Neyzen bakışlıydı gece. Bana ağlamalarımı, anlaşılmazlıklarımı hatırlatıyordu. İçimin huzursuz olması için yeterince sebebim vardı, yeterinde faktörün etkisi altındaydım. Göğsümde oturan sıkıntı kenesi ek faktörlerin, hatırlamaların etkisiyle büyüdükçe büyüdü, zıplayıp tepindi orada, nefes almak için camı açtım. Hareket halindeydik. Az evvel susuzluk hakkındaki yakınmamdan sonra Bedir su şişesinin kapağını açıp utangaç bir tavırla şişeyi bana uzatmıştı. Bana bakarken vücudu, cüssesine yakışmayacak şekilde küçülüyordu. Bana bu denli minnet duymasına sebep olacak ne yaptığımı, onu neyden, nasıl bir şeyden kurtardığımı merak ediyordum. Dikiz aynasında İsrafil'in gözleri vardı: Çakmak çakmaktı. Arslan huzursuzdu, arkasına dönüp Bedir'e bir tane patlatmak istiyor da kendini tutuyor gibiydi. İsrafil'in Arslan'dan aşağı kalır yanı olduğu söylenemezdi. O da bir şeyler söylemek istiyordu ama beni neyin kışkırtacağını bilemediğinden ağzını açamıyordu. Bana dair bir şeyleri mahvetmekten korkuyor gibiydi; aklım gelgitlerle başımda, hafızam çalkantılı da olsa yerinde olduğu için tereddüdünü, korkusunu hissedebiliyordum.
''Birini kaybetmiş gibi hissediyorum... Gittiğimiz yerde kayıp hissimi ortadan kaldıracak biri var mı? Sanki benim için çok önemli birini unutmuşum gibi ama hissettiğim sevgi hâlâ burada...'' İsrafil'in beni Büyük Ev'e götürmesini ne kadar geciktirebilirsem benim için o kadar iyi olurdu. Söylediklerim üzerlerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı. İsrafil'in bir şey hatırlamadığıma dair ümidi söylediklerimden sonra daha da kuvvetlenirdi çünkü aklı başında olan Nur bu sözleri şuursuzca sarf etmezdi.
''Var. Görünce tanıyacaksın.'' diye mırıldandı İsrafil. Sesi cansızdı. Bunun sonunun nereye gideceğini kendisi de bilmiyormuş gibi görünüyordu. Durumdan etkilenenin bir ben olmadığımı fark edişim beni bencilce rahatlatıyordu. Başımı camdan dışarıya döndürürken elimi sol bacağımın üstüne koydum. Büyük Ev'e varmadan evvel bacağımın iyileşmesini istiyordum fakat sol bacağımda ürkütücü bir durgunluk vardı. Bir şeyler ondan kopmuş, eksilmişti. Sağ bacağımla aynı işlevi görüyor, yürürken beni taşıyordu ama halsizdi. Normal olmayacak derecede halsiz. Üç yabancının varlığı, dışarı çıkma sevincimi yavaş yavaş öldürüyordu, yağmur başlamıştı. Çiseleyen yağmur, kararan ruh halime paralel olarak hızlandı. Benimle olduğunu göstermek istiyormuş gibi... Acımı paylaşıyormuş gibi... İlahi bir yerden geldiğini bana göstermek istermiş gibi hızlandıkça hızlandı, çok geçmeden sağanağa dönüştü. Gözlerimi sıkı sıkı yumdum, arabada çıt çıkmaması işime gelmişti, yağmurun sesi; gözümü kapatıp zihnimin derinliklerine daldığımda bana yol gösterir nitelikteydi. İlaçların beynimin kimyasını bozmasına, aklımı bulandırmasına izin vermeyecektim. Hissettirdikleri kalbime kök salmış anılarıma tutunmaya çalıştım. Ömer'in kollarımda öldüğü ana, Savaş ağabeyin Arden için kendini feda ettiğini ana, Barlas'ın gözlerini kör eden ana, Ammar'ın Evran'ın kafasını parçaladığı ana... Lebib'in beni lavlarla öldürtmek istediği ana... Adada dört ruh hastasının özgürlüğüme kilit vurdukları ana... sonra güzel anlara tutunmak, onlara sarılmak istedim. Okyanusun dibine dalmadan evvel Yusuf ve Balamir beni bir takım psişik teste tabi tutarken Kandar'ın bana özenle yedirdiği yemeklere, gemide bana hazırladığı çaylara... Okyanusun dibine dalıp elimiz boş döndüğümüz, adaya çıktığımız, sonrasında öldü sandığım Arden'i bulduğum, uyandığımda yüzünü gördüğüm o ana... Karal'a...
''Zebercet!'' Bedir beni sertçe dürttü, daldığım hayallerin arasından sertçe çıkarıp alınmak bir süre algılayamamama sebep oldu. Bön bön Bedir'e baktım. İsrafil iki kere bana seslenmiş ama duymamıştım, Bedir beni ikinci kez sarsınca dikiz aynasında onunla göz göze geldim, düşünceli bir şekilde bana bakıyordu. Bir şeyler hatırlamam işine gelmeyecekti, bu yüzden anlamaya çalışıyordu. Düşünceleriyle beni delmek, zihnimi açıp ona bakmak istiyordu. Az evvel söylediklerim yolu uzatmak için iyi bir sebep olabilirdi ama düşünmeye, düş dünyama bu denli dalmam aleyhime olmuştu. İsrafil hatırlama ihtimalime karşı Büyük Ev'e daha erken götürebilirdi beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMBER
General FictionGündüzünü geceye bulayan bir sima var olmaya başlıyor zihninde. Var olmayan bir beden, katrana bulanmış bir yüreğe konduruyor suretini. Acının en koyu demi kaynar kazanda yıkıyor bedenini. Hayal, gerçekliğin denizine daldı...