Sabah kapının çalmasıyla gözlerimi araladım. Üstümde sanki bir ağırlık ile uyumuş gibi hissediyordum. Yağmur tam karşımdaki koltukta uyuyakalmıştı. Kapı çalınca o da uyandı.
Üstümdeki pijamalara aldırış etmeden kapıyı araladım. Karşımda takım elbiseli iki adam duruyordu.
''İyi günler, Hilal Ada Güçlü, değil mi?'' diye sordu içlerinden birisi. Başımı salladım.
''Ben aile avukatınız Ahmet Eken. Yanımdaki beyefendi de Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan Halit Ergün. Sizinle bazı hususlar hakkında konuşmamız gerek.'' Çocuk Esirgeme mi?
Onları içeri davet ettim.
''Hilal Hanım öncelikle başınız sağolsun. Anneniz Zehra Hanım ve babanız Hakan Bey için. Biliyorsunuzdur ki ebeveynlerin vefatı durumda gerçekleştirmemiz gereken bazı işlemler oluyor. Bunlardan birisi miras işlemleri ve on sekiz yaş altı çocukların devlet himayesi altına alınmasıdır. Anneniz ve babanızın üzerinde olan bir adet İzmir-Karşıyaka semtindeki apartman dairesi, bu yazlığınız ve bankada bulunan 155,698 Türk Lirası ve 20,000 Amerikan Doları siz ve kardeşiniz Koray Efe Güçlü arasında eşit olarak paylaştırılacak. Ancak kardeşiniz on sekiz yaşının altında olduğu için devletin himayesi altına alınması gerekiyor.'' Ayağa kalktım. Koray'ı benden alamazlar. Bunu yapamazlar.
''Hayır, paramı alın, bütün paramı alın ama kardeşimi almayın.'' dedim onlara yüksek bir sesle. Duyduklarıma inanamıyordum. Koray, aklı başında, kendi kararlarını kendi verebilecek yaştaydı. Neden onu götürmek zorundalar ki?
''Hilal Hanım, maalesef bizimle gelmesi gerekiyor. Sizi himayesi altına alacak on sekiz yaş büyük birisi bulunmadığından üç yıl boyunca orada kalması gerekiyor.'' Yağmur bana bir bakış atıp yerinden kalktı ve Koray'ın yanına gitti.
''Lütfen, bakın. Lütfen, size yalvarıyorum. Kardeşimi götürecekseniz o zaman beni de götürün.'' Avukatın koluna yapışıp dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerimden tutup beni ayağa kaldırdı.
''Dün doğum gününüzmüş. Artık on sekiz yaşındasınız. Sizi götüremeyiz. Bu arada, doğum gününüz kutlu olsun.'' Hızla ellerimi çekip salona geçtim. Merdivenden ayak sesleri yükselmeye başladığında Koray'ın geldiğini anlayıp ayağa kalktım. Bana daha önce hiç bakmadığı şekilde bakıyordu. Bakışlarında şaşkınlık, kızgınlık, tiksinti ve hayal kırıklığı bir araya gelmiş ve bana huzursuzluk veren bir enerji ile yaklaşıyordu.
''Yağmur Abla'nın dedikleri doğru mu? Beni götürmeye mi geldiler? Abla, bir şey yap! Bir şey söyle! Doğru mu?'' Ona sadece bakmakla yetinebildim. Konuşursam kelimelerimi dikkatlice seçemeyeceğimden korkuyordum. O zaten paramparçaydı ve ben onu daha da kırmaktan korkuyordum.
Kardeşimin elini tuttum. Yüzüne bakarken canım yanıyordu. Göğsümdeki his, nefes almama engel oluyordu. Güçlükle yutkundum.
''Koray, çok özür dilerim. Bana izin vermiyorlar. Seni götürmeleri gerekiyormuş. Çok üzgünüm.'' Hışımla ellerini çekti.
''Seni asla affetmeyeceğim! Senden nefret ediyorum!'' Bu altı kelimelik cümlesi suratıma atılmış bir tokat gibi acıttı. Sesinin tonunda, çenesinin kasılmasında, gözlerindeki iki damla yaşta ilk defa söylediği bir şeyi hissederek dinledim. Kardeşim artık benden nefret ediyordu. Onu koruyamadım. Onu mutlu edemedim. Ona sahip çıkamadım.
Avukat ve yanındaki adam Koray'ın hazırlanmasını beklemek için mutfaktaki sandalyelere oturdu. Çantalarındaki dosyaları karıştırdılar, sabırla beklediler. Evi yakıp kaçmak istedim. Koray'ı da alıp uzaklara gitmek istedim. Ama bunu yapamayacağımı biliyordum.