''Baskı.'' Arden'in bana söylediği sözcük buydu. Arhon kod adlı ne idüğü belirsiz medyum yüzünden istemeye istemeye geceyi Ferdah'ın evinde geçirmek zorunda bırakılmıştık. Akşam yemeğimize fare zehri atmayacaklarından emin olamadığımız için yemek davetlerine(!) yanaşmamıştık. Ferdah, her ne kadar Arden'i medyumla aynı katta olmayacağımıza ikna etmeye çalıştıysa da Arden ikna olmamıştı. Arden'le aynı odada kalacaktık; o geceyi bekleyip dünyaya pusu kuran yağmuru izler, gök gürültüsünü dinlerken ben de camın önündeki koltuğun diğer ucuna tünemiştim. Etraf, lambanın gönülsüzce saçtığı eriyik sarı bir ışıkla doluydu ve kasvetliydi fakat Arden'in varlığı bana huzur veriyordu, bu yüzden o her ne kadar rahatsız olacağımdan endişelense de onunla aynı odada olmak korkularımı yenmemi, daha doğrusu unutmamı, sağlıyordu. Quo fata ferunt. Sözcükleri söylerkenki telaffuzu –kelimeleri tükürüyormuş gibiydi- ve bilmemesi gereken bir şeyi bilmesinin gizemi medyuma dair endişelerimi arttırıyor ve onu bir kat daha önemli yapıyordu gözümde. Odaya girdiğimden beri Balamir'in bana öğrettiği çemberi tekrar tekrar yapıp da güçlendirmeye çalışıyordum.
''Bu geri zekâlı bize neden adamotu gönderdi?'' diye sordu Arden. Odamıza çekildikten saatler sonra kapı çalmış ve karşımızda elinde adamotuyla bize bakan Yahya'yı bulmuştuk.
''Sizin için değil. Onun için. Yakmaktan hoşlanabileceğinizi söyledi.'' dedi Yahya bana bakarak. Bu sırada cebinden bir de çakmak çıkardı. Parmaklarının arasında tuttuğu çakmağı kapıp adamotunu hallaç pamuğu gibi atmamak için kendimi dizginledim. Habis ruhlu, yüzsüz –sahiden de yüzsüz- medyum. Gene yapacağını yapmıştı.
''Sakın... yeltenme bile. Ha ha ha. Kendini komik mi sanıyor?'' deyip sakinleşmeye çalıştım. Arden, medyumun bize hakaretvari bir şey ima edip etmediğini anlamamış halde bir bana bir Yahya'nın elindeki adamotuna yakıyordu.
''Ahmak! Tamam, sorun yok, Arden. Üzerine alınma sen de Yahya, sana demedim. O adamotunu onun kapısında tutuşturup orada bırakabilirsin, ona itirazım yok ama burada yakayım deme onu. Adamotu yakmak süflileri mıknatıs gibi çeker! Geceyi hezeyanlar içinde geçirmeye niyetim yok...'' dedim sonunda gene sinirlerime hâkim olamayarak. Yahya, ot tenine temas etse kendisini kavuracakmış gibi adamotunun üzerine değmesinden dikkatle kaçındı.
''Seninle oynamasına izin verme. Almadı, de ve ondan uzaklaş. Kendine eğlence arıyor.'' dedim Yahya'ya. Puşt. Başını aşağı yukarı sallayan Yahya teşekkür edecek gibi oldu, sonra vazgeçti ve iyi geceler dileyip kapımızdan ayrıldı. Arkasından kapıyı kapatınca Arden bana baktı, ben Arden'e baktım. Düşündüklerimi düşünüyor olmalıydı.
''Nöbetleşe uyuyalım, olur mu?'' diye sordum.
''Sen uyu, ben uyumayacağım.''
''Hayır, Arden!'' Sesimin farkına, sesim ağzımdan çıkınca varmıştım. Bağırıyordum.
''Arden, özür dilerim... Bak, ben-''
''Bana rol yaptığını söylüyorsun, Nur. Rol. Bugün yaptığın şeyi gördüm. Söylediklerini duydum... Rol yapmak sadece göz doldurmaktır... ama sen bir şeyler söylüyorsun, bir şeyler düşünüyorsun ve o bir şeyleri sahiden yapıyorsun.'' Korktuğum başıma gelmişti.
''Balamir öğretti.'' dedim kayıtsızca.
''Balamir Arhon gibi güçlü bir medyumu nasıl yere yıkacağını öğretmiş olamaz, zaten bu da kısa süreli bir eğitimle olmaz. Böyle biriyle aşık atmak için yıllar gerekir-'' Ellerimi iki yana açıp serbest bıraktım.
''Bilmiyorum, tamam mı? Çoğu zaman ben de ne yaptığımın farkında değilim. İçimden geliyor ve ben de yapıyorum. Ağzımdan çıkanları ben bile yeni duyuyorum, düşünmemiş oluyorum bazen. Beni de korkutuyor! Korkuyorum! Ama bunları sorabileceğim bir ağabeyim yok!'' Sonlara doğru gözlerim dolmuştu. Arden yanıma gelip bana sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMBER
General FictionGündüzünü geceye bulayan bir sima var olmaya başlıyor zihninde. Var olmayan bir beden, katrana bulanmış bir yüreğe konduruyor suretini. Acının en koyu demi kaynar kazanda yıkıyor bedenini. Hayal, gerçekliğin denizine daldı...