Gözyaşlarındaki Anlam

151 8 8
                                    

Hergün etrafımızda binlerce farklı mesleğe sahip insanlar görürüz: öğretmen, doktor, şoför, madenci, avukat... Ama tüm bi insanlar bir meslekte topludur aslında. Hepsi hergün yüzlerce hayal kurar.

~~

"Hayır, senin için sadece sen varsın Savaş."

"Tüm suçlu ben miyim? Yine düşüncesiz bir odun muyum?"

"Sana inanmıyorum, bitti...tek tadımlıktım. Öyle mi? Söylesene kim kalbini benim kadar hızlı attırabildi? İlk aşkındım, deli gibi aşıktın kabul et."

"Dışarı çık, toplantım var Umut."

"Lanet olsun." Kapıyı çarpıp çıktım...Arkama bakamadım. Aslında bakarsak, arkama bakamadım. Gözlerine bakamadım. Beni inciteceklerinden korktum ama bu şansı ben kendi ellerimle vermiştim. Söylediklerimi tekrar bi kenara itmiş, dinlememişti. Bir bakıma kabul etmişti geçici olduğumu ama hayır, öyle değildi. Olsaydı 7 ay sürmezdi. Onun kalbini yalnız ben böyle çarptırabiliyordum. Sinirliyken gözü hiçbir şeyi görmediği hâlde, tek dokunuşumla onu uslandırabiliyordum. Tıpkı onun da beni uslandırdığı, normal bi insan haline getirdiği gibi. Eski ben burada olabilir miydi? Onu uslandırabilir miydi? Onu uslandırabiliyordum. Yapıyordum...emindim. Biz sadece biz olduk. Çok uzun zaman geçirmedik belki ama çok sevgi geçti üzerimizden. Cümlelerimizde bizdik, kimse daha çok sevmedi bizde. Ama yalnızca yedi ay sürdü. Söz vermiştin ömür boyu diye ama olmadı. Son zamanlarda fazla ayrı düşüyorduk. Savaş'ın sıkıldığı ortadaydı, bende aksini söyleyemezdim.
Babamı kaybettiğim gün çıkmıştı karşıma, sokaklarda savruluyordum bir oraya bir buraya... Karşımda durdu. Yağmur damlaları bedenlerimizi ıslatırken, kalplerimiz cayır cayır yanıyordu.  Sahiplenici kollarına tutundum, birgün beni bu kollarıyla iteceğini bilemezdim. Gözyaşlarım durmaksızın büyük elmacık kemiklerinin üzerinden akarken damla damla yağan yağmur da beni saklamaya yetmiyordu. Onun ıslak gömleğinde son buldu gözyaşlarım. Yağmurun yapamadığını o yapıyordu.
Peki neydi bu?
İlk görüşte aşka hiç inanmadım. Ama Savaş, o gece karşımda durup beni koruyan adam...hiç tanımadığım adam. İlk görüşte aşkı yaşatmıştı. Başka ne olabilirdi?
Aktığını yeni farkettiğim gözyaşlarım ve kızaran gözlerimle Savaş' ın ofis kapısının önünde dikildiğimi yeni fark etmiştim. Etrafımda soru dolu gözlerle bana bakan çalışanlarımızı gördüğümde alaylı ifademi gizleyemedim. Lavaboya doğru giderken sendeliyordum. İşte böyle zamanlarda bir anneye ihtiyacım oluyordu ama yoktu.
Beni, bizi değil parayı seçmişti. Bu yüzden babama bağlıydım. Annem gidince ne kadar yıprandığımı gördü. Beni bırakmadı, en azından bırakmayacaktı. 10 yıl önce annem bizi terkederken içim yanmıştı. 2 yıl sonra yüklü miktarda para gönderdi. Paranın yanında bir mektup da vardı.

Sevgili kızım ve babası:

Size nasıl hitap edeceğimi bile bilmiyorum. Sanırım bir özür için çok geç kaldım.
Aslına bakarsanız, üzgün değilim. Mutlu bile sayılabilirim. Gönderdiğim parayı alın ve sizi en mutlu nasıl kılacağına karar verin.

-Başak

Okuduğumda ağlamamıştım. Ağladığım iki koca yıla saydım. Geçmek bilmeyen, eziyet dolu iki yıl. Ama babamın gidişi çok fazla olmuştu. Annemin gönderdiği para işimize yaramıştı, bir ofis kurmuştuk. Dokuzuncu senesinde kimsenin beklemediği bir anda şirketimiz patmıştı. 34 milyon dolar borçlanmıştık. Altından en iyi can kurtaranlar bile kalkamamıştı. O günlerde babamda bir trafik kazasında can vermişti. İçkili ve uykusuzdu, kazayı çağırmıştı. Başka bir zaman olsa asla o halde araba sürmezdi ama kaybedecek bir şeyi yoktu.
Dediğim gibi babamı kaybettiğim gün çıkmıştı karşıma, hastaneden çıkmış, saatlerce sokakları turlamıştım. O gece, şirket battıktan iki hafta sonra. Sabaha kadar ağlamıştım kollarında. Dayanamayıp evine götürmüştü. Onu tanımıyordum ama beni tanıdığı her halinden belliydi. Perdenin arasından parlayan güneş ışıklarıyla, içerideki ürpertici hava tezat düşmüştü.
Savaş, elinde sabah kahvesiyle dışarıyı izliyordu. Güneşin parlaklığı yüzüne vurmuştu. Yüzüme bir gülümseme indi. Üzerime baktım, bu kıyafetler benim değildi. Kendi kıyafetlerimin yağmurda sırılsıklam olduğunu hatırlıyordum.

"Günaydın, Umut." İsmimi de nereden biliyordu bu kumral, genç adam?

"Ben neredeyim?"

"Çiftlik evimde."

"Peki benim sizin çiftlik evinizde ne işim var?"

İlk cümlelerimizde, ilk günlerimizde böyle geçmişti. Henüz şehirdeki evi yerine bu çiftlikteydik, beraber ata binmiştik, piknik de yapmıştık. İş de konuşmuştuk başıma gelenleri eksiksiz anlatmıştım. Hiç tanımadığım bir adama hakkımda önemli olan her şeyi anlatmıştım. Onunla ilgilenmediğim söyleyemezdi ama benimle ilgili bu yakın ve korumacı tavırları onu gözümde yükseltiyordu.
Ama bugün o korumacı kumral yerine, beni başından atan bir Savaş vardı. Canımı yakmakla kalmıyor, canımı alıyordu.

"Kelebeğim aç kapıyı lütfen. Çok üzgünüm. Meleğim lütfen." Savaş'ın bende ki yeri başkaydı, kalbimin yarısı ondan ibaretti. Sesi bile beni etkilerken ağzından düşen o eşsiz kelimeler..can alıcıydı.

"Savaş..." sesimdeki bu kırılgan ve çatallanan ton...titrektim.

"Benim Umut. Aç lütfen, sevgilim." Toplantısı vardı ama. Geç kalacaktı. "Lanet olsun aç lütfen. Bir an bile senden ayrı kalmak istemiyorum."

Yaslandığım lavabo tezgahından kalkıp elimi anahtara koydum. Ama zor geliyordu kilidi açmak. Bileklerim ağrımıştı.

Düzenlenen Tek Bölümlük HikayelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin