duş almayı sevmiyorum.
dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı çıplak vücudum ve bağırmaktan başka işe yaramayacak ağzımla yalnız olma fikri beni rahatsız ediyor. saçlarımı yıkamak bu 10 dakikalık eziyetin en kötü yanı. bana kalsa, saçlarımı tamamen kazıtıp bu işkenceden kurtulacağım ama erkek arkadaşım kel olmanın bana yakışmayacağını düşünüyor.
gözlerimi kapatmayı sevmiyorum.
kendimi derin karanlığa hapsetmek ve savunmasız bırakmak beni çok ürkütüyor. sırf bu yüzden sabunlu saçlarıma rağmen gözlerimi açtığım, 15 dakikayı geçmeyen şekerlemelerle geçirdiğim çok hafta oldu. gözümün altındaki morluklar benliğimin alışıldık bir parçası haline geldi.
tüm bunlarla beynimi meşgul ederken elim şampuana uzanıyor ve saçımı yıkamaya başlıyorum. şampuan yavaşça gözüme akmaya başlıyor ve o an anlıyorum.
gözümü kapatmam gerekecek.
kalp atışlarım hızlanıyor ve yutkunuyorum.
bu buğulu camların ardında çok rezalet bir dünya yatıyor.
karanlık, karanlık. karanlık ve hissizlik.
ayak sesleri duyuyorum.
tanıdık olmayan, ağır, kasvetli adımlar.
çabucak suya uzanıyorum. gözümün üzerindeki şampuanlar eriyip gidiyor.ve gözlerimi açıyorum.
karşımda; o adımların yüzü, iki çift göz, benimkilere kilitlenmiş. camı delip geçen o ağır kokusu, siyah yüz, siyah gözler, karanlık düşünceler, banyonun beyazlığıyla ne acı bir tezat oluşturuyor!ağzımı açıyorum.
ve ciğerlerime dolan havayla son bir kez çığlık atıyorum.