Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey, havanın kararmak üzere olduğuydu. Güneş çoktan batmış, yerini karanlık almak üzereydi. Gökyüzüne doğru uzanan ağaçlar, ormanlık bir yerde olduğum hissini veriyordu. Karnımın acıktığını hissettim, fakat hareket edemiyordum. Sanki her yerim uyuşmuş gibiydi. Hışımla yattığım yerden kalkıp etrafıma baktım. Tanımadığım bir yerdeydim. Pencereden dışarı bakınca herhangi bir yol ya da patika göremedim. Bu tıpkı bana Sessiz filmindeki kadının yaşadığı yeri hatırlatıyordu. Odadan çıkıp çıkış yolu aramaya çalıştım. Etrafta koştururken salon olduğunu düşündüğüm küçük ama geniş bir alana vardım. Ev 1 oda 1 salon kulübe gibiydi. Ama içi çok güzel döşenmişti. Dolayısıyla ne küçüklüğü ne de neyden yapıldığı dikkat çekiyordu.
Salonun ortasına geldiğimde arabasını durdurup yolu sorduğum çocuğu gördüm. Koltukta oturmuş elindeki kalemi çeviriyordu. Kalemi çevirirken bana bakmıyordu. Boşluğa odaklanıp gözlerini oraya dikmiş bir yandan da ifadesiz bir şekilde kalemi çeviriyordu. Sadece bunu yapıyordu.
''Yemek için uyanmanı bekledim. Biraz soğudu tabii.'' dedi bana bakmadan. Birkaç adım ilerideki yemek masasına baktım. Sesindeki alaycı ton beni ürkütmüştü. Yüzü tanıdık geliyordu ama onu asla tanımadığıma emindim. Böyle bir şey yaptığına göre ona iyi niyetliymiş gibi bakamazdım.
''Sen kimsin? Ne işim var benim burada?'' Bakışlarını bana çevirdi. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi.
''Ben kimim...'' dedi gülerek. ''Hiç mi tanıdık gelmedim?'' dedi bana bakarak.
Ayağa kalktı.
''Bunca zaman hiç mi görmedin beni?'' Başımı iki yana salladım. Etrafta dolaşmaya başladı.
''Doğru. Nereden bileceksin ki? Sen hariç herkese anlattım seni. Gelip arkamdan vurdular.'' Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Hal ve hareketlerine bakılırsa akıl sağlığında bir problem olabilirdi ve onu tanımadığıma da emindim. Yavaşça elimi cebime götürdüm ve telefonumu bulmaya çalıştım. Fakat telefonum cebimde değildi.
''Bunu arıyorsan sadece 3 kez arandın. Çınar, Koray ve Sıla. Başka bir şey yok. Ayrıca endişelenmene de gerek yok. Ben sana zarar vermem. Sadece gerçekleri bil istiyorum.''
Telefonum çalmaya başladı. Karşımdaki çocuk telefonu hiç düşünmeden açtı. Telefonu hoparlöre aldı.
''Hıh açtı. Hilal? Hilal neredesin sen?'' Çınar'ın sesi salonda yankılandı.
''Merhaba abi. Özledin mi beni?'' Abi mi?
''Çağlar? Sen misin? Çağlar, n-napıyorsun? Hilal'in telefonunun sende ne işi var?'' Çağlar- Çınar? Nasıl yani? Karşımdaki çocuk Çınar'ın kardeşi miydi? Eğer öyleyse neden böyle bir şey yapmıştı?
''Ben sana güvenmiştim, gerçekten güvenmiştim. Bu yüzden miydi? Bana bunu yapman için miydi?'' Çocuk git gide sinirleniyordu. Bense bir iki adım geri atıp ondan uzaklaştım.
''Nerede olduğumu biliyorsun. Gel al sevgilini.'' Telefonu Çınar'ın yüzüne kapattıktan sonra bana döndü.
''Yaklaşık üç ay önce İzmir'e gelmiştim bir arkadaşımı görmeye. Seninle aynı okulda okuyor. Bir ara okuldan bir kızın doğum gününe gelmiştin, o zaman da oradaydım. Sürekli senin için İstanbul-İzmir arası gittim geldim. Olmadığım zamanlarda da arkadaşım seni takip ediyordu. Bunu ister sevgi olarak gör, ister aşk, ister takıntı... Umurumda değil. Sonra işler ciddileşmeye başladı benim için. Artık kendime engel olamıyordum. Seni ilk gördüğüm anda bir şeyler olması gerekiyormuş gibi hissettim. Sonra bu his daha da güçlendi ve beni sana getirdi. Abime anlattım tüm bunları. Seni araştırmak için tatile çıkıyorum deyip bu otele geldi. Araştırmakla kalmamış anlaşılan. Sizi otelde gördüm. Belli ki aranızda bir şey var. Hayatımda böyle bir kazığı en yakın arkadaşımdan beklerdim, belki kuzenimden beklerdim ama Çınar'dan beklemezdim.'' Arkasını dönüp uzaklaştı.