gitmedim.
bugün andılar onu. ailesi tabutunun başında bugün ağladı ama ben evde kalmayı tercih ettim.
tercih meselesinden çok zorunluluktu benimki.
davet edilmediğim yerlerde bulunmayı kendisine yediremeyen gururum ve şu an toprak altındakine verdiğim son söz. bunlardı beni evde tutan.
nefret değil, küskünlük hiç değil.
kesin demişlerdir arkamdan, o kadar geçmişleri var kendisi gelmedi bile. olsun, desinler. ben de kendimi inandırmaya çalışıyorum. gitmememin onun isteği değil benim seçimim olduğuna.
ama olmuyor.
inanamıyorum.
barizi inkar edemiyorum.
hayır, yapamıyorum çünkü gözlerimin içine, ruhumun en derin yerine bakarak ettiği lafları unutamıyorum.
yapamıyorum çünkü o hastane yatağında bana kustuğu nefret, söyledikleri ve en çok da söylemedikleri yıkıyor beni.
kalan son gücüyle bana bağırmış olması, sayılı günlerini benden nefret ederek geçirmiş olması...
hatırladıkça kalbim sıkışıyor, yutkunamıyorum.onca laftan sonra bana son bir kez bakışını, cılız ellerini, tedaviden solmuş yüzünü, azalmış saçlarını, yaşlarla dolan gözlerini benden kaçırmasını ve:
"hayatımda yeterince acı çektirdin, bari ölümüm rahat olsun. git, git ve gelme. cenazeme bile gelme."
demesini; benim de anın öfkesiyle:
"gelmeyeceğim."
deyip çekip gitmemi, geriye dön(e)meyişimi, eve gidip sabaha kadar ağlamamı
ve onu sonsuzluğa uğurla(ya)mamış olmamı
unutamıyorum.dediği gibi cenazesine gitmedim.
gidemedim.