Üçüncü anahtarla da kapıyı kilitleyip yoğun güvenlik önlemlerini yoğun bir çabayla aldıktan sonra anahtarları çantama atıp merdivenlerden aşağı iniyordum.
Son merdiven setini inerken dış kapıdan önceki zorlu kısım olan cam orta kapıyı kısa bir an keskin bakışlarımla kesip, binlerce kişi tarafından ellenmiş gibi görünen bana göreyse adeta yalanmış olan kapıyı ayağımla iterek ve açılan boşluktan kendimi hızla dışarı atarak günlük extrem sporumu da yapmış bulunuyorum. Bu kadar tehlikeli bir sahneyi bir Görevimiz Tehlike de Tom Cruise bir de ben yapmışımdır ki ben dublör bile kullanmıyorum.
Bol mikroplu orta kapıyı ardımda bırakarak daha masum olan dış kapıdan çıkarak kendimi özgürlüğe bıraktım.
Kısa bir an sol tarafımdaki aslında orada daha önce olmayan ve olmaması gereken, insanımızın her türlü her durumda ve anda her şekilde ortaya çıkan düşünce tarzıyla beraber oluşmuş ‘kestirme yola’ baktım. Sürekli üzerinde yürünen zavallı çimenlerin esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmasıyla oluşan patika akşamki yağmurun etkisiyle çamurlu bir yola dönüşmüştü. Gerçi bu beni etkilemiyordu. Ben her zamanki gibi merdivenlerden çıkmaya başladım.
Bugün yağmurdan dolayı rahattım. Ama diğer günler kestirmeden gitmeyip merdivenlerden çıkarken ne kadar doğru bir şey yaptığımı bilsem de, kendimi kurallara uyan, hanım hanımcık bir geri zekalı gibi hissetmekten alıkoyamıyordum.
Hele birde yanımda biri varsa işte o an felaketim olurdu ağlardım. Sırf oradan gitmenin kestirme olmadığını ispat etmek istercesine hızlı bir şekilde aşağı inip, aynı anda gelmiş numarası yapmak bana Oscarı getirmese bile aday adayı yapar değil mi?
Fazlasıyla iç açıcı olan anılarımı bir kenara atıp cebimden telefonumu çıkarıp müziğimi açtım.
Durağa doğru emin adımlarla ilerlerken kendimi Runway de yürüyen Victoria Secret meleği gibi hissediyordum. Hayır hayır müziğin ritmi ya da bir melek kadar iyi kalpli olmam yüzünden değil. Kulağıma dolan yüksek sesli müziğe rağmen işittiğim korna sesiyle sokağın ortasında çıplak kalmışım gibi hissetmem yüzünden.
Arkamı dönüp, trafik ile ilgili kamu spotunda trafik canavarını simgeleyen amblemle yakın ilişkide olan şoför amcanın öfkeli suratıyla kısa bir an bakışıp, hemen kendimi kenara atmıştım ama ne fayda.
Amcanın gözünde tam bir lala paşa gibi göründüğüme emindim. Haklı sebeplerim vardı elbette ama, haklı sebebimin sadece 10 cm i cebimle düğmem arasında gözüküyordu. Geri kalanı ise başörtümün ve pardesümün altında kalıyordu.
Müziğe kısa bir ara verip en azından durağa kadar sağ salim ilerledim.
Duraktaki oturağa oturmadığı halde önünde nöbetçi asker gibi dikilerek kimseyi de oturtmayan çocuğa içimden saygı ve sevgilerimi gönderirken canım otobüsüm uzaktan kendini göstermişti.
Normalde matematik, geometri, fizik vb. hiçbir sayısal derse basmayan kafam, otobüsün geliş hızı artı yavaşlama anı bölü frene basma zamanı eşittir duracağı yeri hesaplayarak kaldırımın o noktasına gelip otobüsün önümde durmasını beklemek gibi gereksiz zamanlarda kendini gösteriyordu.
Açılan kapıdan sanki otobüse değil de kanoya binip Venedik’te kanallarda tur atacakmışım gibi bir havayla binmem kent kartın çıkardığı ‘bip’ sesine kadar sürmüştü.
O ‘bip’ sesi beni saatin 12’yi vurmasıyla kül kedisine dönen Sindrella kadar ezik ve sefil bir durumda bıraksa da, bir otobüs dolusu masal kahramanının içinde ‘külkedisi123’ ismi kadar sıradandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Başıma Gelenler
Humor'Karanlık tarafa gel' Kesinlikle gelmek istemiyorum. Kafamı biraz daha yukarı kaldırınca siyah sapkanın gizlediği koyu renk gözlerle buluştu gözlerim. Kalbim maraton koşusundaymış gibi depar atarken kulağımda bir ses yankılandı. '' Sonunda buldum si...