6.BÖLÜM (TIM BURTON)
-Coraline'in Gizli Dünyası
-Bir Noel Gecesi Kâbusu
-Ölü Gelin
-Sweeney Todd
-Edward Scissorshands
-Frankeweenie
-Alice in Wonderland
"Çıkışta bir şeyler yapmak ister misiniz?"
Bu sorunun sorulduğu alanda üç ana karakter vardı. Biri Benji'ydi.
Biri Anna ve biri de ben. Benji'nin böylesine bir lider ruhluluk
özelliği ve benzeri nitelikler taşımayı gerektiren soruları
üstlenebilecek bir kişilik profili olmadığı ve benim de her türlü
sosyal yetiden muaf bir asosyal olduğum göz önüne alındığında bu
soruyu sormaya en uygun kişi Anna'ydı. O da görevini yerine getirmişti
işte.
"Dersim var."
"Sen Novak?"
"...Şey... Neden olmasın?"
"Harika! O zaman ben tuvalete girip geliyorum hemen."
"Tamam, ben dışarıda bekliyorum.
Anna çıktığında Benji dehşete düşmüş bir ifadeyle bana doğru geldi.
"Aman Tanrım! Az önce Anna bana çıkma teklif etti!"
Güldüm. Keşke herkes onun gibi olabilse ya da bazı insanlar
çoğaltılabilse... "Benji... Bir kız sana çıkışta işin olup olmadığını
sorduğunda bunun tek sebebi sana çıkma teklif etmek istemesi
değildir."
"Peki neden sordu o zaman?"
"Kızların işine kimin aklı erer? Belki hoşlandığı çocuğun antrenman
çıkışına kalabilmek için bir bahane olarak bizi seçmiş bile olabilir.
Belki eve gitmek istememiştir ve belki bizim bile tahmin edemediğimiz
daha karanlık bir sebebi vardır... Ancak bir erkek çıkışta işin olup
olmadığını sorduğunda bunun tek sebebi sana çıkma teklif etmek
istemesi olabilir."
"O zaman kadınlar çok zeki ve tehlikeli varlıklar."
"Kadınlar çok zeki değil, erkekler çok aptal. Bu aptallığının
sebeplerini de burada seninle tartışacak değilim ama bütün
söyleyebileceğim bu zekânın sözlük anlamındakiyle ilgisi olmadığı.
Onlar... Bilmiyorum, dostum. Bir kadın olarak kadınları
tanımlayamıyorum. Şu zamana kadar onlar hakkındaki en tatmin edici
tanımı bir Pacino yaptı sanırım."
"Neden?"
"Bunu anlaman lazımdı, Benji. Bu incesinden bir dokundurmaydı."
Yüzüme baktı.
"Kadın Kokusu, dostum! Jack Daniels, kör albay ve tango! Aman tanrım,
seni kültürsüz cahil ikinci sınıf sinemasever!"
"Bu sadece gereksiz bir bilgi kirliliğiydi. Bir şeyi biliyor olman onu
istediğin zaman istediğin şekilde ifade edebileceğin anlamına gelmez."
"Elbette gelir. Eğer canım, arkadaşımla Pacino performansı izlemek
istiyorsa bu eylemi gerçekleştirmeye zemin hazırlamak adına ukalalıkla
suçlanmam umurumda değil. Şimdi çeneni kapa ve ustayı izle:
"Kadınlar! Ne denebilir ki? Onları kim yarattı? Tanrı çok zeki bir
hergele olmalı. Saçlar... Saçlar her şeydir derler. Burnunu buklelerden
oluşan bir dağa gömüp sonsuza kadar uyumak istedin mi hiç? Veya
dudaklar... Senin dudaklarına değdiklerinde çölü geçtikten sonra, şarap
kadehinden alınan ilk yuduma benzer..."
"Tamam, bu kadar yeter." Bilgisayar ekranını kapattı.
"Bunu izletmekle eline ne geçti ki şimdi?"
"Anna'dan hoşlandığını kendine itiraf edebilmen için ortam hazırlamaya
çalıştım. Şimdi geldiğinde yüzünde büyük ihtimalle hafif bir makyaj
olacak –çünkü kendine bakmayı ve güzel görünmeyi sever- ve sen de ona
tav olmuş bir şekilde onunla kırlarda koştuğun anları hayal ederek eve
dönecek ve sonra büyük ihtimalle başarısızlık ve cesaretsizliklerin
üzerine bir değerlendirme yapıp ağlamaya başlayacaksın. Bu süre
zarfını parçalara ayırmak ve arasına Pacino'yu koyarak kafandaki
konuyu dağıtmak için böyle bir şey yaptım. Böylece tam onu düşünüp
sonunda bu repliği hatırladığında aklında yönetmenin filmografisini
incelemek gelecek ve yine günün sonunda sanat, hayatı yenecek."
Afallamıştı. "Nesin sen?"
Anna hafif makyajıyla içeri girdiğinde Benji bana son bir bakış
attıktan sonra çantasını alıp uzaklaştı ve biz de Anna ile birlikte
oturacak bir kafe aramaya başladık.
Nihayet gözümüze kestirdiğimiz bir tanesine girdik.
"Sen ne içeceksin?"
"Kahve ama ne olacağı hakkında bir fikrim yok. Pek sert şeyler içemem."
"Hafif seviyorsan Latte en iyisidir."
"Bilmem... Farklı bir şeyler de denemek istiyorum..."
Sanki dünyanın akıbeti onların aptal seçimlerine bağlıymış gibi
davranan ergenler en sevdiğim... Ama çevremdekilere kıyasla daha hoş
görülebilir olduğu için ona bir şey demedim. O sırada onun arkasındaki
bir karaltı dikkatimi çekti. "
Sen seçene kadar ben geliyorum. Bana da filtre kahve söyler misin?"
"Tamam"
Karaltıyı tuvalete kadar takip ettim ama sonra gözden kayboldu. Ben
de hazır gelmişken girmeye karar verdim. Tuvaletleri tek kişilik olan
yerlerden daha çok nefret ettiğim bir şey varsa tek kişilik
tuvaletlerinin bekleme yeri olmayan tuvaletlerdir. Çünkü tuvalet
kapısının karşısında dikilmiş, tek amacınız olabildiğince tez bir
zamanda hedefinize ulaşmakken etrafta keyifle yiyip içen insanların
sizi izlemesi ve gözlerinizi sürekli kaçırmaktan gözaltına alınmış
katil zanlıları gibi davranmanız pek eğlenceli değildir. Şu anki
durumum da tam olarak buydu işte. Ben beklemeye başladıktan yaklaşık
on beş dakika sonra nihayet içerideki kadın dışarı çıkma şerefine
erişti ve ben de içerideki kadın olacak olmanın heyecanıyla kapıyı
açtım ki içerideki manzarayı fark ettiğimde artık geri dönmem için çok
geçti. Çünkü bir boşluktan hızla aşağı doğru düşmekteydim.
Gözlerimi sıkıca yumup inişimi beklemeye başladım. Yavaşça
gözlerimi açtığımda ise içinde bulunduğum karanlığı aydınlatan sadece
önümdeki kapıdan sızan ışık huzmesiydi. Emekleyerek ışığa doğru
gittim. Kapı küçüktü. Arkasında beni neyin beklediğini bilmemekle
birlikte içinde bulunduğum durumdan daha aydınlık olması, onu seçmem
için, hem fiziksel hem de manevi açıdan yeterli bir gerekçe olarak
göründü. Kapıyı açıp karşımdaki manzaraya baktım: Her tarafta yeşil
ovalar, masmavi gökyüzü ve yabani otlar vardı. Temkinli adımlarla
yürümeye başladım. Bir yandan da eğilmekten tutulmuş belimi açmak için
geriniyordum. Bir anda takip edildiğim gibi hisse kapıldım. Arkamı
dönmem aptalca olurdu. İlerleyip saklanabileceğim bir yer bulduktan
sonra bir anda takipçimi köşeye kıstırmalıydım. Ama bunu yapmayı
düşünecek stratejik donanımdan yoksundum ve her izlendiğini düşünen
alelade, ortalamanın azıcık üstünde insan gibi hemen arkamı dönüp
gölgenin üzerine atıldım. Cüce mırıldanarak dizime sert bir tekme
indirerek beni yere serdi. Sersemlemiş bir şekilde ve biraz da sinirle
ayağa kalktım. "Hey!"
Sesi duyulmayacak kadar kısık ve bir o kadar da tizdi. Kafamı aşağı
doğru çevirip onu ciddiye almaya çalıştım.
"Buraya izinsiz giremezsin. Özel mülktür."
Aman tanrım! Tabii ya... Şimdi yavaş yavaş içinde bulunduğum yeri
anlamaya başlamıştım. "Aslında teknik olarak buraya gelmemi isteyen
ben değil, burasının kendisiydi."
"Nasıl yani?"
"Ben sadece emirleri yerine getirdim. Bu bir suç olamaz, öyle değil mi?"
"Ben... Bilmiyorum, sanırım patronuma sormam gerek. Benimle gel."
Birlikte ilerlemeye başladık. Pantolonumun paçasından sürüklüyordu
beni. Boyu diz kapağımı geçmeyen bir yaratık tarafından böylesine bir
muamele görmek oldukça rencide ediciydi. Beni buraya getiren asıl
karaltıyı aramaya başladım. Etrafa bakarken bir göl gördüm. Rengi
kıpkırmızıydı. Eğer düşündüğüm gibi boyu 35-40 santim arasında değişen
bu canlı Loompaland'den geliyorsa ve çevremdeki ağaçlar meyankökü ve
karamelden yapılmışsa nerede olduğumu biliyorum demekti.! "Şey... Bay
Wonka... Patronun William Wonka mı?"
Gözleri doldu ve bir anda ağlamaya başladı. Onu sakinleştirmek için
göl kenarına gittik. Cebinden çıkardığı, boyundan uzun mendilin içine
gömülüp hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. Ben de gölün içinde elimi
gezdirerek bir yandan da yansımamı izliyordum. Eğer Charlie'nin
Çikolata Fabrikasındaysak o zaman şu an bir çeşit şeker karışımının
içine elimi daldırmış olacağımı düşünerekten -ve biraz da susamıştım-
elime biraz kırmızı sudan alarak içtim. Tadı tuzlu, sıcak ve yoğundu.
Biraz daha aldım. İnsanı kendine çeken bir aroması vardı. Gözlerinden
mendili çeken Umpa Lumpa dehşetle olduğu yerden sıçrayarak bana baktı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!?"
"Ne? Susadım."
"İyi de o Umpa Lumpa kanı!"
Bir anda boğazımdaki sıvıyı olağanca gücümle dışarı püskürttüm ve
dilimden o iğrenç hissi atmaya çalıştım.
"Ama bunun çikolata olması gerekiyordu. Bu bir çikolata fabrikası değil mi?"
"Eskiden öyleydi. Bay Wonka, fabrikayı Charlie'ye bıraktıktan sonra
zavallı küçük Charlie bu kadar baskıyı kaldıramayarak tükenmişlik
sendromuna girdi. Uzun bir süre ortadan kayboldu. Döndüğünde yanında
bir kadın vardı. İlk başta bize ilginç görünmüştü, çünkü gözleri
düğmedendi ve olağanüstülüklere karşı bir pozitif ayrımcılığımız
vardır. Onun patronumuzu mutlu edebileceğini düşünerek mutlu olmuştuk.
Ama o geceyi hatırlıyorum... O kadın... O mahlûk... O cadı... Bize
intihar ettiğini söyledi ama hiçbirimiz inanmadık. Bal gibi de cinayet
olduğu ortadaydı. Bizi köleleri gibi kullanmaya başladı."
"Neden karşı koymadınız? Sadece tek bir kişiye karşı oldukça
kalabalıksınız. Neden onun boyunduruğu altına girmeyi kabul ettiniz?"
"Çünkü elinde başka bir güç vardı... Bir canavar... Söylediklerine
göre bu nehrin kanı o cadı ve canavarının cezalandırdığı masum ruhlar
tarafından sulanmaktaymış ve üzerinde bulunduğumuz her bir karış
toprağın üzerindeki güzelliklerin tek amacı bu çirkin kan kokusunu
biraz da olsun azaltabilmekmiş."
Bir an için tüm bu güzelliklerin hepsinin eriyip, yerini kapıdan
girmemden önceki karanlığın aldığını düşledim.
"Şimdi beni onların yanına mı götürüyorsun?"
"Korkarım öyle. Üzgünüm... Bu benim elimde olan bir şey değil, beni
anlamalısın. Ya da istersen anlama beni ilgilendirmez ama bize taktığı
düğmeler, karşı koyma refleksimizi köreltip bizi itaatkârlaştırıyor."
"Anlamayı seçiyorum. En azından bana kötü davranman için makul
sebeplerin var. Bu da bir şeydir."
"Novak... Novak!"
"Ha?"
"Sana sesleniyordum. Neden beni bir kere olsun ilk seferinde duymayı
denemiyorsun?"
"Affedersin... Ben... Dalmışım."
"Öyle görünüyor, tatlım."
"Ne istiyorsun, Iris? Senin küçük çıkar planlarında yer alamayacak
kadar çok işim var."
"Sadece vakit geçirmek istiyordum. Sen haklıydın. Yani bu yaptığım yanlıştı."
"Sen ne yaptın ki?"
"Ben... Sana kötü davrandım. Hepsi Karl'a olan... İlgim için. Gözüm dönmüştü."
Iris bu özrü benden hiç de olacağını öngöremediğim bir zamanda
söyledi. Bazen olağanüstü şeyler başınıza gelmeden önce onların
varlığını bir şekilde sezersiniz... Kendilerini bir şekilde belli
ederler. Onlara karşı koyamayacağınızı bildiğinizden sadece
aklınızdaki en iyimser senaryonun gerçekleşmesini umarsınız. Ama
yaşadığım tamamıyla beklentilerimin dışındaydı ve bu da beni şüpheye
düşürmüştü. Durup dururken kimse bir çıkarı olmadığı sürece iyilik
yapmazdı ve evet artık iyilik de zamana göre göreceli bir kavram
olmuştu. İnsan oğlu sonunda bunu da becermişti! Bir şeyin süresi ve
miktarı o şeyin cinsine etki edebiliyordu. Mesela genç ve güzel bir
kız, aynı yaşlandığı kendisine eş koşulmuyordu. Taze bir aşk, köklü
yıllanmış bir evliliğin yanında muşmula suratlı bir dulun yanındaki
genç kız gibi kalıyordu. Böyle çirkin işler sürüp gidiyordu işte.
Kinimod. İnsanlar kafayı yemiş durumdaydı. O yüzden hiçbir şey artık
beni eskisi kadar şaşırtmıyordu. Senin hayatını cehenneme çevirmeye
ant içmiş eski bir dostun özür mü diledi? Kabul et gitsin. En
güvendiğin insanların arkandan kazdığı kuyulardan çekilen suyla
şebeke kurulsa bir şehrin ihtiyacı giderilebilecekken yine de sana
samimi olduklarını mı söylediler? İnan ve gülümse.
"Bana bunu söylemendeki samimiyetin oranında özrünü kabul ediyorum."
Yüzüme baktı. "Bu evet mi demek?"
"Umarım" Samimi olduğunu umdum, her ne kadar buna inanmasam da.
"Teşekkürler, seni seviyorum. Bunu duyduğuma o kadar sevindim ki!"
Hızlı adımlarla uzaklaştı. Zaten hemen ardından da zil çaldı. Ben de
olduğum yerde öylece kalakalmış düşünüyordum. Çok sevdiğim bir insanla
nasıl böyle iğrenç bir duruma gelebilmiş, kalitesiz bir ilişki içine
girmiştim?
Iris ile ilk tanışıklığımız okulun ilk gününe dayanır. Sınıfta boş
olan bir kaç masa vardı ve ben de gözüme onunkinin yanını
kestirmiştim. Selamlaştık ve bir tanışma anından beklenebilecek her
şeyi yerine getirdik: Gülüşmeler, hayat hikâyeleri, geçmiş
tecrübeleri, yalnızlık ve ergenliğin zorlukları, bozuk aile
ilişkileri, eski erkek arkadaşlar, ölen bir akrabanın telaffuzunun
ardından yaşanan kısa ve duraklamalı dramatik anlar, gelecek hedefleri
ve hayalleri... Kısa sürede iyi arkadaş olduk. Derste pek
konuşmadığımızdan hep yan yana oturduk. Projelerde eşli olunca
birlikte oluyor, okul çıkışlarında buluşmak için hep bir bahane
yaratıyorduk. Birlikteyken gülüşmediğim tek bir an bile
hatırlamıyorum. Ben, ona göre çok daha sessizdim ama birlikteyken her
zaman çok konuşan taraf kendimmiş gibi hissettirmesini biliyordu. O da
uzun konuşmaları yapanımızdı. Bana göre daha hassas ve duygusaldı.
Bazen filmlerde ağlarsa diye her sinemaya gittiğimizde mısırın yanında
bolca peçete alırdım. Bana abarttığını söylerdi ama ona sebebinin yine
kendisi olduğunu hiç söylememiştim. Şimdi elimde olsa bunu yüksek
sesle yüzüne haykırır ve onunlayken yaptığım çoğu şeyin yine onun için
olduğunu söylerdim. O, eğlenceli, komik ve deli doluydu ve saftı. Bana
hep ne kadar özel ve benzersiz olduğumu hissettirirdi. Benden daha
farklı arkadaş grupları vardı -kaldı ki bu aramızda hiçbir zaman bir
sorun olmamıştı- detayları geçerek asıl dönüm noktasına geleceğim: Bir
gün arkadaşlarından birinin partisine gitmişti. Öyle şeyleri
sevmediğimi bilir, bana bu yüzden teklif etmediğini düşündüm ama yine
de asla tek sebebinin bu olup olmadığından emin olamadım- Ve ertesi
sabah okula gelmedi. Onu merak ettim. Okulda sürekli tedirgin gibiydi.
Nihayet bir araya geldiğimiz bir anda bana Karl ile birlikte olduğunu,
sarhoş olduğu için hatırlamadığını söyledi. Karl onu tehdit ediyormuş.
Elinde fotoğraflar olduğunu söylemiş. Tekrar bir araya gelmek
istiyormuş. Ona bunu yapmamasını ve bunun bir aptallık olduğunu
söyledim. O zamanlar Karl'dan hoşlandığını biliyordum ama bunu hiç
ciddi bir şey olarak düşünmemiştim. Sonra onunla konuşacağını ve buna
bir son vermesini isteyeceğini söyledi. Ama öyle olmadı. Ertesi gün
onları kol kola okula girerken gördüm ve ilerleyen günlerde hep birlikte
takılmaya başladılar. Göz göze geldiğimizde beni fark etmediğinde onu
kaybettiğimi anlamıştım.
Ama bunlar da birinden bütünüyle nefret etmek için bir sebep
olamazdı. Biri bana birebirde kötülük yapmadığı sürece onun iyi bir
insan olduğunu varsayarım. Iris'in bu ani değişimini
kişiselleştirmedim. Elbette onun gibi birinin Karl ile çıkarken ve o
tip insanlarla takılırken benim gibi biriyle dost olması saçma olurdu.
Pek mümkün değildi. Yani... Sonuçta ona ne vaat edebilirdim? "Benimle
kalırsan sonsuza kadar tanımadığımız insanların hayatları hakkında
senaryolar yazarız ve her mutsuz olduğunda yine o tatsız
kurabiyelerimizden yaparak FRIENDS izleriz." Pek ikna edici değil,
öyle değil mi? Hayır, hiç değil. Asıl olayın patlak verdiği mesele,
onun resmi olarak onlardan biri olduğuna beni ikna ettiği an, bu
olayların yaşanmasından çok kısa bir zaman sonraydı. O zamanlar kafayı
fena taktığım Dominik ile az biraz sohbetimiz vardı. O iyi bir
insandı, okulun edebiyat komitesi başkanıydı ve fotoğrafçılıkla
uğraşıyordu. Hem de şu gördüğü her manzarayı çekip filtrelerden geçire
geçire felsefi anlamlara boğmaya çalışan amatörlerin çok dışında bir
profesyonellikle... O popüler tayfadan değildi ama sevilirdi.
Özellikle de o zamanlar benim tarafımdan... Ama kahretsin ki
utangaçlığımdan bunu sadece Iris'e itiraf edebilmiştim. Sanki açlığı
ve kuraklığı durdurabilecek bir formül ya da simyacılar tarafından
yazılmış, ölümsüzlük iksirinin tarifini anlatan bir yazma gibi, sanki
benden başka birinin umurundaymış gibi başka kimseye itiraf edemediğim
gibi söz konusu duyguda bahsi geçen şahıstan da her geçen gün
uzaklaştım. Öyle ki sonra çevreden benim onu sevmemem için ne yapmış
olabileceğini sorduğunu işittim. O kadar kötü ve soğuk davranıyormuşum
ki çocuk uzun bir süre için aramızda gizli bir husumet falan olduğuna
inanmış. Duygularım konusundaki şeffaflığımı görüyorsunuz ya! Her
neyse, sırf diğer arkadaşlarına artık beni arkadaş olarak görmediğini
ve sevmediğini ispat edebilmek adına arkadaşlarıyla bir olup bana bir
oyun oynadılar. Benimle daha önce konuşmayan bir kız -aynı kimya
sınıfında olduğumuzu hayal meyal hatırlıyorum- yanıma gelip gelip
Dominik'in bana ne kadar âşık olduğundan ama utancından
açılamadığından bahsetti. Bu kızı ara sıra Dominik'in yanında
görüyordum ama hiç tanımıyordum. Şimdi olsa kıza, Dominik'in sadece
kalbimdeki aşk tanımının karşılık geldiği hedefe giden beşeri bir
ihtiyaçtan ötürü var olduğunu söyler ve ardından dudağına bir öpücük
kondurarak oradan giderdim. Çünkü femme-fatale'ler her zaman
istedikleri erkeği 15 dakikalığına da olsa elde ederler.
Ama o zamanlar salaktım. Tıpkı çok muhtemelen yıllar sonra şimdiki
halime baktığımda olacağım gibi. Kıza inandım ve aptalca hayaller
kurmaya başladım. Hem de mütemadiyen ve abes denecek kadar abartılı
şekillerde. Hayal gücü her zaman insanı iyi etkilemeyebiliyor. Artık
her davranışını, her hareketini üstüne alındığım hastalıklı bir
noktaya gelmiştim ki olanlar oldu: bir akşam Iris'ten mesaj geldi.
Heyecanlanmıştım çünkü uzun zaman geçmişti ve belki pişman olmuştur
diye yine son derece saf hayaller kurmuştum. Hemen açmadım. Biraz
oyalandıktan ve bir iki hayal daha kurduktan sonra bir anda dehşetle
karşımdaki ekrana baktım. Bir fotoğraf göndermişti ve fotoğrafta
benimle dalga geçilen bir whatsapp grubunda gülme emojileri atan
Dominik vardı. Hatta o da arada bir "ucube" diyordu. Herkes "ucube"
diyordu. Buna ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Soru işareti
koydum. Bana yanlışlıkla olduğunu, asıl amacının bana atmak olmadığını
söyledi. İşte o zaman ilk defa insanların içindeki saflık ve iyi niyet
gibi kavramların varlığına olan inancım sarsıldı. Çünkü her nedense ne
söylerse söylesin dediklerinin tek kelimesinin bile gerçek olmadığını
ve olmayacağını anlamıştım. O kötü bir andı ama pekâlâ yaşanmıştı ve
artık üstesinden gelmeliydim.
Ben de bu anın üstesinden gelebilmek adına bu karar verdiğim anı bir
milat olarak görüp -aslında ilk milat olarak Iris'in özür dilemesini
alacaktım ama sonra onunu hayatımdaki böylesine önemli bir dönemin
başlangıcı olmayı hak edecek ne yaptığını düşünüp bulamayınca yine
çareyi kendimde buldum- ve Urban'ın yanına gittim.
"Unutmak istiyorum, Urban."
"Neyi?"
"Pek çok şeyi... Ama şu an için sadece özellikle talep ettiğin bir tane var."
"Nedir o?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
COSTIME
Science FictionSıradan bir lise öğrencisi olan Novak Smith'i diğerlerinden ayıran tek şey bir aile dostlarının işlettiği kostümcü dükkanındaki kıyafetler sayesinde evrenler ve zamanlar arası yolculuk edebilmesidir.