Doğruyu söylemek gerekirse bir anda hayatım değişmedi. Farkında olmadan yavaş yavaş ben değiştim. Ben olmayı Solara'da öğrendim. Ben insandım. Avdım. Avcı oldum...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
2.BÖLÜM: Kurtlar
Bütün zerrelerimi yakan bu duygu sinirimi bozuyordu. Alice'in dediğini yapıp pelerini taktım. "Neden bunları takıyoruz?"
"Bu bizim vampir olduğumuzu gösteriyor ve burada herkez vampirlere çok değer verir. Solara'da sadece vampirler yaşamıyor. Burası insanlar ve bizim için zararlı yaratıklar haricinde herkese açık." dedi ama benim kafama takılan bir soru daha vardı.
"Peki neden sadece insanlar? İnsanlar dışında kimsenin kanını içmez miyiz?"
"Hayır, sadece vampirlerin kanını içmeyiz tabii kurumamışsa. Diğer tüm canlıların kanı aynıdır ancak insan kanı," bunu hayal etmenin mutluluğu bir saniyeliğine yüzüne yayıldı.
"O baştan çıkarıcı harika bir tada sahiptir. Derler ki onu içenler bir daha başka kan içemezmiş."
Anlamış gibi yaparak yoluma devam ettim. Şehre gece çökmüş ay etrafı aydınlatmaya çalışıyordu. Okuldan çıkıp taş binalar ve dükkanlarla başlayan çarşıya girdik. Önce kafe gibi bir yere girdik. Alice anlamını bilmediğim bir kaç şey söyleyip sipariş verdi. Bense yanımdaki camdan dışarıyı seyrettim. Birbirinden farklı olanları ayırt etmek zor değildi. Ama en çok gözüme çarpan şey siyah pelerinlerinin içinde asil ve dimdik yürüyen vampirlerdi.
Önüme gelen bardaktan hoş kokular yayıldı burnuma. Daha önce hiç duymadığim kadar tatlı ve çekiciydi."Bu ne?" diye sormadan edemedim.
Cevabını beklemeden bir yudum aldım. İçimdeki yangın hafifledi ve hatta rahatladı. Sanki ihtiyacım olan şey buymuş ve yıllardır bunu bekliyormuş gibiydim. Yinede bir şeyler eksikmiş gibiydi.
"Kan." Alice'nin soruma verdiği cevapla bir an duraksadım. Tadı bu kadar harika olan bu şey nasıl olurdu da kan olabilirdi. İnsansı hislerim vampir hislerimle adeta savaşıyordu.
İçmekten kendimi alamasamda içimde bir şeyler bunu kabul edemiyor gibiydi.
Zoraki içmeyi bitirdiğimde oradan ayrıldık. Ve Solara'nın sokaklarında yürümeye başladık. Burda adeta farklı bir yaşam vardı. Sıra sıra diziler dükkanlardan sıyrılıp bir ara sokağa girdiğimizde taştan evleri görebilmiştim. Bana tip tip bakan iki adamı gördüğümde ise sıkıca Alice'nin koluna sarıldım. Adamlar bizi takip etmeye devam ediyorlar nereye gidersek peşimizden geliyorlardı. Ben iyice korkmaya başlamıştım. Alice kafasını çevirmeden sadece benim duyabileceğim bir sesle "Kolumu bırak."dedi. Dediğini yaptım. Ben kolundan ayrıldığım anda okadar hızlı arkasına döndü ki anlayamadım.
Bizi takip eden adamlar havada bir el onları tutuyormuş gibi havada asılı duruyorlardı ve yüzleri kıpkırmızı olmuştu. Alice'in se eli onların boğazını sıkıyormuş gibi havadaydı. Bir eliyle iki adamı boğuyor ve onlara dik dik bakarak bir şeyler fısıldıyordu. Söylediği şeyleri duymasam da yüzü dehşet vericiydi. Onu ilk defa böyle görmüştüm.
Bir şeyler fısıldamayı kesip adamlara son bir bakış attıktan sonra elini bir sağa sonrada sola götürdü. Adamlar bir sağa bir sola savrulup duvarlara çarptılar. Ve sonra yere düştüler. İkiside düştükleri yerden kalkıp koşarak uzaklaştılar.
"Ne yaptın onlara öyle?"
"Bilmek istemezsin." dedi alay eder gibi.
Alice durumuma güldüğünde bir anlığına kendimi kötü hissetsemde toparladım. Ama yinede içimde bu gecenin hiç bitmeyeceğine dair kötü bir his vardı. Tekrar kalabalığa karıştığımızda içime bir nebze su serpildi.
"Evet, şimdi söyle bakalım nereye gitmek istersin. "
Biraz düşünüp etrafıma bakındım. "Şuraya." diyerek ileride ki kitap satan yeri gösterdim.
İçeride tozlu raflar ve eski kitaplar vardı. Bizi gören yaşlı adam saygıyla eğildi ve "Hoşgeldiniz. " dedi. Saçları beyazlaşmış, hafif göbeği olan adam kısa boyuyla çok ponçik görünüyordu ama diğer yandan gözlerinden bilgelik ışığı yandığına yemin edebilirim.
"Hoşbulduk."diyerek selamına karşılık verdikten sonra hayretle gözlerimi raflarda gezdirdim. Kapakları az da olsa yıpranmış kitaplar mazinin izlerini üzerlerinde taşıyorlardı.
"Size nasıl yardımcı olabilirim." diye sordu adam.
"Solara'nın tarihini anlatan en eski kitabı arıyorum."dedim o anda verdiğim kararla.
Adam biraz düşünüp sonra rafların arasında ilerledi. Bir kapının önüne geldiğinde bana dönerek burada kalmamı istedi. Alice'in yanına gidip onunla berber bekledik.
"Neden bu kitabı istedin ki?"
"Kim olduğumu anlamadan önce nereye ait olduğumu bulmalıyım belki de." dedim
O sırada adam yanımıza geldi. "Buyrun, işte Solara'nın tarihini anlatan en eski kitap."
Elimle kapağın üzerinde ki tozları silince "Solara" yazısını gördüm. Kitabı çantama koyup yaşlı adama teşekkür ettim ve çıktık.
"Şimdi seni sadece benim bildiğim bir yere götürmek istiyorum ama fazla vaktimiz yok. Çabuk olmalıyız. Gidelim mi?"
Biraz düşündüm. O iki adama yaptıklarından sonra Alice'e güvenebilirdim sanırım. "Tamam gidelim." "Harika, o zaman şimdi son hızla koşmalıyız ama sen benden daha yavaşsın o yüzden sırtıma biniceksin tamam mı? "
"Tamam" diyerek kabul ettim. Kalabalıktan biraz daha uzaklaşınca beni bir çocukmuşum gibi kolayca sırtına aldı. O kadar hızlıydı ki nereye gittiğimizi kestirmek mümkün değildi.
Etrafımızı otlar ve ağaçlar kapladığında ona güvenmekle doğru yaptığımdan emin olamaz olmuştum. Biraz biraz yavaşlayıp sonra da durdu.
Gerçekten de harika bir yere gelmiştik. Dolunayı içine alan berrak su ve gürül gürül akan şelale etrafı ağaçlarla çevrili çimenliklerin ortasına özenle yerleştirilmiş gibiydi. O kadar güzeldi ki etraftan gelen uluma seslerinin bir önemi yoktu.
"Alya! Gitmeliyiz, hemen" diye haykırdı Alice endişeli bir sesle.
Ben daha ne oldu diyemeden beni sırtına aldı ve öncekinden de hızlı bir şekilde koşmaya başladı. Korkuyla ona iyice sarıldım. Boğazından çıkan hırıltıları duyabiliyordum. Sanki birini tehdit ediyor gibiydi.
O sırada yanımızda bizimle birlikte koşan kurtları fark ettim. Aynı şekilde onlarda bize hırlıyorlardı. Bir anda durduk, çünkü etrafımız tamamen kurtlarla kaplanmıştı.