Bölümde Kullanılan Filmler:
-Memento
-Prestij
-Başlangıç
-Kara Şövalye
"Vincent bu aralar kendini çok saldı. Ona ılımlı yaklaşmaya
çalışıyorum ama benimle ters düşmek için çaba harcıyor gibi."
"Sorunun sadece onda olduğuna emin misin?"
"Hiç birimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz, burada bunu savunmuyorum
ama kendini yıpratmasından bahsediyorum. Ben giderim ya da kalırım.
Hiç sorun değil, bu beni ilgilendirir. Ama onu bıraktığımda daha
sonrasında nasıl bulacağımı kestiremiyorum. Bilinmezlik kötü bir şey
ve onun da bir dakikası bir dakikasını tutmuyor."
"Şimdi nerede?"
"Bir kasabada. Sürekli resim yapıyor. Aklından neler geçiyor Tanrı bilir."
"Aslında onun da bize katılacağını ummuştum."
"Onu ikna edebilene aşk olsun, Lapis."
Gözüm duvara asılı bir ilana takıldı. "Hey, Paul, şu sergiyi gördün
mü? Saatleri uygunsa gitmek ister misin? Daha hâlâ biraz vaktimiz
var."
"Neden olmasın."
Paul Gaugin ile küçük sohbetimizin ardından "Escher Museum"
dolaylarına doğru ilerledik.
Müzenin merdivenlerinde oturmuş, Gaugin'ın bilet almasını
bekliyordum. Kısa bir sürenin ardından elinde savurduğu kâğıtlarla
bana doğru geldi. "Şu taraftan, Lapis."
Eserlere göz atmaya başladık. Birbirlerini çizen eller, oldukça
gerçekçi şekilde tasvir edilmiş küre şeklindeki cisimlere yansıyan
siluetler... Oldukça ilgi çekiciydi. İçlerinden bir tanesi özellikle
ilgimi çekti. "Paul, şunu gördün mü? Ne kadar da enteresan!"
"Sanatta enteresan diye bir şey yoktur, hayatım."
"Ama o resmin yanında duran resme bak ve şimdi bir daha düşün.
İkisinin sıradanlık düzeyi nasıl aynı olabilir ki? Mümkün değil!"
"Bence heyecanın sebebi, sadece sanatsal bir dalgalanmanın sonucu
oluşan coşkunun dışavurumu..."
"Uzun bir cümle kurmak sana ait olmayan bir eseri takdir etmekten daha
kolay çünkü!"
"Ondan bahsetmiyorum. Burada bir fikir var ve haklısın benim tarzımın
çok dışında ve oldukça da sofistike ama bir ressamla bir filozof
arasında fark vardır. Bir matematikçiyi iyi çizim yapamadığı için
suçlamak gibi bu yaptığın."
"Hiç de aynı konudan bahsettiğimizi sanmıyorum. Ayrıca senin de bir
zamanlar bir bankacı olduğun düşünüldüğünde oldukça gülünç bir örnek
oldu bu. Bence... Farklı olmak yaptığın meslekle ya da soyadınla,
cinsiyetinle ilgili bir şey değil. Farklıysan... Farklısındır işte."
"Bana göre..."
"Pardon, rahatsız ediyorum ama bir şey sorabilir miyim, acaba?"
Tartışmamız üzerinde çok da resmi olmayan bir takım elbisesi olan,
kabarık saçlı, bıyıklı bir adam tarafından bölündü. "Sanırım burada
sonsuz olan iki şeyden biri icra ediliyor."
"Ne demek istiyor?" diye kulağıma fısıldadı, Paul Gaugin. Neyle karşı
karşıya olduğumuzu anlamıştım. Albert Einstein'a gülümseyerek Gaugin'a
döndüm. "Az önce bir dahi tarafından aşağılandık. Aptal olduğumuzu
aptal kelimesini kullanmadan söyledi."
"Affedersiniz, hanımefendi, sadece dikkatinizi çekmek istemiştim.
Bağışlayın beni ama sanattan türeyen kötücül bir tartışma tasavvur
edemiyorum."
Biraz utanmıştık. "Haklısınız, Bay Einstein. Sanırım kendimizi biraz
fazla kaptırmıştık."
"Unutmayın, mantık sizi A noktasından B noktasına götürür; hayal
gücüyse her yere. İkiniz ise kalkmış burada sanat hakkında kozlarınız
paylaşıyor, argümanlarınızla ve karşı tezlerinizle adeta bir üstünlük
mücadelesine soyunuyorsunuz. Oysa sanatın güzelliği herkesi
özelleştirerek her kesimi bütünleyen mütevazılığı değil miydi?"
"Haklısınız efendim."
"Şimdi bakalım burada ne varmış?" gömleğine takmış olduğu gözlüğünü
takarak resme daha yakından baktı. "Görecelik... Ne kadar da tanıdık..."
Bir kahkaha attı. "Bu konu hakkında söyleyecek bir şeyleriniz var mı,
dostlar?"
"Ben... İç içe geçmiş boyutlar görüyorum ama hepsi bir noktadan
birbirine bağlılar. Hangisinin asıl nokta olduğuyla ilgiliyse hiçbir
fikrim yok."
"Neden bir asıl noktaya ihtiyaç duyuyorsun? Hepsi çeşitli şartlar
altında bir asıl nokta olamaz mı?"
"Ben... Bilmem ki..."
"İzafiyet budur işte, evlat. Zamanın hızı sabittir ama değişken olan
zamanın hissediliş biçimidir."
"O zaman İkizler Paradoksu hakkında da bir şeyler söyle hazır başlamışken."
"Siz ergenler, evrenden bile daha gizemlisiniz. Orada burada
duyduğunuz her şeyi sanki çözümlemesi çok zor bir denklemin sonucuna
ulaşmışçasına bir zaferle birilerine takdim etmeye çalışıyorsunuz."
"Sadece anlamak istiyorum. Zaman bir kızarmış tavuk gibi ve insanın
her aldığı parçası ağzında daha farklı bir tat bırakabiliyor. Buradaki
küçük mecazımı almışsındır umarım. Ama benim asıl anlamadığım evrende,
sonsuzlukta, boşlukta ya da yoklukta... Yahut artık adını ne koyarsanız
koyun, isterseniz ayakkabı kutusu deyin, neden onca çözülmesi gereken
gizem ve açığa kavuşturulması gereken sır varken insanoğlunun daha
henüz tam olarak tanımlayamadığı bir şeyi böylesine şuursuzca çöp
ederek boşa harcaması..."
"Zamandan mı bahsediyorsun?"
"Kesinlikle. Yani madem bunca bilinmeyeni keşfetmekten bu kadar
aciziz, sürgün edilelim. Bizim yerimize üstün yaşam formları gelsin ve
hemen tanıyı koyuversin. Evren bu kadar karışık bir sistemken, insan
nasıl bu kadar basit olabilir?"
"Basit olduğunu da nereden çıkardın?"
Eserlerine bakmayı sürdürdüm. Life and Work çalışmasını incelediğim
sırada gözlerim bir anda resmin alt ortasında duran pipoya ilişti.
"Çocuklar, öğleden sonra hepiniz konferans salonuna geçin. Bir gösteri olacak."
Herkes heyecan ve merakla birbirleriyle ne olabileceğiyle ilgili
teorilerini paylaşıyorlardı. Ben de pencereden okulun yanındaki
otoparkı izliyordum. Otoparktaki pipo içen adam dalmıştı gözlerim. Ama
piposundan duman çıktığını göremiyordum. Sadece pipoyu ve adamı
görebiliyordum. Kafamı tahtaya doğru çevirerek düşündüm. Aslında
annemlere öğleden sonra ders yok desem belki alabilirlerdi. Güldüm.
Hayal etmek de güzeldi.
Yemekte öğrendim ki küçük bir sihirbazlık gösterisi olacakmış. Bu
ilginçti çünkü genelde çok önceden haber verirlerdi. Ama ani gelişmiş
bir şey olabileceğini düşünerek üstünde durmadım. Belki önceden haber
vermişlerdi ama ben duymamıştım. Bu da muhtemeldi. Patrick'e kimlerin
geleceğini sormaya gittim. Aslında bu hiç de ilgimi çekmiyordu ama
öğle teneffüsünde sıkılmıştım. Bugün Benji okula gelmemişti ve Anna da
ortalarda yoktu ve onların dışında iletişim kurmak istediğim her hangi
bir canlı türü de yoktu okulda.
"Selam Patrick"
"Selam"
"Şu gelenleri tanıyor musun?"
"Kimler?"
"Sihirbazlar geliyormuş ya"
"Ben öyle bir şey bilmiyorum. Sana kim söyledi ki?"
"Bilmem... Yemekhanede konuşurlarken duydum."
"Bilmiyorum. Onlarla ilgili bir şey mi oldu? Neden geldin?"
"Kimler diye soracaktım. Önemsiz bir şeyse annemi arayacaktım. Öyle
gösteriler beni sıkıyor."
"Bence izle, eğlenceli olabilir aslında. Ben severim. Biraz bulmaca
çözmek gibi..."
"Ama bulmaca çözerken kendi zekamızı sınıyoruz, illüzyon izlerken
başkalarınınkini. Başkaları da pek benim ilgimi çeken bir topluluk
değildir."
"Sen bilirsin. Arayayım mı anneni?"
"Hayır, sanırım izleyeceğim. Biraz merak ettim."
"İyi, sen bilirsin."
"Tamam, sonra görüşürüz."
Her şey olması gerektiğinden çok daha sıkıcıydı. Ben de kütüphanede
oturmuş teneffüsün bitmesi için beklerken aklıma tuhaf bir anı geldi.
Sabah yolda yürüyordum. Neden ve ne için bilmiyordum ama anıyı daha
gerçek kılmak adına daha fazla anıya ihtiyacımız varsa o zaman pekâlâ
da okuldan eve döndüğümü ve dalgın olduğumu söylemek yeterli
olabilirdi. Dalgındım çünkü... Mesela okulda kötü bir olay yaşamış ya da
hiçbir olay yaşamamış olabilirdim ve her basmakalıp ergen gibi hayatı
sorgulama günümde olabilirdim. İşte böyle bir günde, tanımadığım bir
adam tarafından etkilenme ihtimalim oldukça yüksekti ve yolda
tanımadığım bir adamın sözlerine kulak kabarttığımda olayın arka
planında böylesine bir atmosfer cereyan ediyor olabilirdi.
Önümü kesip elini uzattığında para dileneceğini varsayarak geri
çevirdim. Ama açtığı avucunda zaten bir metal para vardı. Ben de merak
edip ne yapacağını görmek istedim. Avucunu kapatıp sıktı ve ardından
parmaklarını kulaklarıma doğru uzatarak elinde tuttuğu parayı bana
gösterdi.
"İyi numaraymış" dedim, "şimdi izninizle... Gitmeliyim."
"Ama bu daha başlangıç"
Artık tanıdığım insanlar yetmiyormuş gibi tanımadığım insanlar da
canımı sıkmaya başlamıştı. Yoldan geçenin bile bana garazı vardı.
"Vaat" diye düzelttim.
"Efendim?"
"Vaat... Başlangıç denmez, vaat denir. Ardından dönüşüm ve prestij."
Adam gülümsedi. "Bu numaranın sırrını biliyor musun?"
"Sır kimsenin umurunda değildir, bayım. Önemli olan onu yapmak için
kullandığın yöntemdir."
Güç bela yaratıcılığımı kullanarak bulduğum birkaç karizmatik lafı
söylerken gözlerinin bana odaklanmasından yararlanarak bileğinden
aldığım saati açık kalmış avucuna koydum.
"Ama sanırım siz sırrı çözmek değil, kandırılmak istiyorsunuz."
Adamın hayretle bakışları arasında bu kareden uzaklaştım.
Bu anı gerçek mi değil mi bilmiyorum ama oldukça gerçekçi olduğunu
garanti edebilirim. Kaldı ki yaşadıklarımın bile bazılarını sahte
olarak görebilirken bir hayali gerçek sanmak ilk kez yaşadığım bir
yanılsama değildi elbette.
Ama gerçek ya da farazi, sahnede gördüğüm adamı şu anda gördüğümden
daha önce gördüğüme yemin edebilirdim.
"Baylar ve Bayanlar! Karşınızda... Bay Abracadabra!"
Ne kadar da yaratıcı bir isim böyle!
"İlk numaram için bir gönüllüye ihtiyacım var... Siz hanımefendi?"
Kesinlikle üstüme alınmadım. Topluluk içinde biri olmayı başarabilmek
güç bir iştir. Bir sinema salonu, futbol stadyumu ya da bazen sadece
kalabalık bir sokak... Oradan birini seçtiğinde artık o, kalabalığa ait
değildir. O sana aittir. Göz göze geleceğiniz âna kadar bütün bir
bedeniyle size aittir. Kendine ait düşünceleri, özel bir kişiliği
yoktur. Onu olmasını istediğiniz herhangi bir kişi olarak
varsayabilirsiniz. İzlediğim insanlarla konuşmaya bu yüzden yanaşmam.
Çünkü onlara dair her bir boşluğu kendi hayal ettiklerimle doldurmak
tıpkı bir sanat eseri yapmak gibidir. Bir cani, bir korkak, bir
fahişe... Onları izlediğiniz an boyunca bu sıfatların hepsi
kifayetsizdir. Onlardan bir beyefendi, bir halk kahramanı, bir azize
yaratabilirsiniz ve bu gücün değeri... Paha biçilemezdir.
"Novak?" Yanımdakiler dürterek beni olduğum yerden kaldırmaya
çalıştı. İnsanların dizlerine çarparak merdivenlere doğru ilerledim ve
sahnenin önüne geldim. Sahne performanslarında pek sıkıntı çekmem ama
sahnede bir başka insanın varlığı bu alışkanlığımın dışında bir
durumdu.
"Adınız hanımefendi?"
"Novak"
"Novak için bir alkış!"
Yüzlerce kişilik bir salonda gösteriyi yapan kişinin gönüllü olarak
sizi seçmesinde başka bir evrende onu zekice bir hamlenizle etkilemiş
olmanız bir neden olabilir miydi?
"Beni daha önce hiç görmüş müydün?"
Bu anımın ona da tanıdık geldiğini düşününce midem bulanmaya başladı.
Başınızdan geçen bir olaya kendinizi nasıl bu denli uzak
hissedebilirdiniz ki?
"Ben... Şey... Neden soruyorsunuz?"
Adam sinsi bir tebessümle saçlarını düzeltti. "Senin daha önceden
ayarlanmış bir asistan olmadığını diğerlerine kanıtlamak için
elbette!"
Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. "Hayır, daha önce sizi hiç
görmedim, efendim."
"Harika! O halde hemen başlayalım: Elimde ön yüzünde bir kafes ve
arkasında da kuş olan bir madalyon var. Ona odaklanmanı istiyorum.
Madalyonu çevirmeye başladığımda üçe kadar sayacağım. Hazır mısın?"
"Evet" dedim gönülsüzce. Küçük sihirbazlık numaraları pek ilgimi
çekmiyordu. Madalyonu çevirmeye başladı. Döndükçe ön ve arka yüz
birleşerek kafesin içindeki bir kuş motifini oluşturdu. Bu bir sihir
değildi, sadece bir göz yanılmasıydı. Hayal kırıklığına uğramıştım.
Oysa insan bazen aklını başından alacak olağanüstülüklere de ihtiyaç
duyabiliyordu. Bu sırada arka fonda üçe kadar sayımını duyabiliyordum.
Üç dediğinde kafesteki kuş bir anda madalyondan çıkarak gökyüzüne
doğru uçtu. Gözlerimle onu takip etmeye çalıştım ama çok hızlı hareket
ediyordu. Şimdi salondakilerin gürültüsünün yerini bir orkestranın
sakin ezgileri almıştı.
"Derin bir uykuya dalıyorsun..."
Yerimden kalkıp kuşun peşine düştüm ama bir şekilde aslında hâlâ
yerimde olduğumu hissedebiliyordum. Kuş kulise doğru ilerledi.
Peşinden içeri girdiğimde kendimi bir hücrede buldum. Şimdi kuş,
hücremdeki pencerenin parmakları arasından kaçıp gökte özgürce
uçuyordu. Bense içerideydim. Bir alkış sesi odağımı değiştirdi. Ses,
karşımda durmuş, beni seyreden hücre arkadaşıma aitti.
"Neden bu kadar ciddisin?"
"Anlamadım?"
"Karanlık seni korkuttu mu yoksa?"
"kavramsal olarak mı maddesel açıdan mı?"
"Nasıl anlamak istersen..." Kafası karışmıştı.
"Soyut şeyler beni korkutmaz. Ama şu an görebilmek isterdim."
Bana doğru yaklaştı. Beyaz teninde ve yağlı yeşil saçlarında bir
aşinalık yakaladım.
"Neden buradasın?"
"Çünkü burada olmayan insanlarla aynı düşünceleri paylaşmıyoruz."
"Peki, ben neden buradayım?"
"Orası da senin bileceğin iş"
"Ben... Hatırlayamıyorum. Yani en son burada değildim ve şimdi de
buradayım. Anılar arasında bir geçiş evresi olmalı, öyle değil mi?"
"Belki de sadece delirmişindir."
"Sadece delirmiş miyimdir? Ne yani senin için akıl bu kadar önemsiz mi?"
"Şu ana kadar canlılar evreninde bahşedilen tek biz olmamıza karşın
pek bir yararını göremedik."
"Elbette akıl önemlidir. Yoksa nasıl birey olurum?"
"Yani akla sahip olmak istemenin tek sebebi ona sahip olmayan bir
toplum tarafından kabul görmek istemen mi? Hiç akıllıca değil."
"Hayır, ben sadece..."
"Bir gün delilik moda olsa eline geçen ilk çekiçle kafandaki tahtaları
sökmeye başlarsın ama şimdi bana burada kalkmış bilinçten, özgür
iradeden bahsediyorsun. Delilik yer çekimi gibidir, sadece hafifçe
itmek yeterlidir."
"Yoksa aklımı mı oynattım?"
"Sadece biraz gevşemiştir, tatlım."
"Ben... Burada olmak istemiyorum."
"Öyleyse zaten özgürsündür, hayatım."
Ayağa kalkıp kapıya doğru yaklaştı ve duvara üç kere vurdu. Çatışma ve
arbede sesleri duyuldu. Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve palyaço
maskeli insanlar içeri girdi.
"Gelmeyecek misin?"
"Ben... Bu doğru olmaz. Burada olmamın bir sebebi olmalı. Topluma
karışmaya hazır değilim demektir bu. Gözetim altında tutularak bir
bakıma doğru şeyi yapıyorum. Belki bu sayede aklanabilirim."
Yerde hareketsiz yatan ve benden yardım dilenir gibi bakan polisleri
gösterdi. "Onlar için bir ucubesin. Tıpkı benim gibi... Şu anda sana
ihtiyaçları var. Ama olmadığında cüzamlı gibi dışlarlar seni. Onların
ahlakı, yasaları kötü bir espri gibi... İlk sorun belirtisinde def
edildin. Anca dünyanın izin verdiği kadar iyiler."
"Haklısın." Peşlerinden gittim.
Joker ve arkadaşlarıyla gece yarısı ara caddelerden birinde oturmuş,
etrafı izliyorduk.
"Onları hatırlamamam yaptıklarımı anlamsız kılmaz."
"Boş versene" Bana zaten hatırlayıp hatırlamasam da her şeyin anlamsız
olduğunu söylüyor, beni, kendimi umursanacak bir varlık gibi
hissettiğim için kibirli olmakla suçluyorlardı. Böylece hızla yeraltı
dünyasına ve şehrin karanlık sokaklarına karıştım. Masum ve aptal
görünmek konusunda elime su dökemezlerdi. Bunu güvenlik görevlilerini
ve ikna edilmesi ya da oyalanması gereken diğeri kişileri etkilemekte
kullandık. Ortaklarım da o sırada yapmaları gerekeni yaptılar. İyi bir
ekiptik. Toplamda sekiz kişiydik ve şehirde adımız "Pamuk Prenses ve
Yedi Cüceler" çetesine çıkmıştı. Soygunlarımızda ne bir para kazancı,
ne şan şöhret merakı ne de bir intikam hırsı motivasyonu vardı. Sadece
canımız istediği için yapıyorduk.
Bir keresinde Joker kılığının ardındaki Heath Ledger'a bunu neden
yaptığını, karmaşaya karşı duyduğu bu açlığın kaynağını sordum. "Bazı
insanlar, dünyanın alevler içinde kalışını seyretmek ister." Diye
yanıt verdi. Ne yaşadığını bilmiyorum ama bana her zaman şiddetin tek
başına, yoktan var olmadığını öğretti. Yolda gördüğü bir kediye tekme
atan küçük bir çocuktan soğukkanlı bir seri katile kadar hiçbir şey
öylesine ve anlık gelişen bir eylem değildi. Hepsi çıkış noktası,
gelişme ve sonucu içeren bir kompozisyonun parçasıydı. Gördüğümüz
şiddetse sadece bize geçilen bir özetti. Tıpkı bir buzdağının görülen
ve görülmeyen kısımları gibi...
"Kendim hakkında hiçbir şey bilmiyorum, dostum."
"Bu neden umurunda olsun ki? Yaşadıkların yaşamakta olduklarını
etkilemiyorsa ne önemi var ki?"
"Ben... Bilmiyorum, belki şimdiyi değil ama geleceği etkileyebilir."
"Bunu gelecek şimdi olduğunda düşünürsün."
"Ne çeşit bir zaman anlayışın var öyle?"
Bana o umursamaz gülümsemesiyle bir bakış attı.
"Eskiden Batman'i daha çok severdim. Oysa şimdi bana daha sempatik
geliyorsun. Bunun da sosyolojik bir açıklamasını bulabilir misin
peki?"
"Büyüdükçe kanunları anlamaya başlıyorsun. Şu küçük insanların
şatafatlı masalarında kararlaştırdıkları kanunlardan bahsetmiyorum
elbette, doğanın kanunlarından bahsediyorum. Ve doğanın kanunları
insanın kaos arayışını ispatlıyor. Bizler süs köpekleri değiliz,
gösterişli malikâneleri süsleyen mükemmel biblolar da değiliz. Vahşi
sokak köpekleriyiz. Ne yapacağımız belli olmayan hastalıklı
canavarlarız. Kaos seni öldürmez, hayatım ve seni öldürmeyen şey de...
Seni tuhaflaştırır. Ben de bu tuhaflaşma ihtiyacını gideren bir meta
görevi görüyorum."
"Seni daha şey sanmıştım..."
"Aptal? Belki de öyleyimdir. Nereden bilebilirsin ki? Senin benden
daha zeki olup olmadığını da bilemezsin. Birkaç güzel sözcük
ezberlerim ve uzun cümleler kurarak aralarına serpiştiririm.
Konuşurken daha dik durur ve sözcükleri daha yüksek sesle söylerim.
Bunların hepsi ideal bir insan gibi görünmek için eşsiz kamuflajlardır
kuşkusuz ama bu kafadan kontak bir zır deli olduğum gerçeğini
değiştirmeye yeter mi?"
"Göründüğün gibi olmak mı yoksa olduğun gibi görünmek mi isterdin?"
"Nasıl göründüğüm kimin umurunda?" Düşündü." Bir bakalım... Benim
değil!" Bir kahkaha attı. "Sadece bir aptal nasıl göründüğüyle nasıl
olduğu arasında bir bağlantı arar. Zaten olduğum gibiysem görünüşüm
umurumda olmaz. Olmadığım gibiysem de olmaz. Çünkü anlarsın ya..."
"Hayır, pek anlayamadım."
"İnsanlar birer ayna değildir. Onların karşısına geçtiğinde kendinin
birebir yansımasını görmeyi bekleyemezsin. Aldatıcı olabilirler. Ayna,
sırlı cam anlamına gelir ve buradaki sır kelimesinin sesteşinin
dururumuzla ilişkisi gerçekten takdire şayan bir ironidir."
"Madem doğamız gereği kargaşaya muhtacız ve şiddetin çekimindeyiz, o
zaman neden çocukluğumuzdan itibaren hep bir kahramanlık sevdasına
itiliyoruz? Neden her zaman her yerde kahramanlar yüceltiyor?"
"Önce bir kahraman figürü yapıp sonra ona iyi şeyler yaptırıyorlar. Bu
çok saçma! Tıpkı önce bir kıta ismi uydurup sonra o kıtayı keşfetmeye
çıkmak gibi."
"Böylece herkes farklı tanımlıyor. Başka bir kahramanın yaratıcısı
kendi tanımını yaratabilir."
"Ne zamandan beri kelimeler tanımlarını oluşturmaya başladı?"
"Bir de kalkmış bana terörist diyorlar. Oysa sadece basit zevkleri
olan bir adamım ben."
"Peki ya sen hangisini tercih ederdin? Bir kahraman olarak ölmek mi
yoksa kötüye dönüştüğünü izleyecek kadar uzun yaşamak mı?"
"Kanımca... İnsan en nihayetinde doğasına –kötülüğe- dönecektir. Sadece
bazıları bu sona erişemeden öldüklerinden iyi kalıyorlar."
"Yeteri kadar zamanla herkes kötü olabiliyorsa... Zaman kötü bir şey mi?"
"Zaman anıları getirir, anılar insanları içerir ve insanlar da kötüdür."
"Onu unutmam gerektiğini hatırlayamıyorum."
"Kimi?"
"Ben... Rüyalarımda karşıma çıkan birini..."
"Rüya görmek neden bu kadar önemli ki?"
"Çünkü rüyalarımda hâlâ beraberiz."
"Peki ya gerçekte?"
"Ben... Hatırlayamıyorum. Sanki... Bir şeyler ters gitmiş de olmaması
gereken bir şeyler yapmışım gibi hissediyorum."
"Daha fazla şey öğrenmek istiyorsan şu numarayı ara."
Elime üzerinde 555-0134 yazan bir kâğıt tutuşturdu.
Bir apartmanın çatı katında tek başıma oturmuş, Joker'in beni kime
yönlendirebileceğini düşünüyordum. Kendimi her zamankinden garip
hissediyordum. Tamam, belki her zamankinden değil ama rutin garip
hissetme ölçümün biraz üstünde olduğuma emindim. Ben de içinde
bulunduğum bu anı bir filmin senaryosunda yer alan dönüm noktası
olarak kabul ettim ve karakterimin üstüne düşeni yaptım. Çünkü açık
konuşmak gerekirse ne halt yemeye var olduğum hakkında en ufak bir
fikrim bile yoktu.
Bir kadın sesi duyuldu: "Ben Marla Singer?"
"Affedersiniz yanlış numara" kapatıp tekrar aradım.
"Ben Teddy."
"Şey... Ben kim olduğumu bilmiyorum."
"O zaman doğru kişiyle görüşüyorsun. Şifreyi söyle."
"Ne?"
"Şifreyi söyle, eline bak ve şifreyi söyle."
Elime bakınca daha önce hiç dikkat etmediğim bir dövme fark ettim.
"Sammy Jankis?"
"Doğru, evlat. Vereceğim adreste buluşalım."
Yağmurlu bir hava ve karanlık tenha sokaklarıyla bir film noir ile
Sin City benzeri bir adaptasyonu andıran bir atmosfer vardı. Sokakta
ilerleyerek tarife uyan arabanın önünde durdum. İçinde gözlüklü ve
bıyıklı bir adam vardı. Cama vurunca beni fark etti ve kapıyı açtı.
Yanına oturdum.
"Hoş geldin."
"Ben... Merhaba..."
"Burada ne aradığın hakkında bir fikrin var mı?"
"Açıkçası... Yok."
"Güzel," yanında duran çantayı eline alarak içinde kahverengi bir zarf
çıkardı ve bana uzattı.
"Öyleyse buradaki bilgiler ilgini çekebilir."
"Bunlar da ne?"
"Elimden gelen bu... Gitmem gerekiyor, kendine dikkat et. Belaya bulaşma."
"Ama..."
Kapıyı açıp nezaketli bir şekilde defolmamı söyledi. Ben de dediğini
yapıp bir bara gittim. Arka köşeden bir yer bulup zarfı açıp
incelemeye başladım ve dehşete düştüm. Bu aralar bu fiili ne kadar çok
kullandığımı düşününce belki de kendimi klonlayıp pis işlerimi
yaptırırken kendi benliğimi de Dolce Vita'da siestaya çıkarmam
gerektiğiyle ilgili bir fikre kapıldım.
Şimdi gördüklerime odaklanalım: Elimdeki zarfın içinde belli yüzler
vardı. Hepsi de bizim okuldaki insanların yüzlerinin biraz daha
yaşlanmış ve olgunlaşmış versiyonları gibiydiler. Resimlerini ters
çevirince de ölüm raporları vardı. Hepsinde aynı tarih görünüyordu.
Ataşlarla cesetlerinin fotoğrafı da sıkıştırılmıştı. Fotoğraflara
bakınca kendimi tuhaf hissetim. Çünkü yavaş yavaş hafızamda dağınık
halde dolanan parçalar yerlerine oturuyordu. Hayır, oturmuyordu.
Zihnimdeki düşünceler bana ait değildi ve olmaması gereken bir zamanda
filizlenmişlerdi. Kafamdaki anıların bile oraya ait olup olmadığından
emin olamıyordum. Derin bir nefes alıp tuvalete gittim. Kafamdaki
çığlıklar susmak bilmiyor ve başımı döndürüyordu. Aynada kendime
bakamıyordum. Gözümün önünde fosforlu renkler dolaşıyordu. Son
gördüğüm tuvalete dekor olarak asılmış bir Magritte tablosuydu ve
üstünde de "Ceci n'est pas une pipe" yazıyordu. (Bu bir pipo değildir)
Her şey birbirine karıştığında ve bilincim kapandığında artık çok
geçti.
"Gözlerini açabilirsin."
Gözlerimi açtığımda okulun konferans salonundaki sahnedeydim.
"Novak? Her şey yolunda mı?"
"Evet, efendim."
"Güzel... Bize neler hissettiğini söylemek ister misin?"
"Ben... Siz... Gerçekler mi?"
Tüm salondan bir alkış koptu.
"Baylar ve Bayanlar! Karşınızda Bay Abracadabra!" Okul Müdürü zaferle
adamı alkışladı, çiçekle plaketini sunduktan sonra bana yerime
oturmamı ister gibi bir işaret yaptı. Ben de yalpalayarak öndeki
koltuklardan birine oturdum. Başım çok dönüyordu.
Gösteriden sonra Patrick yanıma geldi.
"Hey, Novak! Konuşmamız lazım... Acilen!"
"Başım ağrıyor, Patrick, belki daha sonra."
"İnan bana bekleyemez."
"Neymiş bu kadar önemli olan?"
Beni bir köşeye çekti. "Bay Abracadabra... Gerçek değil."
"Nasıl gerçek değil?"
"Sana o sahnede yaptığı şeyi gördükten sonra bunun bir şapkadan tavşan
çıkarma numarasından fazlası olduğunu düşündüm ve bir araştırma
yaptım. Kayıtlarda öyle biri yok. En azından bu boyuta ait olmadığına
emin olabilirsin."
"Neden başka bir boyuttan gelen bir sihirbaz okulumuzda gösteri yapmak
istesin ki?"
"Amacı gösteri yapmak değil de seni gönüllü olarak seçmek olabilir."
"Anlamıyorum..."
"Hipnotize ettiği sırada neler gördüğünü hatırlıyor musun?"
"Ben... Hayır, hiçbir şey hatırlamıyorum."
"Lanet olsun! Urban ile konuşmamız gerekebilir. Urban'ın
düşmanlarından biriyse aklına bir fikir ekmiş ya da çalmış olabilir.
Ben onu arayıp geliyorum. Sen burada bekle, ben eve bırakırım."
"Tamam."
Odasının girişinde oturmuş, Patrick'i beklerken koridorda geçen bir
gölge gördüm. Sihirbaz bana dönerek şapkasını çıkardı, gülümsedi ve
bir anda yüzü Dom Cobb'un şeklini alarak uzaklaştı.
"Fikir ekmek..." diye sayıkladım içimden... Yavaş yavaş anlamaya
başlıyordum. Odadan içeri girdim.
"Bilgisayarımı alayım, çıkarız."
Masanın üstündeki pipoyu işaret ettim. "O da ne öyle?"
"Ha bu mu? Tarih öğretmeninizle bir proje üzerinde çalışıyorduk da az
önce o odadaydı, herhalde o unutmuş olacak. Neden sordun ki?"
"Hiç... Sadece bu aralar çok fazla... Her neyse, hadi Urban'a gidelim."
Patrick tam arkamı döndüğüm sırada kapıyı kapattı. Böylece piponun
dumanı tütüyor mu tütmüyor mu hiç bilemedim. Tıpkı Inception'daki
Cobb'un toteminin dönmeye devam edip etmediğini asla bilemediğim gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
COSTIME
Science FictionSıradan bir lise öğrencisi olan Novak Smith'i diğerlerinden ayıran tek şey bir aile dostlarının işlettiği kostümcü dükkanındaki kıyafetler sayesinde evrenler ve zamanlar arası yolculuk edebilmesidir.