4.BÖLÜM(M. N. SHYAMALAN)

3 0 0
                                    

BÖLÜMDE KULLANILAN FİLMLER:
- Signs
-Split
"...Ve bu yüzden dünyayı anlamak yetmez. Onu değiştirmek gerekir."
Tüm sınıftan bir alkış yükseldi.
"İyi bir çalışmaydı çocuklar. Karl, özellikle sondaki adaşına gönderme
kısmını beğendim... İyi iş çıkarmışsınız. Sanırım bana da bu projeye tam
not vermek düşer."
Gururla yerimize geçtik. Karl'a bir beşlik çaktım. O da saçımı
karıştırarak harika olduğumu söyledi. Sınıftakiler zaten böyle farklı
fikirlerin çıksa çıksa benden çıkabileceğini, başka projelerde de
görev almamı söylediler. İşte tam o sırada düşünmeden edemedim... Bütün
bunların hepsi nasıl mümkün oldu?
Birkaç saat önceye gidelim.
"Ben delirmek üzereyim. Bu sıçan yuvasında hiçbir yüz tanıdık değil,
anlıyor musun? Beni anlıyor musun, Novak?"
"Bana Marla diyeceksin, aptal. Boyutlardaki adımsa Lapis ama o ismi bu
işe karıştırma."
"Neden bahsettiğini anlamıyorum. Kafayı oynatmak üzereyim. Nereye
gitsem bana gülümseyen ve göz kırpan garsonlarla, taksi şoförleriyle
karşılaşıyorum. Bana yardım ediyorlar. Hem de hiçbir sebebi yokken!
İnanabiliyor musun? Uyuyamıyorum ve kendimi... Kendimi yalnız
hissediyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, yalvarırım yardım et
bana!"
"Üzgünüm, Karl, kendini bu duruma sen soktun." İsmini kullanmakta
özgürdüm, çünkü kitapta anlatıcının ismi belirtilmemişti ve bilerek
onu kitabının gerçek olduğu boyuta hapsetmiştim. Yalnız ikinci hikâye
olsa Sebastien diye seslenmem gerekirdi.
"Bu delilik. Bana neden bunu yapıyorsun?"
"Pek çok klişe kötü başrol oyuncusunun da dediği gibi... Çünkü yapabiliyorum."
"Onun ben olmadığımı anlamları uzun sürmez. O zaman başınız büyük
belaya girecek."
"Evet, daha evden kaçan ergenleri bulamayan polis ekipleri hemen senin
başka bir boyuta hapsedildiğini anlar zaten. Anla artık, Karl, biz
özeli değiliz. Senin gibi binlercesi aynı duruma maruz kalıyor ve
alışmaktan başka hiçbir şansları yok."
"Nereden biliyorsun?"
"Çünkü... Biliyorum işte. Bazen senin iyiliğin için en iyi seçenek
budur, tamam mı? Geleceğin pek parlak değildi zaten, ahbap.
Üniversitenin ilk yıllarında doğum günün sırasında barda çıkan bir
kavgada bıçaklanarak öldürüldün. Senden sonra sevgilin perişan oldu ve
uyuşturucuya başladı, ailen desen daha şimdiden bitik durumdalar. Tek
oğullarının ölümünü kaldıramadılar."
"Ne yani, bu Karl ile hayatları daha mı iyi olacak?"
"Her birimizin hikâyesi farklıdır. Bizi birbirimizden ayıran da budur
zaten. O avukat olacak ve davalara bakacak. Yüksek sosyeten bir moda
tasarımcısıyla evlenecekler ve bir kız ve bir oğulları olacak.
Medyatik bir aile olacak ve emekliliklerinde yatlarıyla koyları
dolaşacaklar."
"Tanrım... Bu hikâyeyi ben seçmedim ki."
"Hayır, işte bu yüzden sana bir şans verdim. Aslında bana teşekkür
etmelisin. Bu evrende hikâyen farklı olabilir. Zaman bükülebilir bir
kavramdır. O evrendeki hikâyenin yansıması bu evrende de aynı olmak
zorunda değildir. Yerinde olsam sana verilen bu fırsatın tadını
çıkarırdım."
Boş gözlerle etrafa bakıyordu.
"Şu anda yerine geçmek için bu evrendeki Marla'nın ruhunu geçici
olarak hapsetmek zorunda kaldım ama sonra yerime geçecek. Elbette
olanlardan haberi yok. Doğal davran."
"Doğal... Şu aralar benim için karşılığı olmayan bir kavram."
"Her şey oyuna inanmakla ilgili, Karl. Gerçekçi olmasına gerek yok.
Sen gerçek olduğuna inan yeter."
Zorba sınıf arkadaşımı '99 yapımı bir klasiğin kitabına hapsederek
uysallaştırdıktan sonra saçından alınmış örnekle yaptığımız klonuyla
proje sunumumuzu tamamlamıştık. Karl bana iyi davrandığı için
arkadaşları da iyi davranıyordu. Dediğim gibi, bu deney farelerinin
hepsi birbirinin aynısıdır ve lider belledikleri biri bir karar
aladursun, hepsi peşinden gelir. Ne komedi!
"Hey, Benji! Bu yıl Oscar'ı izlemeye bize gelmek ister misin?"
"Şey... Annemlerin izin vereceğini sanmıyorum, Novak. Çünkü... Bilirsin
biraz geç ve..."
"Anlıyorum, ahbap. Ama sakın ertesi sabah eleştirisini birlikte
okumayacağımızı söyleme."
"İşte buna kimse engel olamaz."
Gülümsedim. "Sence kim alır?"
"Şu aralar 'diğerlerinden farklı olanın kendini keşfetmesi' olayına
kafayı takmış durumdalar."
"İyi bir gözlem... Aşk filmlerinden umudu kestiler mi sence?"
"Belki kadın başrol ya da dönemine göre kostüm falan."
"Şunu dinle: Eğer bir film devam filmiyse en iyi uyarlama ödülünü
alabiliyormuş."
"Bunu yeni öğreniyorsun bir de hâlâ benden daha iyi bir sinemacı
olduğunu iddia ediyorsun."
"Sinema bilgi işi değildir, dostum. Sinema bir illüzyondur. Elinde
yeterli bilgi varsa ama sunuş biçimin vasatsa o zaman kimsenin
umurunda olmaz."
"O zaman görsel efektlerle donanmış vasat senaryolara ne diyeceksin?"
"Bana abartılı görsel efektlerden bahsetme, Benji. Düşüncesi bile
midemi bulandırıyor. Yaşasın natüralizmin mütevazılığı!"
"Bazıları da tam tersini sever. İnsanların zevklerine söz söyleme hakkın yok."
"Her zaman söylerim, ben fikir farklılıklarına saygı duyan biri
değilim. Beni istediğin kadar eleştir, kendi fikrimi yine de kendimce
haklı çıkarmanın bir yolunu bulurum. İkna olduğumu iddia etmesem de
bunun tek sebebi karşımdakinin çenesini kapatmaktır. Çünkü tartışmalar
zaman kaybıdır."
"Fikirlerinin her zaman doğru olduğunu bilemezsin ki! O zaman olayları
hep böyle tek yönlü görürsün işte ve pek çok kere de yanılırsın."
"Başkalarının yanlış fikirlerini duyunca ne olacak peki? Günün sonunda
elimde sadece daha fazla yanlış olacak. Hem de bana bile ait olmayan
yanlışlar."
"Ben... Bazen sana... Diyecek bir şey bulamıyorum."
Ona bir öpücük yolladım. Sözüm anca ona geçerdi işte. Telefon çaldı.
Sesi benimkine benzemiyordu. Tedirginlikle açtı ve birkaç mesaj yazdı.
Yüzü biraz solmuş görünüyordu.
"Her şey yolunda mı?"
"Ben..." Çevreye baktı. "...Gitsem iyi olacak. Biri gelirse idare eder misin?"
"Benji? Böyle bir şey demeden gitmeyeceksin herhalde?"
"Sonra anlatırım. Gerçekten... Gitmeliyim."
Ne olduğunu anlayamadım ama biraz endişelendiğimi itiraf etmeliyim.
Okul çıkışı dükkâna gittiğimde Urban bir müşteri ile doğum günü
organizasyonu için konuşuyor, ben de arkada kremalı bisküvi yiyerek
ödevlerimi bitirmeye çalışıyordum. Kadınla konuşması bitince bana
seslendi.
"Novak, sana ihtiyacım var."
"Teşekkür ederim, Urban. Bunu senin ağzından duymak ne hoş..."
"Bu espritüel yorumlarını boyut gardiyanlarına sakla, tatlım."
"Yoksa..."
"Aynen öyle. Artık hazırsın."
"Aman tanrım! Gerçek bir operasyona çıkacağım! Hayatımın en güzel günü!"
"Hemen şımarma, Novak. Bildiğin gibi bu önemli bir..."
"Evet, evet biliyorum. Sorumluluk, soğukkanlılık, ciddiyet ve diğer
benzeri erdemler. Söz veriyorum, seni yüz üstü bırakmayacağım. Görevim
ne peki? Ve zaman gidiyorum?"
"Şimdi."
"Aman tanrım! Aman tanrım!"
"Bir çiftlik evine gitmeni istiyorum."
Hayal kırıklığıyla yüzüne baktım. "Ne?"
"Bir çiftlik evinde doğaüstü şeyler olduğuna dair bir ihbar alınmış.
Şu an tüm birimler dolu. Çünkü bir canavar serbest halde boyutlarda
dolaşmaktaymış. Benim ilgilenip ilgilenemeyeceğimi sordular ve ben de
yardımcımı yollayabileceğimi söyledim."
"Yardımcın benim... Ben... Ne yapacağım? Çiftlik evindeki köylülerle mi
konuşacağım?"
"Hayır, sadece her şeyin yolunda gidip gitmediğine emin ol. Ben de
böyle ufak şeylerle başlamıştım, evlat. Sonra yıllar geçtikçe akılda
kalanların bu ilk tecrübesizlik anları olduğunu anlayacaksın."
"Yapacağım işi dramatikleştirerek sempatimi arttırmaya çalışma, zaten
fazlasıyla heyecanlıyım. Hazırlanmam gerek, sonra konuşuruz, Urban."
Kafamda kırmızı bir perukla buğday tarlalarında, arka fonda eğlenceli
bir yol müziğiyle ilerliyordum. Hangi ev olduğunu bilmediğim için
yanındaki arazide tanımlanamayan daireler olanı seçmek adına dikkatle
bakmam gerekiyordu. Tam bir tanesini gözüme kestirmiştim ki ani bir
gürültüyle direksiyon elimden kaydı ve yoldan çıktım. Araba, ancak
birkaç buğday yığınına çarparak hızını alabildi. Ben de direksiyona
kafamı vurmuş bir şekilde yarı sersemlemiş bir halde önden gelen
dumanları izliyordum. Arka koltuktan çıkarak beni korkutan adam mahcup
bir edayla aynadan bana gülümsüyordu.
"Affedersin."
"Biraz geç olmadı mı? Siz de kimsiniz ve arabamda ne işiniz var?"
"Aslında bu benim arabam."
"Senin araban mı? O zaman ben neden direksiyondayım?"
"Orası senin bileceğin iş... Arkada uyuya kalmış olmalıyım."
İkimiz de aynı anda arabadan çıkmış enkaza bakıyorduk.
"Affedersin."
"Sorun değil, bana iyi bir şoför olmadığını söylemiştin."
"Söylemiş miydim? Yani biz..."
"Ben Wolf. Wolf Murder."
"İsmin çok tanıdık... Sanki şey gibi..." Arabanın camının yansımasından
kızıl saçlarımla göz göze geldim. "...Fox Mulder."
"O ismi daha önce hiç duymadım."
"Duymadın mı? X-Files! Bir efsaneyi kaçırmışsın, Wolf."
"Peki senin adın ne?"
"Ben... Sanırım bu durumda Skully olması gerekiyor."
"Doğru! Scully'e ince bir gönderme. Vahşi isimlerle yapılmış
alternatif bir evrenden gelme iki dedektif olmalıydık.
"Madem ortağız... Bana nereye gitmemiz gerektiğini söyle."
"Nasıl gidebiliriz ki? Arabamı bir hurdaya çevirdin."
"Beni korkutmasaydın bunların hiçbiri olmazdı. İkimiz de aynı derecede
suçluyuz. Şimdi kes sesini de düş önüme. Uzun bir yürüyüş bizi
bekliyor."
Yaklaşık on beş dakika sonra hedefimize –Hesslerin evine- vardık.
"Merhaba Bay Hess"
"Merhaba..."
"Murder. Wolf Murder. İhbarınız üzerine geldik." Rozetini gösterdi.
"Size birkaç soru sormak istiyoruz."
"Elbette. İçeri girin, lütfen."
Birbirimize bakarak içeri girdik.
Joaquin Phoenix o güzel gülümsemesiyle oldukça misafirperver göründü.
Bize kardeşi Graham'ın eşini trajik kaybından ve arazilerinde
görülmeye başlanan işaretlerden bahsetti. Çocuklar için
endişeleniyorlarmış. Onlara konunun trafik kazasıyla ilgili
olabileceğini söyledim. Belki de Graham ya da çocuklardan biri kendini
bu şekilde motive ediyordu. Ya da olayların sorumluluğunu almaktan
kaçan katil bir şekilde kendini belli etmeye çalışıyordu. Birkaç not
aldıktan sonra evden ayrıldık. Graham –Mel Gibson diyerek devam
edeceğim- bizi civardaki en yakın motele bıraktı ve çekiciyi aradı.
Tamir birkaç gün sürermiş. Murder ile motelin yanındaki benzincideki
restoranda kızarmış tavuk yiyip odalarımıza çekildik.
"Novak, sana söylemem gereken bir şey var."
"Evet, Benji?"
Birlikte kütüphanede oturmuş siyah beyaz filmler hakkında bir
araştırma yapıyorduk. Bugün pazartesiydi ve ben liseye giden Novak
Smith'tim.
"Ben... Sanırım yokum."
"Anlamadım?"
"Yani bunun hakkında çok düşündüm. Ben var olmadığımı düşünüyorum ama
insanlar bunu fark etmiyorlar. Eskiden varlığımı fark etmediklerini
sanırdım ama şimdi yok olduğum için onları suçlamıyorum."
"Ama bu çok saçma. Ben seninle konuşabiliyorum."
"Bu neyi kanıtlar ki? Masalar da vardır ama onlarla konuşabilir misin?"
"Bunun cevabı kişiden kişiye değişir sanırım... Ama... Ama ben düşünüyorum
ki, sen herkes kadar varsın ve sen yoksan... Hiçbirimiz yokuz demektir."
"Bu da mümkün"
"Ama ben var olduğumu biliyorum. Hem bu da nereden çıktı? Durup
dururken nereden aklına geldi?"
"Dün ailem Altıncı His filmini izliyordu. Bir anda, bilirsin şu Bruce
Willis'in her şeyin yalan olduğunu anladığı kısımda bir şey fark
ettim. Yani aklıma geldi de... Acaba biz de ancak öldüğümüzde mi var
olmadığımızı anlayabileceğiz?"
"Ama Willis öldükten sonra bile anlayamamıştı. Bence bunlar öyle
kolayca konuşulabilecek konular değil, Benji. Hiçbir argümanımız
yokken nasıl münazara yapabiliriz ki?"
"Bence bu o kadar da zor bir soru değil. Diğer bütün soruların bağlı
olduğu tek soru bu çünkü. Yani eğer yoksak... O zaman hiçbir şeyin
gerçekten de önemi yok demektir."
"Belki biraz varızdır ya da ne bileyim... Açıkçası umurumda değil. Çünkü
bunu kavramamız şu an içinde bulunduğumuz gerçekliği değiştirmeyecek."
"Nereden biliyorsun?"
"Biliyorum işte."
"Oldukça geri kafalı bir cevaptı."
Sinirlendim. "Sen var olduğunun ispatısın. Neden düzeni bozmaya
çalışıyorsun ki? Var olmak maddesel anlamda bulunmak demektir, Benji.
Bulunabilmek... Duvar, kalem, yoldaki yaşlı adam, Johnny Depp... Bunların
hepsi bir şekilde bir yerde, bir zaman diliminde bulunma fiilini
yapmakta olan kavramlar. Bu yüzden de varlar."
"O zaman yüzyıllar önce kimseyle tek kelime etmemiş, öldüğünde adını
bilen tek kişinin çıkmadığı ihtiyar bir sokak serserisi de var olmuş
sayılır mı?"
"Belki onun yere attığı şarap şişesi yoldan geçmekte olan bir at
arabasındaki atların dikkatini dağıtmış ve bir kazaya yol açmış, bu
kazadan sonra hayatını sorgulamaya başlayan bir profesör de ailesini
terk edip hayatını dine adamış ve o ailenin en büyük çocuğu tüm
sorumluluğu üstlenmeye dayanamadığı için kafayı yemiş ve Karındeşen
Jack buradan türemiştir."
"Her şeyin birbiriyle garip bir bağlantısı var. Bu biraz ürpertici...
Sanki kocaman bir yün yumağının içindesin ve nereden çekiştirirsen
diğer taraftan başka bir düğüm oluyor gibi." Düşündü. "O zaman şöyle
diyelim: Biz kendi var olma standartlarımıza göre varız."
"Ne güzel de söyledin öyle, Benji. Benden bir şeyler kapmışsın anlaşılan."
"İyi bir öğretmenim var diyelim."
"Şimdi Shyamalan'ın sırtını dayadığı çocuk oyuncuların
performanslarını değerlendirmek için ideal bir zaman."
"Zaten şu hassas bünyem bir tane daha film noir kaldıramazdı."
Abigail Breslin ve Haley Joel Osment'ın performanslarını karşılaştırdık.
"Bir şeyler bulabildin mi?"
Murder kasabadaki şerif ofisine gidip eski davaları ve bazı suçluların
dosyalarını incelemişti. Ben de Mel Gibson ile biraz konuşmuştum.
Çocuklarının endişeli olduğundan, o ve kardeşinin geçen akşam biri
tarafından ziyaret edildiğinden bahsetmişti. Graham, eski bir
rahipmiş. Kiliseden birinin ona kafayı takmış olabileceğini söyledim.
İnançlı biri için kendisinden beklemediğim bir hayal gücü vardı.
Uzaylılardan şüphelendiğini söyledi. Güldüm. "Böyle şeyler filmlerde"
olur diyemeyeceğim için "Eminim mantıklı bir açıklaması vardır."
Demekle yetindim. Murder'ın tamirciyle konuşmasını beklerken
oturabileceğim bir kafe aradım. Parayı ödemek için ayağa kalktığımda
Merrill ile karşılaştım.
"Merhaba"
"Oh, merhaba. Kasabada küçük bir gezintiye mi çıkmıştınız?"
"Ortağım tamirciyle konuşurken biraz turlayayım dedim. Size ne yapıyordunuz?"
"Yeğenim Bo'nun canı tatlı bir şeyler çekti ve iş başa düştü."
"Ama ufaklığın hakkı var. Uzun zamandır yediğim en güzel çöreklerdi."
Kasiyer kadın "Siparişleriniz" diyerek Merrill'e güzel kokan bir torba uzattı.
"İyi akşamlar size"
"İyi akşamlar"
Geçmem için kapıyı açtıktan sonra bir an önüme atıldı. "Ah, bu arada
size bir şey sorabilir miyim?"
"Elbette"
"Telefon numaranızı alabilir miyim acaba? Lütfen yanlış anlamayın, dün
yeğenlerim korkudan tüm gece uyuyamadılar. Onlara belli etmesek de
bizim durumumuz da onlardan farklı değildi. Ne yapacağımızı da
bilemedik, çünkü polis artık bize inanmıyor."
"Sizi anlıyorum."
Telefon numaramı verdim. Vedalaştık.
"Seninle bayağıdır konuşamamıştık, her şey yolunda mı?"
"Evet"
Annemle hayat hakkında olacağını öngördüğümden dramatik bir konuşmaya
hazırlanıyorduk.
"Nasılsın yani okul nasıl?"
"Güzel"
"Hepsi bu kadar mı? Birkaç gün önce Karl'ın annesi beni aradı."
Ucu açık, tehlikeli bir cümleydi bu. "Ne dedi?"
"Sana teşekkür etmemi istedi. Seninle proje yaptığından beri çok
değişmiş. Annesi, ona iyi geldiğini söyledi."
"Ben... Gurur duydum."
"Karl'ın nasıl bir çocuk olduğunu ikimiz de biliyoruz, Novak."
"Herkes iyi biridir... Doğru şartlar altında."
"Neler oluyor? Hiç konuşmuyoruz, serserilerin annesi arayıp kızımın,
oğullarına iyi geldiğini söylüyor, öğretmenler düşen notların için
beni okula çağırıyor..."
"Ne demem gerektiğini bilmiyorum."
"Neler oluyor? Sadece benimle konuşmanı istiyorum, bebeğim."
"Konuşuyoruz işte. Konuşmak iletişim değildir. Eğer aramızdaki
sağlıksız iletişimin sebeplerini sorguluyorsan konuşmamaktan daha
ciddi sorunlarımız var."
Ağladı. "Böyle olmasını istememiştim."
"Kim ister ki? Çirkin, yalnız bir his bu... Sadece ahmaklar ve şairler.
Ne tuhaftır ki hayatta ancak ikisinden biri olursan tek seferlik de
olsa gerçek mutluluğu tadabilirsin."
Bana "Ne diyorsun?" der gibi baktı. Ben de güldüm. Ortamı yumuşatmak
için olası sebepleri düşündüm. Birinden hoşlanıyorum diyebilirdim.
Zorbalıktan bahsedersem konu büyürdü. Aklıma ilk gelen seçeneği
kullandım.
"Birinden hoşlanıyorum."
"Yoksa..."
"Karl değil, bir arkadaşı. Biraz popüler biri ve bu yüzden anlarsın
ya, popüler kızlarla birkaç gündür başım beladaydı ama atlattım."
Biraz konuştuk. Beni anladığını, böyle şeylerin gelip geçici olduğunu
söyledi. Gülümsedim. Sarıldım. Ödevlerim olduğunu söyledim.
"Bay Graham'ın karısıyla Merrill lisede sınıf arkadaşıymış. Bunu
biliyor muydun?"
Murder'a baktım. Motel odasında zemini kaplamış dosyaların üstünde
tavanı izliyorduk.
"Graham bana bundan söz etmemişti."
"Belki gerek duymamıştır."
Bir sessizlik oldu.
"Sence onları gerçekten izleyen biri var mı?"
"Nasıl yani?"
"Yani... Aile içinden biri... Belki kazaya sebep olan ve kendini suçlu
hisseden biri... Olayla ilgili olan kişi içeriden mi dışarıdan mı?"
"Bence... Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok."
"Kahretsin, bu dava düşündüğümüzden daha ciddiymiş. Belki başka bir
departmana yollamalıyız. Sonuçta ben olayda doğaüstü bir taraf
göremiyorum."
"Her davada doğaüstü bir taraf vardır Skully."
"İyi, sanırım biraz daha dayanabilirim."
Telefon çaldı. "Benimki"
Telefonu açtım. "Alo? Bay Merrill? Ben... Biz geliyoruz. Siz evden ayrılmayın."
"Ne oldu?"
"İşaretler... Yine olmuş."
Boyuttan döndüğümde değişik bir hisse kapıldım. Kostümsüz, soyunma
kabinlerinden yapılan geçişlerde –çünkü bazen bir boyutun karakteri
değil de herhangi birisi olmak isterdin ve İşaretlerdeki Skully de
böyle biriydi işte- dönüşler sıkıntı yaratabilirdi. Gözlerimi tam
olarak açtığımda kafamda dayanılmaz bir ağırlık ve boynumda bir kramp
vardı. İçinde bulunduğum arabanın kokusu ve şoförü tanıdık gelmedi.
Ona baktım. Bakışlarımı fark etmiş olacak ki bana döndü.
"Sesini çıkartırsan..."
"Sessiz olacağım, efendim."
Arka koltukta birbirlerinin üstüne yığılmış, baygın vaziyette yatan
vücutlara baktım.
Tek kelime etmeden yol alıyorduk. İşin tuhafı normal şartlarda
sessizliğin garip kaçacağı bir anda çenemi kapalı tutmak, şimdi adeta
yapılabilecek en mantıklı ve olağan hareket olmuştu. Bunun zevkiyle
tatlı tatlı gülümsedim.
"Ne?" Bana döndü.
"Yola odaklan."
Başını yola çevirdi.
"Gözlerimi kapaman gerekmez mi? Elinden kurtulduğumda beni nerede
tuttuğunu bilebilirim."
"Elimden kurtulacağını nereden biliyorsun?"
"Çünkü kaçmak istemiyorum ve kaçmak istemeyen kurbanlar, katiller için
tatmin edici değildir."
Adam da gülümsedi. Kurban ve katil aynı karede gülümsüyorlar. Ne şiirsellik ama!
Arka koltuktaki kızları içeri taşımasına yardım ettim. Onlara verdiği
prenses kostümünü giydirmemi söyledi. Ben de dediğini yaptım. Kendim
de giydim.
Yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Mırıltılarını duyuyordum. Bir yandan
da aramızda nasıl bir bağlantı olduğu ve buraya nasıl gelmiş
olabileceğimle ilgili düşünüyordum.
"Mütevazı yuvama hoş geldiniz, bayanlar."
Diğer kızlar çığlık atarak eve dönmek istediklerini, bunun bir
saçmalık olduğunu söylediler. Adama hakaret dolu sözlerle saldırmaya
çalıştılar. Adamsa pek tepki vermedi. Soğukkanlılığını sempatik
bulduğumu söylemeliyim.
Bize hazırlanan yemeği yedikten sonra odalarımıza gitmemizi söyledi.
Bizim için doğru olan buymuş.
Çevremdeki kızlar bende bir acıma hissi uyandırmadı. Onlarla
konuşmadım. Tek yaptıkları zırlamaktı. Tüm gece boyunca tek kelime
etmeden ağlamalarını dinledim.
Herkesin uyuduğu bir anda kapıyı dinledim. Ayak sesleri
duyulabiliyordu. Kapının kilidinin açıldığını duydum. Geriye çekildim.
Kapı açıldığında karşımda yaşlı bir kadın duruyordu. Ben de karşısında
dikilmiş, onu izliyordum. Bir süre tepkisiz bir şekilde bakıştık.
Gözleri balmumundan gibi ifadesizdi. Benimkiler de öyle. Sonra kapıyı
kapatıp tekrar kilitledi ve uzaklaştı. Kızlardan biri sese uyandı ama
ona uyumasını söyledim ve o da o uyku mahmurluğunun verdiği
vurdumduymazlıkla sorgulamadan uyumaya devam etti.
"Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için özür dileriz, Bayan Skully."
"Sorun değil, çocuklar nerede?"
"Graham ile birlikteler. Yanlarından ayrılmasına izin vermiyorlar."
"Haklılar. Hiçbir küçük çocuk evinin etrafında yabancılar dolaşırken
tatlı bir uyku çekemez, sanırım."
"Onlar... Her zaman güçlüydüler. Özellikle de annelerinin ölümünden sonra."
"Anlıyorum."
Murder evi kontrol ettikten sonra nöbet tutmaya karar verdik.
Önümüzdeki kahve şişelerine gözümün daldığı bir sırada Murder yanıma
yaklaşıp fısıldayarak "Sana bir şey söyleyeceğim..." dedi. Merak ettim.
"Ne oldu? Birini mi gördün?"
"Bence... Bence Mirrell senden hoşlanıyor."
"Saçmalıyorsun, Murder."
"Kabul et, tatlı adam o."
"Bunun konumuzla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum."
"O... Ben anlarım. Bir erkeğim. O da öyle. Herkes anlar."
"E ne olmuş yani?"
"Yani bu durumu leyine kullanabilirsin."
"Saçmalama. Ne yapacağım ki?"
"Sen bir kadınsın. Bizim gibi aptalları baştan çıkarmayı bilirsin."
"Ben mi?"
"Evet, onu yemeğe davet et."
"Beni güldürüyorsun."
"İyi, şu her zamanki akılcı bahanelerden birini bul. Bir kafe
önermesini iste ve tarif eder misin eşlik eder misin falan diye sor."
"Ucuz bir numara."
"Klişeler her zaman işe yarar. Onları klişe yapan da budur."
"Ben... Bilmiyorum."
"Onunla konuşurken de onun hakkında bir şeyler öğrenebilirsin."
"Tam olarak ne öğrenmek istiyorsun?"
"Bak... Bence Mirrell sandığımız kadar masum olmayabilir."
"Tam olarak ne kadar masum olduğunu düşünüyorduk ki?"
"O... Şu masum sempatik erkeklerden. En azından öyle görünmeye
çalışıyor. Ama gerçekten öyle mi?"
"Nereden bileyim ben? Kişilik inceleme uzmanı mıyım?"
"O meslek öyle miydi?"
"Ne bileyim ben? Bilirsin işte, şu filmlerde sorgu sırasında
şüphelinin suçlu olup olmadığını ilk görüşte anlayıp sonra onun
psikolojik profilini kâğıttan okurcasına karşısındakilere anlatarak
etkileyen tiplerden bahsediyorum."
"Sanırım anladım."
"Peki nasıl biri olduğunu düşünüyorsun?"
"Sırları olan biri..."
"Ben... Bunu göreceğiz."
Ertesi gün kalktığımızda başucumuzda herkes için bir elbise vardı.
Benimki maviydi. Lapis Mavisi. Bu bir tesadüf müydü? Yoksa boyutlar
arası güvenlik kurallarıyla ilgili Kurulun verdiği bir gözdağı mı?
Boyutlarda herkesin bir mahlası vardır ve kendi suretinde seyahat
etmek istediğinde bu mahlasları kullanır. Benimki Lapis'ti. Çünkü
saçlarımın rengiydi ve bu isme her zaman bir sempati beslemişimdir.
İşte bu rengi gördüğümde de içten içe bu işin içinde Kurulun parmağı
olduğunu düşünmeden edemedim.
"Kahvaltınız hazır, hanımlar."
Yemek masasında bir ölüm sessizliği vardı.
"Kızlar... Neden bu kadar sessizsiniz?" Karşımdaki fıstık ezmeli sandviçe baktım.
"Bunu yemeyeceğim. Bizi burada tutamazsın, hasta ruhlu manyak!" Cevap
bekler gibi adamın yüzüne baktı. Gece yarısı yaşlı kadın kostümüyle
gördüğüm adam, bugün ilk gördüğüm haliyleydi. "Cevap versene! Sana
diyorum!"
Adam bir anda yumruğunu sıkıp masaya vurdu. Bardaklar yere düştü ve
çatallar gürültüyle tabaklardan sekti. Diğer kızla ben de irkildik.
Bir sessizlik oldu. "Otur... Hayatım." Az önce aslan kesilen kız, şimdi
minik bir kedi yavrusu gibi kalktığı yere kıvrıldı. Adam yavaşça
yaklaşıp saçlarını okşamaya başladı. Kız ağlıyor ama hıçkırıkları
duyulmuyordu. Adam bir anda boğazını sıkmaya başladı. Kızsa adamın
kollarını sıkarak kurtulmaya çalışıyor, olduğu yerde tepiniyordu.
Diğer kız "Dur" diye yalvarıyor, bense sessizce olanları izliyordum.
"Ev sahibine kibar davranmayı öğrenmelisin, hayatım. Şimdi iyi bir kız
ol ve benden özür dile."
"Özür dilerim."
"Seni duyamadım."
"Özür dilerim!"
Adam kollarını kızın boğazından çekerek serbest bıraktı. Kız, kesik
kesik soluklar alarak nefesini düzenlemeye çalıştı.
Kahvaltıdan sonra herkes odasına gitmek için ayağa kalktığında adam
kolumu tuttu. "Sen bekle" diğerleri dehşetle bana bakıyordu. Bense
kendimce makul bir açıklama bulmaya çabalıyordum. Dediğini yaptım.
Diğer kızlar gittikten sonra mutfak kapısını kapattı ve beni izledi. Ben
de ona baktım.
"Bakışların..."
"...Etkileyici?"
"Rahatsız edici."
"Bu zevke olan bakış açınıza göre değişen bir yorum."
Gülümsedi.
"Sen... Dehşete düşmüyorsun."
"Hep böyle ilginç kelimeler mi seçersin?"
"Ben... Yalnız hissediyorum."
"Bunu genç kızları kaçırmadan ya da otuz ayrı kişiliği barındırmadan
da hissedebilirsin."
Anlamamıştı. Bana baktı. Yüzünü avucumun içine aldım. "Sen özelsin."
"Bu sadece yalnız olmanın gösterişli söylenmiş hali. Halk arasında
özel olmaya yalnızlık denir."
"Sen... Nefret etmiyorsun."
"Neden edeyim ki? Evet, isteğim doğrultusunda burada değilim ama
isteğim doğrultusunda gittiğim yerlerde de aradığımı bulamadığım
zamanlarım oldu. Ve merak ediyorsan ya da eğer aklından geçiyorsa...
Hayır, senden korkmuyorum. Pek çok kişiden korkarım. Kasada ayın
ürününü pazarlamaya çalışan satıcıdan ve sırada arkamda bekleyen yaşlı
insanlardan bile! Ama senden korkmuyorum. Sence birinden korkmamız
için, onun bizde ne gibi bir tehlike uyandırması lazım?"
"Değişiklik"
"Doğru cevap! Hem de ilk seferde... Sence beni değiştirebilir misin?"
"Denerim."
"Herkes denedi, tatlım. Ben kesin sonuç istiyorum."
Gülümsedi. "Sanırım ihtiyacın olanı biliyorum."
Sabah mutfak dolaplarında su bardağı aranırken Mirrell bir anda
arkamda belirdi. Murder'ın dün gece söylediklerinden sonra onunla göz
göze gelmemeye çalıştım. Tuhaf bir andı.
"Günaydın, Bayan Skully."
"Günaydın Bay Mirrell."
"Bay Murder nerede?"
"Tamirciyle konuşmaya gitti. Sorun sandığımızdan daha ciddiymiş."
"Bunu duyduğuma üzüldüm. Ne yapacaksınız peki?"
"Davayı çözene kadar zaten buradan ayrılamayız. Sadece yanımızda araba
olmayacak ve bu da şehir merkeziyle banliyö arasındaki iletişimi biraz
güçleştiriyor doğrusu ama dediğim gibi... Yapacak bir şey yok."
Gülümsedi. "Bir şeye ihtiyacınız olursa sormaktan çekinmeyin."
"Elbette"
"Mirrell Amca!"
"Sen misin Bo?"
"Suyumda bir şey var."
"Bir bakayım tatlım" suyu incelemeye başladı. Rengi her zamanki
berraklığında değildi. Burnunu yaklaştırarak bardağı kokladı. "Küf
gibi kokuyor."
"Tatlım, bana bardağın tam olarak nerede olduğunu gösterir misin?"
Bo ile birlikte odasına çıktık. Bana bardağın durduğu komodini
gösterdi. "İşte tam burada"
Yukarıya baktım. "Tabureyi uzatır mısın?" Tabureye çıkarak tavanın
çivilerini incelemeye başladım. Tavan ahşaptı, çünkü üstte bir çatı
katı vardı ve ahşapların arasından minik bir delik gözükmekle birlikte
ardında ne olduğu pek anlaşılmıyordu. "Çatı katının anahtarı var mı?"
"Maalesef girişi kapattık. Daha doğrusu bizden önceki sahipleri
kapatmıştı, duvar kâğıtları falan vardı ve biz de açmak için
uğraşmadık."
"Yani daha önce hiç çatı katına çıkmadınız mı?"
"Hayır."
Delikten bir şeyler görebilmek için bir gözümü kısarak diğerini
yaklaştırdım ama bir şey bulamadım. "Sanırım bununla sonra ilgilensem
daha iyi olacak."
Yattığım yerden kafamı kaldırıp titreyen ellerime baktım. Üzerinde
kan vardı. Aslında bakıldığında her yerimde kan vardı ama o an için
ilk fark ettiğim ellerim olmuştu. Yavaşça ayağı kalktım. Kurbanlık
sıfatımızdan başa hiçbir ortak noktamız olmayan kızlar tanınmayacak
halde yerde yatıyordu. Polisiye ve ucuz, kalitesiz kült korku
filmlerini seven biri olarak dehşete düştüğümü söylesem karşılaştığım
manzaranın boyutunu anlarsınız, tahminimce. Aralarından geçerek
koridorda yürümeye başladım. Kapılar kilitli değildi. O yüzden
istediğim yere girebileceğimi bilmek bana özgüvenle birlikte bir
huzursuzluk vermişti. Bu mahremiyet gereksiniminin yoksunluğunun
sebebi ne olabilirdi? Ellerime bakmamaya ve titremesine aldırış
etmemeye çalışarak loş ışıkta yürümeye devam ettim. Koridorun
sonundaki odadan gelen ışık gözümü aldı ve oraya gitmem gerektiğine
karşı dayanılmaz bir içgüdüyle ilerledim. Kapı aralıktı. Aralanınca
kulisi andıran, her yerde elbiseler ve çeşitli kıyafetler olan bir
odayla karşılaştım. Masadaki bilgisayarı görünce belki birilerini
ulaşabilirim diye düşünerek kapıyı kilitledikten sonra başına oturdum.
Açtığımda ana sayfadaki dosyalar ilgimi çekti. Rastgele bir tanesine
tıkladığımda bizi kaçıran adamı gördüm. Ekrana bakıyordu. Çaresizdi ve
titriyordu. "Böyle olmasını istemedim... Onlara bunu ben yapmadım..."
Ağlamalardan ve iç çekişlerden dedikleri anlaşılmıyordu. Kapatıp başka
bir tanesini seçtim. Bu seferki güçlüydü. Sinirliydi. Hiçbir şeyi
beğenmiyor, her şeye bir kulp buluyor, bu da onu daha çok
öfkelendiriyordu. Diğer bir tanesi ise giyimine kuşamına düşkün yaşlı
bir kadındı. Açabildiğim kadarını açmaya çalıştığım sırada içlerinden
bir tanesiyle karşılaştım ki onun bana bakan gözleri beni dehşete
düşürdü.
"Bu kötü bir fikirdi."
"Kötü bir fikir mi? Bence muhteşem bir fikir! Sadece senin yerine
benden çıktığı için kıskanıyorsun."
"Fikre olan bakış açım saçma olduğu gerçeğini değiştirmiyor."
"Hadi ama Skully! Harika bir plan. Bizden bir şey sakladıkları alenen
ortada! Sen Mirrell ile yemeğe çıktığında ben de eve gireceğim. Zaten
Graham akşam evde olmayacak. Onu kiliseye gitmeye ikna ettim."
"Bunu nasıl yaptın? Graham dine inanmayan rahip değil miydi?"
"Bunun kendisinin yüzleşmek istemediği gerçeklerle arasına koyduğu bir
bent olduğunu ve aşması gerektiğini söyledim. Çocuklara da ben
bakabileceğimi söyleyince ortada bir sorun kalmadı."
"Dedektifliğin ve komplo teorisyenliğinin yanına şimdi de bakıcılık!
Peki, tam olarak ne bulmayı planlıyorsun?"
"Ben... Bilmiyorum, bir ipucu. Hani filmlerde seyirciyi ters köşeye yatıranından..."
"İyi, tamam. Sen bilirsin."
Buraya nasıl geldiğim ve ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim
olmamakla birlikte Mirrell ile yemeğe çıkmıştım işte. Graham'ın
olmayışını fırsat bilerek akşam gidebileceğimiz bir restoran olup
olmadığını sordum. O da bir tanesini tarif etti. Murder onun da
gelmesini teklif etti, sonra da çocuklar huzursuzluk çıkarmış,
kiliseye gitmek istememişler diyerek onlara bakmak üzere eve döndü.
Şimdi restoranda ikimiz kalmıştık ve ne konuşabileceğimizi
bilmiyordum. Gülümsedim. O da gülümsedi. Boş bir muhabbet açmaya
çalıştım.
"Siz... Kardeşinizle ne kadar süredir birlikte yaşıyorsunuz?"
"Uzun bir süredir."
Murder eve gelirken yoldan aldığı hamburgerleri paketlerinden
çıkartarak çocukların tabaklarına özenle yerleştirdi.
"Mirrell Amca nerede?"
"O meşgul, tatlım. Bu akşam size Wolfie Amca hizmet edecek."
"Wolfie! Ne komik bir isim!"
"Hey, büyük babam bir keresinde gençliğinde bir adada mahsur kalmış ve
haftalarca bir kurtla aynı mağarada yaşamış. İsmim buradan geliyor."
"Çok hoş bir hikâye bu, Wolfie!" Şimdi çocuklar hayranlıkla ona
bakıyordu. Çocukları etkilemek adına küçük pembe bir yalandan zarar
gelmez diye düşündü, Murder tüm yaptığı söylenip piposunu tüttürmek
olan büyük babasını gözünün önün getirmeye çalışarak.
Yemekten sonra bir çizgi film açtıktan sonra halletmesi gereken
işleri olduğunu öne sürerek yukarıya çıktı. Çocuklara uslu uslu
oturmalarını tembihledi. Skully bir çatı katından bahsetmişti ama evin
eski sahipleri açmadığı için hiç kullanılmamış olduğunu söylemişleri.
Oysa evde sporla uğraşan bir sürü insan vardı ve pekâlâ da rahatlıkla
malzemeler için bir depo olarak kullanılabilirdi. Yatak odasındaki
merdiveni alarak çatı katının duvar kâğıdıyla kaplanmış giriş kapısını
incelemeye başladı.
"...Ve sonra da her şeyi bıraktım. Tüm hayallerimi, isteklerimi, arzularımı..."
"Ve o da sizi terk mi etti?"
"Evet
Masada duran eline kendiminkini yaklaştırdım. Kinimod olsa doğru
olanın bu olduğunu söylerdi ama maalesef onun içinde misafir olarak
bulunduğum bedenin ruhunda bir karşılığı olmadığı için bu boyutta
yaratamadığımdan sadece sevgiyle anmakla ve doğru olduğunu düşündüğüm
şeyi yapmakla yetindim. Bu hareketim hoşuna gitmiş olacak sessizce
gözlerini ellerime kenetledi ve sanki zamanın durduğu bir karadelikmiş
gibi baktı. Ben de ona baktım çünkü ona âşık olduğumu düşünmesi
gerekiyordu. Sonra bana baktı. Ben de bakarken yakalanmış utangaç bir
âşığı oynayarak gözlerimi kaçırdım. Bazı şeylerin bir düzeni
olmamalıydı. En azından öngörülebilir bir düzenleri... Aşk, nefret,
korku gibi şeyler bir anda gelip gitmeli ve insanı darmadağın
edebilmeliydi. Böyle düzenli ve önceden planlanmış olanıysa sadece
rahatsız edici olarak tanımlanabilirdi.
"Burada ne işin var?"
Bu soruyu hafta sonu bir kitabımı almak için okula geldiğimde
gördüğüm sınıf arkadaşıma ya da taşınınca bağlantılarımı kestiğim eski
komşuma sormuş olmak isterdim. Ama hayır, bu soruyu sorduğum kişi –bir
kişi de sayılmazdı aslında, görüntü demek daha yerindeydi- en yakın
dostumdu. (Aslında bunu ispatlayacak bir şey olmaması beni her zaman
biraz endişelendirmiştir. Bence en yakın dost olmak bence
resmileştirilmeli ya da tanımı değiştirilmeli. Çünkü mesela anneniz
annenizdir ve bunu bilirsiniz ve ona bir anneye nasıl davranılması
gerekiyorsa öyle davranırsınız ama en yakın dostum dediğiniz birine
öyle davrandıktan sonra aslında birbirini seven iki insan bile
olmadığınızı öğrenmek üzücü ve tatsız bir durumdur.) Sonuç olarak, her
ne olursa olsun, sonunda öğreneceğim gerçeğin en yakın dostumun,
içinde genç kızları öldüren bir katili de kapsayan otuz ayrı kişiliği
bünyesinde barındıran bir ruh hastasının karakterlerinden biri
olacağını tahmin bile edemezdim. Yutkundum. Bilgisayar ekranına
baktığımda yansımasıyla göz göze geldiğim katilimi görüyordum. Yavaşça
sandalyeyi arkama doğru çevirdim. Tek kelime etmiyordu ve bu oldukça
tedirginlik verici bir andı.
"Sen... Biliyorsun."
"Bilip bilmemem bir şey değiştirmez."
"Onları... Onları sen mi öldürdün?"
"Hayır... Yani, bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda ölüydüler."
Arkasında parlayan şeye baktım. Bir bıçak olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
"Benji... Sen benim dostumsun. Yani en azından benimle dost olan bir sen var!"
"Ben Benji değilim."
"Sen birisin işte! Var olduğunu ispatlamak için başkalarına zarar
vermene gerek yok."
"Bunu bu yüzden yapmıyorum."
"Peki, öyleyse neden yapıyorsun?"
"Tedavi için"
"Tedavi mi? Masum insanları, tanımadığın insanları zarar vermek,
öldürmek... Gerçekten tedavin bu mu yani? Bu neyin tedavisi? Bu
tedavinin hastalığı ne?"
"O insanları öldürmüyorum. Işığı onlardan alıyorum."
Işık kelimesi bana Split'teki Kevin Wendell Crumb'ın aklındaki
meclisi hatırlattı. Işığı karakterlerden biri seçiyor ve diğerleri söz
sahibi olana kadar beklemek zorunda kalıyordu. Eğer karşımdaki adamın
da kast ettiği ışık buysa... O zaman Canavar neredeydi?
Murder dehşetle karşısında masumca uyuyan yüze baktı. Çatı katına
girmişti. El feneriyle etrafta bir şeyler ararken bir anda bu
görüntüyle karşılaşmıştı: Uykuya dalmış, kocasının söylediğine göre
yıllar önce ölmüş Bayan Graham!
Silahını çekti ve yavaşça kadına doğru yaklaştı. Ne olduğunu anlamadan
onu korkutmak istemiyordu. Göğsünün inip kalkışından hayatta olduğunu
anlamıştı. İşin aslını öğrenene kadar tetikte olmakta fayda vardı.
"Bayan Hess? Bayan Hess!"
Kadın yavaş yavaş gözlerini araladı ve bir anda gözüne tutulan
fenerin ışığıyla irkilerek arkaya doğru çekildi.
"Siz de kimsiniz?"
"Sakin olun, ben FBI'danım."
"Ben..."
"Bir şey söylemenize gerek yok. İsteğiniz dışında mı burada tutuluyorsunuz?"
"Ben... Hayır."
"O zaman resmi olarak ölü olduğunuzu biliyor musunuz?"
"Evet"
Gözlerinin içine baktım. "Sevdiğin kadın... Seni neden terk etti?"
"Başka bir erkek için."
"Peki sonra pişman oldu mu? Senden vazgeçtiğine yani..."
"Evet"
"Nereden biliyorsun bunu?"
"Kendisi söyledi. Bana dönmek istediğini, kaçabileceğimizi ve her şeye
yeniden başlayabileceğimizi söyledi. Artık ona katlanamadığını, ondan
kurtulmak istediğini söyledi."
"Peki neden terk etmiyormuş?"
"Çocukları yüzünden."
Yutkundum.
"Şimdi o... Sevdiğin kadın nerede Mirrell?"
"Çatı katımda. Kocasını öldürmemi bekliyor."
Boğazımdaki içkinin tadı gitgide genzimi yakmaya başlamıştı. Derin
bir nefes aldım. Ölmeden önce karakterimden kurtulmam gerekiyordu ama
bir yandan da hikâyeyi merak ediyordum.
"Çocukları almak için babasının ölü olması yeter dedim. Graham ölecek,
çocuklar da sevgili amcalarına kalacaktı. Amcası bu kaybın acısında
dayanamayıp başka ülkelere taşınacak ve orada tanıştığı güzeller
güzeli bir kadınla evlenip çocuklarını birlikte büyüteceklerdi."
"Yoksa?"
"Bo ve Morgan benim çocuklarım."
Gözlerimi yumdum ve geçiş için dikkatimi topladım.
Murder gerçekleri sindirmeye çalışıyordu.
"...İşte böylece Graham uzaylılara inandığı için kendisine kin beslemiş,
kiliseden tanıştığı bir yabancı tarafından öldürülecekti."
"Siz... Aklınızı kaçırmışsınız."
"Aşk sağlıklı kafalara göre bir şey değil zaten. Sadece bunu anlamamız
olması gerektiğinden biraz uzun sürdü."
Murder kafasının arkasına yediği beysbol sopasıyla son bir kez dünyaya
baktıktan sonra hayata gözlerini yumdu.
Gözlerimi açtığımda üzerimde beni kaçıran katilimin kıyafetleri vardı
ve kendisi yanımda kanlar içinde yatmaktaydı. Yine ellerim titriyordu
ve üstüm başım kan içindeydi. Sakince banyoya gidip yüzümü yıkadım.
Temiz olmayı severim. Mutfaktan kendime bir kahve koyup bilgisayarımın
başına geçtim. Kamerada otuzuncu dosyaya basıp ön kamerayı açtım.
"Ben... Canavar. Işık bende artık..."
"Smith! Smith!"
"Ne var?"
"Arkadaşın seni sordu. Kitaplarını okulda unutmuşsun sanırım. Onları
getirmiş bir de konuşabilir miyiz, dedi. Ben de depoda olduğunu
söyledim."
"Kimmiş?"
"İsmini sormadım."
Hemen üstümü değiştirip dışarı çıktım.
"Benji?"
"Selam... Eşyalarını okulda..."
Ona sıkıca sarıldım. Şaşırdığına eminim. Gerekmediği sürece kimseye sarılmam.
"Bu ne içindi?"
"Hiç... İçimden geldi."
"Sen içinden gelen şeyler yapar mıydın ya?"
Güldüm. Hem de olması gerektiğinden daha fazla ve gürültülü bir şekilde.
"İyi olduğuna emin misin?"
"Sen var olduğuna ne kadar eminsen..."
"Ne?"
"Filmden sonra var olmadığını düşünmeye başlamıştın ya..." Heyecanla
gözlerine odaklandım. Cevabını merak ediyordum.
"Ah o mesele... Unutmuşum bile! Nereden hatırladın?"
"Hafızamın iyi olduğunu söylerler."
"Sonra birkaç Indiana Jones falan izledim. Bilirsin, kafamı dağıtmak
için seri filmleri izlemeyi severim."
"Evet... Biliyorum." İstemsizce gülümsüyordum.
"Hiç birinin fikri olabileceğini düşündün mü?"
"Novak! Sana bir serinin bütün filmlerini aynı günde bitirmemen
gerektiğini söylemiştim. Matrix mi Geleceğe Dönüş mü?"
"Matrix"
"İyi, siyah gözlüklere ve kaşıklara olan ilgin normal insan seviyesine
döndüğünde bana mesaj atarsın."
"Seni seviyorum, Benji."
"Ben de kendimi."
"İyi ki varsın"
"İşin orasını kim bilir..."

COSTIMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin