, denizi izliyordu.
Kafamı kaldırıp ben de denize baktım. Ayrıntü verip de, kafanızda canlanan şeyi bozmak istemiyorum. Sadece.. Güzeldi. Ama burada ne yapacaktık ki? Uzay, aklımdan geçenleri anlamışçasına kafasını bana çevirdi.
"Denize gireceğiz." mavi gözlerimi, kocaman açarak mavi gözlerine baktım.
"SEN CİDDİ MİSİN?" hava neredeyse iki dereceydi ve o bu soğukta denize girmekten bahsediyordu. Üstelik ben yüzme bile bilmezdim ki!
"Jupiter'e gitmek istediğini sanıyordum."
"Jupiter ile denizin ne âlâkâsı var?" Tarzında iğrenç bir espri yaptı mükemmel iç sesim.
"Sen bilirsin. Gelmek istersen, orada olacağım." diyerek üstünü bile çıkarmadan hatta benim cevap vermemi bile beklemeden, suya atladı! Birkaç saniye sonra su yüzüne çıktığında, yavaşça bana baktı.
Hiç üşümüş gibi durmuyordu. Ben tam 'acaba atlasam mı?' diye düşünürken, beni de deniz doğru çekti. Su buz gibiydi! Ben yüzme bilmediğim için suyun altında çırpınırken, Uzay beni sakinleştirmek istercesine ellerini saçlarıma deydirdi. Eli yavaşça saçlarımın arasından süzülürken, gözlerimi açtım.
Piyano tuşlarını andıran incecik beyaz parmakları, saçlarımdayken, göz bebekleri maviliğin en güzel tonu çevreliyordu ve saçları, suyun altında olduğumuzdan dolayı sarı bir deniz gibi başının üzerinde dalgalanıyordu.
Orada, dipte, kalabildiğimiz kadar kaldık. Az önce koşmaktan acıyan ciğerlerimiz, şimdi neffessizlikten acıyordu. Her ne kadar bu ânı bozmak istemsem de yalnızca birkaç dakika dayanabilmiştim. Suyun yüzeyine çıkmaya çalıştım. Ama bu sefer daha sakin ve yavaş hareketlerle. En sonunda yüzeye çıkabildiğimde, Uzay da peşimden gelmiş, beni izliyordu. Islak kıyafetlerim ve hava yüzünden iyice titredim. Denizin altı daha sıcaktı sanki...
Saçlarımı sıktığımda, içindeki su kumların üzerine damlarken, gözlerim bir tabelaya kaydı. Sanırım koşarken görmemiştim.
Tıpkı benim gibi göğe doğrulmuş tabelada Jüpiter'e kalan kilometreler yazıyordu. Işıkhızını düşündüm, varlığı ve yokluğu. Tüm o uzanımda nasıl da bir hiç olduğumu ama aynı zamanda yıldız tozundan, Tanrı'nın özünden oluştuğumu. Her şey yıldız tozundansa şayet, Jüpiter de ben demekti. Ve kendime olan uzaklığım, bir tabelayla gösterilebiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galaksi Gülüşlü Adam
Teen Fiction"İşte o gün iyileştirmeye başladı kalbimi. Ama asıl istediği kalbim değil, ruhumdu."