İnsanoğlu, kendi kendine koyar engelleri. İnsanı üzen de kendisidir. "Yapamam, alışamam" demek; kaçıştır aslında ama o anı kurtarır. Sonra zaten yüzleşecektir insan. "Allah kimseye, taşıyamayacağı yük vermez." Sözü ne doğru bir sözdür aslında. Bu sözü okuyup geçmek yerine benimsesek her şey mükemmel olacak gibi. Ama: "Hayat çok zor, her şey çok zor, hayat insanlara neden böyle yapıyor?" Cümlelerini küçüklükten beri duyduğumuz için bir sürü önyargıyla büyüyoruz. Her şeyi yapamayız evet ama hiçbir şeyin üstesinden gelemeyecekmişiz gibi düşünmek de haksızlık değil mi kendimize?
Sınıf güzel bir hal almaya başlamıştı. Tuana orta sıranın sondan ikinci sırasında Melisle oturuyordu. Hemen arkalarında da Oytun ve Berrak oturuyordu. Arka dörtlü olmuşlardı tam anlamıyla. Tuana, iğneli laflar söylemeyi çok sever ve söylerken de hiç acıması olmazdı. Oytun'la sürekli laf atarlardı birbirlerine. Oytun çok zeki, eğlenceli, esprili bir çocuktu. Tuana okulu benimseyemediğini, diğer okulları kıl payı kaçırdığını anlatmıştı bir keresinde. Ama baktı ki Oytun'un hikayesi daha ilginç. Yanlış şehir tercihleri yüzünden Antalya'da girmesi gereken sınava Ankara'da girmişti çocuk. Ve bu gerçeği çok geç öğrenmiş. Koşuşturmalarla dolu bir yolculuk sonucu sınava girmişti. Tuana'dan 1 puan yüksekti puanı. Ama Tuana gibi memnuniyetsizlik yapmak yerine, durumla dalga geçiyor ve okulun tadını çıkarıyordu.
İngilizce dersi geldiğinde sınıftaki bütün erkekler dersi pür dikkat dinliyordu. Gizem hoca; genç, tatlı ve güzeldi. Uzun kumral saçları ve güzel bir fiziği vardı. Bahçede öğrencilerin arasında dolaşmaya başladığında kocaman bir çember oluşurdu çevresinde. Tuana da kendi halinde dinlerdi dersini, bu derse herhangi bir ilgisi yoktu. Diğer derslerden hiçbir farkı yoktu. Erkek öğrenciler ödevlerini tam yapıyordu. Bir keresinde Rıfat'a İngilizce öğretmeni "Tatlım" diye hitap etmişti de o gün okul bitesiye kadar mecnun gibi gezmişti okulda. Tuana bunları gördükçe çok eğleniyordu, sınıftaki arkadaşları çok renklilerdi. Tuana'yla herkes çok iyi geçiniyordu. Ama; duvarları var gibiydi. Kimse yaklaşamıyordu yanına. Ona karşı bir çekimserlik vardı. Ukala, hırçın gözükmesindendi belki de. Zekice laf kondurmalarının da büyük etkisi vardı elbette.
İngilizce dersinin olduğu bir gün, derse başka bir öğretmen gelmişti. Melih hoca "Artık İngilizce öğretmeniniz benim." Demişti. Kızlar için bir şey fark etmemişti ama erkekler büyük bir hüsrana uğramıştı. Çalıştıkları, ilgiyle dinledikleri, katıldıkları tek ders İngilizceydi. Tuana önceki İngilizce öğretmenine nötrdü. Sınıf arkadaşları adına üzüldü ama Melih hoca da olsa başkası da olsa önemli olan dersti. Zaten Tuana için önemli olan dersti. Kendi halindeyken duyguları ona ele geçiriyor bazen melankolik bir insan bile olabiliyordu. Hayaller kuruyor, planlar yapıyordu. O anı değerlendirmek yerine o zamanları feda edip geleceğe yatırım yapmayı kafasına koymuştu. Okuldan eve evden okula gidiyordu sürekli. En büyük aktivite, Güzinle ve diğer arkadaşlarıyla çıkışta eve yürümeleri, Güzin'le mahallede yürüyüşe çıkmalarıydı.
Yazılıların olduğu hafta gelip çatmıştı. Tuana neyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Her yazılıya tek tek, özenle çalışmaya başlamıştı zaten çok öncesinde. MATEMATİK! Korkulu rüya.. Hepsini bir şekilde hallederdi de matematiğin üstesinden gelemeyeceğinden emindi. İlk yazılının olduğu gün bahçede herkes heyecanla bekliyordu, ilk dersti yazılı. Okulun beş bine yakın öğrencisi vardı. Sabahçı ve öğlenci şeklindeydi. İkinci, üçüncü, dördüncü sınıflar sabahçı; birinci sınıflar öğlenciydi. Zaten okulun yarısı birinci sınıftı. Bu kadar birinci sınıf varsa ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf nasıl oluyor da sabahçı olup da okula sığabiliyor diye düşünmeden edemiyor insan. Mesele şu ki: 40 sınıfın en az 12 tanesi sınıf tekrarı yapıyordu Zaten. Tuana'nın sınıfında bile Alp diye bir çocuk vardı. Sınıf tekrarı yapıyordu. Defterini kitabını sıranın altında bırakırdı her gün, öyle gider gelirdi okula. Sınıfın eğlenceli karakterlerinden birisi de Alp'ti aslında. O gün sınıfın yarısından çoğu bahçede toplanmış, ne kadar heyecanlı oldukları hakkında konuşuyorlardı. Alp de geldi. "Bu kadar kafaya takacak ne var arkadaş, dünya bir gündür o da bugündür. Olmazsa olmaz boşverin." Dedi. Tuana ifadesiz ifadesiz Alp'in yüzüne baktı "Sen neyden bahsediyorsun, lise sınavında bile bu kadar heyecanlanmadım ben." Dedi. Gerçekten de öyleydi. Elleri titriyordu. Matematik dersine kendini yetersiz gördüğü için daha da paniklemişti. Sınıfa girdiler. Öğretmeni beklemeye başladı tüm sınıf. Çıt çıkmıyordu.