Calum burada olduğunu söylediğinde buna inanmamıştım. Ama, verandada olduğunu söylediğinden ön camın hafif aralık penceresinden kontrol edip orada olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. Hemen ellerimin tersiyle yanaklarımdaki yaşları silip, burnumu çektim ve beş saniye öncesine kadar ağlamış görünmemeye çalıştım.
"Burada ne arıyorsun?" diye sordum, kapıyı açar açmaz. Gözlerimi gözlerine dikmek istemiyordum, beni ağladığımı anlayacak kadar iyi tanıyordu.
"Sana geldim," dedi, adeta bir şiir dizesi okur gibi. "Ayağına. Sadece seni neşelendirmek için, Villy."
Gözlerimi devirdim ve gülümsedim. "Buna gerek yoktu."
"Öyle mi?" diye sordu, dediklerim onun için yeterince inandırıcı değilmiş gibi. İşaret parmağını çeneme dokundurdu ve gözlerimi onun gözlerine dikmem için hafifçe kaldırdı. "Hâlâ ıslak olan gözlerin hiç öyle demiyor ama."
Bu, benim kendimi bıraktığım andı. Dudağımı dişleyip, gözlerimden boşalan yaşları engellemeye çalıştım ama nâfileydi. Calum'un önünde ağlıyor olduğumu bilmek beni daha da utandırıyordu ve kapıyı Calum'un suratına kapatıp, kendimi içeri kilitlemek istiyordum.
Tabii ki yapmadım.
Bunun yerine Calum beni kollarının arasına çekerken sessizce gözyaşı dökmeye devam ettim. Beni sakinleştirmek için söz sarf etmedi, çünkü sakinleşmeye ihtiyacım yoktu. Sadece, ağlıyordum. Sessizce, hıçkırıklar olmadan.
Calum birkaç defa saçlarımı öptü. Elleri beni yatıştırmak için öpmekte olduğu saçlarımı okşadı durdu. Bense kollarımı onun beline dolayıp tişörtünü ıslattım. Uzun boyundan ötürü ellerimle sarılabileceğim en müsait yeri beliydi. Boynuna uzansam asla ulaşamazdım, bundan emindim.
"Hamakta sallanmak ister misin?" Sorusuyla başımı kaldırıp sulu gözlerimle ona baktım. Bu onu güldürdü. "Peki, tamam, sadece otururuz öyleyse."
Başımı salladım ve kolunun altına girip bahçedeki hamağa doğru yürümeye başladım.
İki ağaç arasındaki hamağa oturduğumda, Calum oturmak yerine sırtını ağaçlardan birine yaslamayı tercih etmişti. Ellerini boynunun altında birleştirip bana sırıtarak baktı. Bense burnumu çekip artık ağlamamak için uğraştım.
"Anlat bakalım," dedi. "Senin sert cadıyla neler oldu?"
Ona her şeyi anlattım. Elena o gün Ashton'ın evine gittiğimi öğrenmişti. Onu ektiğim için bana tonlarca laf söylemiş, üstüne çocuklar hakkında milyon tane hakaret de etmişti. En son Calum ve diğerlerini asla hatırlayamayacağımı, onların geçmişte kaldığını söylediğinde, çileden çıkmıştım. Hafızamı asla geri kazanamayacağımı, kendisinin hayatımdaki en büyük şans olduğunu söylüyordu. Elena'yı seviyordum ama artık onu tanıyamıyordum. Ona söylediğim tek şey siktirip gitmesi olmuştu.
"Vay canına," diye mırıldandı Calum, uzun bir ıslık çaldıktan sonra. "Sonunda tekmeyi bastığına sevindim, ama mâdem üzgünsün, bu konu hakkında espiri yapmayacağım." Gülümsedim. "En azından şimdilik."
"Nasıl böyle biri olabiliyorsun?" diye sordum.
"Nasıl mışım?"
Dudaklarımı büzdüm ve doğru kelimeyi aradım. "Hmm...Güçlü mü?"
Omuz silkti. "Güçlü değilim. Zayıflıklarımı dışa vurmamakta iyiyim sadece."
Hamakta ona doğru yaklaştım ve ayaklarının dibine oturdum. "Zayıflıkların mı?" diye sordum. "Senin zayıflık gösterdiğin hiçbir şey yok."
Sırıttı ve konumunu değiştirip, başını bu sefer bacaklarımın üzerine yerleştirdi. Yüzlerimizin hizası ilk kez bu kadar yakındı. Küçük gözleri benimkilere doğrudan bakıyordu. Bacaklarımın üzerindeki varlığı beni mutlu ediyordu.
"Sen." Calum mırıldandığında, nane kokulu nefesi yüzüme çarpmıştı. "Sen en büyük zayıflığımsın. Sana karşı güç gösterisi yapamıyorum, sert çocuğu oynayamıyorum, duygularımı saklayamıyorum." Calum gözlerini yumdu. "Şu an burada olmamalıyım ama senden uzak duramıyorum."
Elimi kaldırdım ve parmak uçlarımı yumuşak yanaklarında gezdirdim. Göz kapaklarına, alnına, çenesine ve burnuna dokundum. Onu hatırlamayı o an hiç istemediğim kadar çok istedim. Gözlerimi sıkıca yumdum ve Tanrı'ya yalvardım ama olmuyordu. Calum zihnimin ücra köşelerinde, çok eskilerde kalmıştı. Yok olmamıştı, Calum hep oradaydı ve ben varlığını hissediyordum. Tüm hücrelerimde hem de. Ama, onu oradan çıkaramıyordum.
"Seninle en çok yaptığımız şey neydi?" diye sordum bir anda. Bay Hood bana geçmişte yaptığım ve asla unutmam diye düşündüğüm şeyleri tekrar etmenin yararlı olacağını söylüyordu. Elbette bu tür şeyleri yapmam için önce ne yapmam gerektiğini bilmeliydim.
Calum dudağını ısırdı. Sırıtır gibi oldu, ama sonra gülümsemesine saklamak için bir şeyler gevelemeye başladı. "Ah...şey...yani, evet, aslında...biz baya şey yapardık...sarılmak! Evet, evet, biz baya sarılırdık."
Başını dizlerimin üzerinden çektim ve hamakta yanına uzandım. Kollarımı beline doladım ve alnımı güvende hissetiren gövdesine yasladım.
Bir anda gözlerimin önünde yeniden bir film oynamaya başladı. Eski bir anı olmalıydı. Calum ile bir çam ağacının altındaydık. Bu, Calumların evindeki koca çam ağacıydı. Calum ile çimlerin üzerinde uzanıyor, çam ağacındaki dalların rüzgârla dalgalanışını seyrediyorduk. Sonra, Calum bana dönüp gülümsüyordu. Elimi yanağına koyuyordum. Bana bir şeyler fisıldıyordu ama duyamıyordum. Tek dirseğimin üzerine eğiliyor ve...
Onu öpüyordum.
Dudaklarının etkisini kafamda hisseder hissetmez irkilerek filmden çıktım. Gözlerimi kırpamadığım birkaç saniyenin ardından, Calum, "İyi misin?" diye sordu.
"Calum?" diye seslendim, bir fısıltıyla.
"Bir şey mi gördün?" diye sordu. Gözlerimi kaldırıp ona baktığımda, kaşlarını çattığını ve gerçekten endişeli göründüğünü fark ettim.
"Biz hiç öpüşmüş müydük?" diye sordum aniden.
Kulağa ne kadar tuhaf geldiğini biliyordum. Ama, o gördüğüm kısa filmin bir anı mı yoksa hayal dünyamın benim için hazırladığı saçma bir fantezi mi olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
Calum yutkundu. Sadece, yutkundu. Bir şey söylemesi için ona dakikalar boyunca baktım ama konuşmuyordu. Ağzını bıçak açmıyordu. Ardından, benden uzaklaştı ve hamaktan inip uzaklaşmadan önce, "Hoşçakal," diye mırıldandı.
Görünüşe bakılırsa benden bir şeyler saklayan sadece hafızam değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how to make love like Calum // Hood
ФанфикCalum Hood'un kafası karışıktı. Ama başına gelenlerden sonra geçmişte yaşadığı her şeyi unutan Vilanda Grayson'ın olduğu kadar değil. --texting--