''Her birimiz dünyaya bir amaç için geliriz. Bu dünya, evrenin hedeflerimizi duyup bize yardım etmemesi için tepemize çakılmış bir perde görevini görür, ancak o perdenin çivilerini sökmeye cesaret edebilenler gerçek amacına ulaşacaktır... Bu amaç, yüzeysel olarak, yani insanların algıladığı ve anlayıp yoruma döktüğü kadarıyla farklı ancak temel notasına indiğimizde haddizatında birinin ötekinden farklı olmayan gayesi olarak karşımıza çıkar. Görünen dünyada bir de görünmeyen bir perde vardır, bu üzerimize çakılı perdenin içindeki bir başka perdedir ve bu perdeyi ancak bazı sırlara vakıf olanlar, bu amaç için doğanlar ya da kendini buna adayanlar aralayabilir. Ben, Balamir ya da Savaş, hiçbirimiz hiçbirinizden üstün değiliz, ancak gerek soydan gerekse kadir-i mutlağın seçimi üzerine bir takım yeteneklere vakıf olarak doğduk. Karazan sistemine genel olarak baktığımızda, sen de dikkat etmişsindir ki her lider bir halefle derin bir bağ içindedir, bu hep böyle olagelmiştir. Karazan tarihinde bu bağ olayını saymayan tek devir Karal'ın devri oldu. Senin için mutlaka ondan önce gelenler vardı, bu durum ekseriya sübjektiftir ancak mevzubahis Savaş olduğunda objektif bir hâl alıyordu. O, görüp görebileceğin en özel insanlardan biriydi; gelişme ve pişme aşamasında hiçbirimize ihtiyaç duymadı, onu eğiten bizler değildik.'' Azımsanamayacak bir hoşgörüyle yüzümdeki ifadeyi denetledi Yusuf, sarımtırak bitki çayından bir yudum alıp dudaklarını ıslattı. Bahçede oturuyor, yağmurun önümüzdeki küçük, dazlak araziye şıpır şıpır düşüşünü izliyorduk. Bizi yağmurdan koruyan tepemizdeki koca naylon-şemsiye başına düşen her damlada boğuk bir ses çıkarıyordu.
''Savaş insan seven biri değildi; insanlara pek tahammül edemezdi. Ona ''Kasap'' denilirken pek çok kişi onu insan kasabı olarak algıladı, ancak lakabı insanları kesip biçmesinden gelmiyordu. Psikolojik bir rahatsızlığı ya da sonradan nükseden ruhsal, zihinsel bir bozukluğu yoktu; sadece üç kişiyi seviyordu: Karal'ı, Gazanfer'i ve Kahir'i.''
''Kahir mi?''
''Asaf'ın Ağabeyi. Savaş, Karal ve Gazanfer'in halef oldukları dönemde, ki bu yarı zamanlı bir dönemdir çünkü Kahir Karal'daki ezici gücü daha ilk gününden fark etmişti... Bundan on on beş yıl öncesine dayanıyor bu dönem; gene üç büyük lider Karazan'a hâkimdi: Balamir, Asaf'ın öz ağabeyi Kahir ve başka anadan olma Aran, diğer adıyla Kayahan... Kahir; kahreden, zorlayan, yok eden anlamındadır, hakkını vermem gerekir, ismini çok iyi yaşıyor ve yaşatıyordu... İyi bir tabirle pek sevimli olmayan zamanlardı; insanlar birbirine kördü. Mazlumun ahı alınıyor, zalime el açılıyordu...'' Yusuf'un göğsü derin bir nefesle inip kalktı.
''Kahir ilim alanının üstadı olsa da Savaş'ı Asaf kadar severdi, nedenini hâlâ anlamamış olsak da Savaş da onu çok severdi. Kahir, baskıyla, zorlayarak haleflerden birini Asaf yapabilirdi ama yapmadı; Karal'ı kontrol altında tutmak istiyordu, ayrıca Savaş'ı her ne kadar sevse de onun kendisine olan bağlılığını Karal'a karşı kullanma derdindeydi. Bu Savaş'a zarar veren bir şey değildi tabii ama Savaş varken Karal onu karşısına alıp Kahir'e saldıramazdı... Gizli fesatlık feleğin başına gelmiş en bedbaht şeylerden biridir ve Kahir, hiç değilse benim görebileceğim bu fesatlığın yakınımdaki en büyük temsilcisiydi; çok zeki, çok kurnaz ve çok ağırkanlıydı. İtiraf etmem gerekirse yaşamımın bu çevrimine kadar ondan daha kötüsüne, daha zalimine rast gelmedim.'' Kandar'dan ve Kasap'tan ismiyle söz ederken Karal'dan lakabıyla söz etmesi dikkatimden kaçmamıştı.
''Karal saldırmaz mıydı, saldıramaz mıydı?''
''Saldırmazdı demek daha doğru olur. Bu pek görülmüş bir şey değil, anlaşılması da güç, ama Karal'ın korktuğu pek az şey var sanıyorum. Bunların arasında âleme dayalı şeyler yok.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMBER
General FictionGündüzünü geceye bulayan bir sima var olmaya başlıyor zihninde. Var olmayan bir beden, katrana bulanmış bir yüreğe konduruyor suretini. Acının en koyu demi kaynar kazanda yıkıyor bedenini. Hayal, gerçekliğin denizine daldı...