Her şeyin sonuymuş gibi geliyordu Tuana'ya. Ne kadar basit aslında, insanlar ne kadar küçük şeylere kafayı takıp da büyük problemmiş gibi yıpratıyor kendini. Tuana henüz 15 yaşında olduğu için bu pencereden bakamıyordu belki de. Yaşayarak, gerekirse yıpranarak öğrenecekti herkes gibi. Ama kendisi, bunun böyle olacağını bilmiyordu. Çıkarması gereken dersi çıkarırsa eğer, her şey daha kolay olacaktı. Hayat; bize ders çıkarmamız için anılar yaşatır. Çıkarmamız gereken dersi çıkarmazsak, aynı şeyi daha ağır bir şekilde sunar bize. Bunu düşünmek de yüksek öngörü gerektirir elbette. Tuana; 15 yaşında, bu yaşa kadar hep ders çalışmış, kendisiyle barışık olmayan, hırçın, asi bir kızdı aslında. 1,65 boylarında ve tombul bir kızdı. Yüzünde bir çocuğun masumiyeti gizli gibiydi. Her gören "ne kadar tatlı bir yüzün var" derdi. Tuana, tatlı olmak değil güzel olmak istiyorum diye düşünürdü. Kendini şişman olarak gördüğü için; çirkin olduğunu düşünür, kimsenin onu beğenmeyeceğini kafasına yerleştirmişti. Oysa; uzun dalgalı saçları, iri ve parlak (siyaha yakın kahverengi) gözleri umut doluydu. Neşeliyken etrafa neşe saçıyor, üzgünken bütün gemileri yakıyordu. Başarmaya bu kadar istekli olmasının, iyi bir gelecek planı yapmasının asıl sebebi buydu aslında da kendisi farkında değildi. Kendinde eksik gördüklerini bu şekilde ödünlemeye çalışıyordu. Sanki insan değilmiş gibi, duyguları yokmuş gibi hedefine odaklanıp, sanki oyun varmış da oyunun sonunda büyük bir ödül varmış gibi büyük ödüle odaklanmıştı. O büyük ödülün ilk adımı şimdilik liseydi onun için. Ve "Daha ilk engelde tökezledim." Deyip karalar bağlıyordu.
Okulun formasını almaya gittiklerinde kendini çok buruk hissediyordu. Kazanamadığı iki liseden birisinin adını söyleyip de o formayı almayı isterdi. Annesinin, babasının onunla bu şekilde gurur duyacağını düşünmüştü. Annesi babası "Sen elinden geleni yaptın, burada da çok başarılı olacağından eminiz." Demesine rağmen üzülüyordu. Çünkü; annesini ve babasını çok seviyordu. Her çocuk elbette annesini babasını çok sever. Ama; annesinin yaptığı fedakarlıklar, çevresinde birçok arkadaşı ufak tefek de olsa dayaktan nasibini alarak büyüdüyse de Tuana'yı annesi hep sevgiyle büyütmesi annesine daha çok bağlamıştı onu. Babası ise; tabiri caizse yemeyip yedirmiş, giymeyip giydirmiş Tuana için, ablası için, kardeşi için. Tuana ve kardeşleri küçükken ailesi maddi olarak çok büyük bir sınavdan geçmişti mesela. Ama o dönemde, öyle bir durumda olduklarını çocuklar anlamamıştı. Bunu; büyüyünce, büyükler anılarını anlatırken anlayacaklardı. Ve "Biz de böyle anne baba olabilir miyiz ki, en büyük şansımız anne babamız. " diye düşüneceklerdi.
Okulun ilk günü gelip çatmıştı. Çok büyük bir liseydi bu. Ve Tuana'nın ilkokuldan beri arkadaşı olan Güzin de bu liseye kaydolmuştu. Tuana'nın tek tesellisi buydu: Güvenilir bir arkadaş, tanıdık bir sima. Tanımadığı insanlar vardı ve "Ya beni sevmezlerse, ya beni aralarına kabul etmezlerse" diye stres yapmıştı. 40 tane 1. Sınıf vardı ve Tuana da bunlardan birisindeydi. Güzinle farklı sınıftalardı. Okul kocaman olduğu için, birbirlerini göremiyorlardı. Ancak; okulun çıkışında görüşebiliyorlardı ve eve yürüyerek gidiyorlardı. Cem ve Faruk da ilkokuldan arkadaşlarıydı. Ufak bir tesadüfle aynı yoldan yürüdüklerini fark ettiler. Çıkışlarda muhteşem dörtlü olmuşlardı. Önce Faruk, sonra Cem evine gidiyordu yol üzerinden. En son Güzin ve Tuana kalıyordu. Daha sonra onlar da evlerine dağılıyordu. "O kadar da kötü değilmiş." Diye düşünmeye başlamıştı Tuana. Aslında boşuna karalar bağlamıştı. Diğer iki lisedeki arkadaşlarına bakıyordu. Sanki başka dünyadan insanlarmış gibi davranıp, diğer arkadaşlarına tepeden bakan ukala bir üslupları vardı. "Ben de mi böyle olacaktım?" Diye düşündü kendi kendine. Öyle olmaması için, iyi bir insan olması için böyle olması gerekiyordu belki de. Tuana'yı uzaktan gören bir insan; ukala, kaprisli, hırçın diyerek üç kelimeyle hiç düşünmeden anlatabilirdi onu. Aslında öyle biri değildi, değildi de kendi de öyle olmadığının farkında değildi ki. Her şeyden önemlisi; insanın kendinin farkında olmasıydı belki de. Kim olduğumuzun, neler yapabileceğimizin, neler yaptığımızın farkında olarak yaşamadıkça kendimize eziyet ediyorduk belki de. Sahi; herkes aynı hataları yapıp, büyük planlar kurup büyük hayal kırıklıklarının içinden, küllerinden yeniden doğuyor muydu? Yoksa, planları suya düşüp; hiç ummadığı noktalarda kendini bulan sadece Tuana mıydı?