İYİ BAYRAMLAR!
Serinkanlı olmamın yolumda köprü olacağının, aceleci olmanın bana zarar vereceğinin, öfkeden çok inancın, nefretten çok dingin bir sevginin beni amacıma ulaştırabileceğinin farkında olmam gerekiyordu. Oysa ben kapılara, duvarlara, cama vuruyor, kendimi fark ettirmek için kendimi duvardan duvara çarpıyordum. Onları uyarmalıydım. İleride, göğe tırmanan ince dumanları fark ettiklerinde öngörüde bulunabilir, tahmin yürütebilirlerdi fakat geminin bombalanacağını, beklemedikleri anda ablukaya alınacaklarını yahut Zangaç'ın hain olduğunu akıllarına bile getirmezlerdi, kaldı ki tahmin yürütebileceklerdi... Kapının kulpu plastikmiş gibi aşağı yukarı sallanıveriyordu, ama kapıyı açamıyordum, normal insanlardan daha üst düzey bir göz, algı koordinasyonlarının olduğunu bildiğim için şansımı denemek istiyordum. Camlar çok kalın olmasına, sesimin dışarıya gitmesi mümkün değil gibi görünmesine rağmen güçten düşmez bir istikrarla çırpınıyordum... Bunu ben başlatmıştım. Asaf beni almaya geldiğinde helikoptere binmek yerine adada kalsaydım, Barlas'ın beni Karal'a, Kandar'a, Arden'e götürmesine izin verseydim bunların hiçbiri olmayacaktı. Bunun ağırlığı altında eziliyordum, dahası aklım artık zıvanadan çıkmıştı. Benim üzerimden oynanan oyunların, Karal'ın zaafı olduğum için gelen topun sürekli başımda patlamasının hıncı vardı üzerimde. Sağ elimi sol kolumun, omzuma yakın bir yerinde sabitleyip kapıya koştum. Omzumla çarpışan itici güç, vücudumu, ama en çok da omzumun üzerini sarstığı için ensemden yukarılara doğru belli kesitleri zonklatmış, sonra birdenbire kaybettirmişti. Artık doktor bulmak, hastane bulmak imkânsızdı, kendi üzerimden riskli bir iş yaptığımın farkındaydım ama bir köşeye sinip kendimden başka herkesin ölmesini yahut yaralanmasını beklemektense bu uğurda kendimden bir şeyleri feda etmeye hazırdım... Kapıyla omzumun ikinci karşılaşması ve ensemde peyda olan sızı bu kez daha şiddetliydi, ama beni yıldıramamıştı.
Üçüncü karşılaşma beni en kötü sonuca götürmüştü. Kapı pat diye açılmıştı ama merdiven önde değil, sağda olduğu için hızımı alamamış, öndeki boşluktan güvertenin ortasına düşüvermiştim. Hiç değilse bir yerlerimin kırılmış olması sonuç verecekti, çünkü Barlas'ın sesini duymuştum. Üst kattan paldır küldür iniyor, inerken Kandar'ı ve Karal'ı çağırıyordu. Güvertenin ortasında, kollarım iki yana açılmış, bacaklarım iki tarafa saçılmış halde ölü gibi yatarken yardım içine yanıma gelen, beni ilk fark eden doğal olarak Barlas olmuştu.
''Asaf, size saldıracak. Gemiyi bombalayacak, ileride bir gemi bombalandı bile.'' dedim nefes nefese, Karal ve Kandar da gelmişti artık.
''Zangaç Asaf'ın adamı, ona dikkat edin. Gemiye saldıracaklar!'' Karal beni kollarının arasına almak istediyse de Kandar bir yerim kırılmış olabileceği için buna izin vermedi.
''Bu çocuk,'' dedi Karal düşmeyi hafif sıyrıklar ve morluklarla atlatacağımı öğrenince.
''Kara ve denizin ayrı bir oluşum olduğunu biliyor da ikisini de aynı dünyanın barındırdığına neden kafası basmıyor, anlamıyorum... Erşat! Şahbaz'a söyle, güneyde kim var kim yoksa üç gemiyle beraber okyanusa gömsün!'' dedi ve sağına döndü. Kandar yüzünden görüş alanım bir hayli kapanmış olsa da bir geminin bizim gemimizin hizasına yanaştığını fark etmemek olanaksızdı. Geminin koca gölgesi üzerimize düşmüştü.
''Doğu ve Batı'yı alın. Atış, öldürmek, yakmak serbest!'' Karal çok sinirliydi, kalçam ve üzerine düştüğüm sol elim acıyordu ama onun halini, kendinden emin duruşunu, serinkanlılığını izlerken çektiğim acıyı unutuyor, korkuyla karışık bir heyecana kapılıyordum.
''Ya öndekiler?'' dedi Barlas. Karal ona bakmadı.
''Kaptana söyle, gemiyi çevirmesin. Öndekiler bizim, onları biz alacağız.'' dedi ve arkasına, bize, döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMBER
Ficción GeneralGündüzünü geceye bulayan bir sima var olmaya başlıyor zihninde. Var olmayan bir beden, katrana bulanmış bir yüreğe konduruyor suretini. Acının en koyu demi kaynar kazanda yıkıyor bedenini. Hayal, gerçekliğin denizine daldı...