1366 yılında hünkar Bayezid Han Konstantinopolis'e sefere çıktı. Almadan dönmem dedi giderken. Valide sultanın acısı hafiflemedi ama herkes alışmaya başladı. Hümaşah sultan henüz evliliğe hazır olmadığını söyledi. Biraz daha bekleyeceklermiş.
Saraydaki cariyeler gürültü yapınca taşlığa girdim. Beni görünce sustular.
"Ne oluyor burada?"
Etrafıma bakınca prenses Olivera'nın nedimesini gördüm. Bana dik dik bakıyordu. Bir kız konuşmaya başladı.
"Prensesin nedimesi gelip ileri geri konuştu. Yok sarayı Olivera yönetecekmiş. Yok Devletşah sultan gidecekmiş. Dayanamayıp ittirdik."
Nedimeye döndüm.
"İşin yok mu senin? Git prensesin yanına."
Gülüp yanıma geldi.
"İşim yok. Buradayım Larissa. Bir köle olarak geldiğin gerçeğini haznedar olman değiştirmez."
Başımı dikleştirdim.
"Sen de bir kölesin. Prenses gibi konuşma. Yoksa o dilini kopartırım!"
Omzumu itti. Elini tutup döndürdüm. Acıyla bağırdı.
"Bir daha yanlışını görürsem atarım seni haremden! Şimdi defol git o prensesinin eteğinin dibine!"
Pis pis bakarak gitti. Kızlar beni tebrik ettiler. Hepsine işlerine dönmelerini söyledim. Karanlık olunca sultanımın dairesine gitmek üzere koridorlarda yürüyordum. Nereden çıktığını anlamadığım biri boğazımı sıkıp duvara yapıştırdı beni.
"Beni rezil ettin! Öleceksin!"
Prensesin nedimesinin gözü dönmüştü. Ne yazık ki yeterince akıllı değildi. Elimle hançerime uzanıp koluna sapladım. Acıyla haykırarak beni bıraktı.
"Korktun mu?" Diye hançeri salladım. Nedime öfkeyle üzerime yürüyünce refleks olarak hançeri savurdum. Karnına saplanmıştı. O sırada geçen biri yanıma koştu. Mahpeyker kalfaydı.
"Noldu böyle?"
Hatun yerde yatıyordu. Hançer de karnındaydı.
"Ben... Saldırınca saplandı."
Mahpeyker kalfa ayna çıkartıp hatunun ağzına tuttu.
"Yaşıyor. Şifahaneye götürmeliyiz."
"Olmaz. Beni ifşa eder. Ne diyeceğiz?"
Elini omuzlarıma koydu.
"Ben gördüm sizi. Hatun sana saldırınca hançer yerinden çıktı ve saplandı. Anladın mı?"
Hızla başımı salladım. Mahpeyker kalfa yardım çağırınca Mercan Ağa gelip kızı götürdü. Ben de sultanımın dairesine gittim. Uyuyordu. Yatağıma yatıp uyumaya çalıştım. Sultanıma izah etmek zor olmayacaktı.Sabah olunca hadise duyuldu. Cariyeler fısır fısır konuşmaya başladılar bile. Ben yanlarından geçerken susuyorlardı lakin uzaktan kulağıma geliyordu konuştukları. Nilüfer kıza bakmak için gitmişti. Karşıdan geldiğini görünce yanına gittim.
"Vaziyeti nasıl?"
"Daha iyi. Uyuyormuş. Prenses yanındaydı. Yemek götürme bahanesiyle girdim."
Başımla onayladım. Selam verip gitti. Eğer uyanıp benim yaptığımı söylerse biterdim. Belki olayın şokuyla unutmuştu bile. Bunun olması için dua ediyordum. Bir ağa elinde mektupla geldi.
"Kime bu mektup?"
Bana uzattı.
"Hünkarımızdan gelmiş. Siz iletirsiniz."
Selam verip gitti. Mektubu kabından çıkarıp inceledim. Tuğrasını açamazdım. Büyük ihtimalle sultanıma gelmişti. Sultanımın dairesine gittim. Divanda oturmuş şerbet içiyordu. Beni görünce gülümsedi.
"Hünkarımızdan mektup gelmiş sultanım."
Mektubu alınca yan odaya geçtim. Sultanım gülümseyerek okuduğuna göre ona gelmişti. Derin bir nefes alıp şehzade Süleyman'la ilgilenmeye başladım.Prensesin nedimesi uyandı ama o anı hatırlayamıyordu. Bu işime yaramıştı. Mutluydum. Kimse bana saygısızlık yapamıyordu. Hünkar sefere çıkalı aylar olmuştu. Haberlerini alıyorduk ara sıra. Koşturarak gelen bostancıya baktım.
"Neslişah Hatun,hünkarımızdan haber geldi," dedi nefes nefese.
"Ne olmuş?"
"Konstantiniye kuşatmasını kaldırmış. Haçlılar birlik olup Osmanlı'ya harp ilan etmişler. Hünkarımız Niğbolu'ya gidiyormuş."
Kaşlarımı çattım. Haçlılar şimdiyi mi bulmuşlardı harp açmak için? Kesin bir plandı bu. Konstantiniye bizim olmasın diye oynanan bir oyun. Bostancı gidince sultanımın yanına gittim. Hasbahçede dolaşıyordu. Yanına gidip güllere baktım. Pembe bir gülü kokluyordu.
"Sultanım size bir malumat getirdim."
Bana döndü.
"Haçlılar harp ilan edince hünkarımız kuşatmayı kaldırıp Niğbolu'ya doğru yola çıkmış."
Yüzü soldu.
"O kadar birliğe karşı ya başarısız olursa?"
Yutkundum.
"Hünkarımız harp meydanlarında çevikliği ile yıldırım unvanını almış sultanım. Gönlünüzü ferah tutun. Elbet sağ salim geri dönecektir."
Elimi tuttu.
"İnşallah Neslişah."Günler geçiyordu lakin bir haber alamıyorduk. Hünkar yendi mi yenildi mi belli değildi. Sultanım bir hayli huzursuzdu. Şehzadeler de öyle. Saray derin bir sessizlik içerisindeydi. Şehzade Mehmet'ten mektup gelince sultanım biraz neşeleniyordu. Prensesse odasından çıkmaz olmuştu. Sultanım ona bir gölge gibi davranıyordu. Yanından geçerken görmezden geliyordu onu. Prenses te bir hayli bozuluyordu tabi. En büyük destekçisi valide sultan da yoktu artık. Hümaşah sultan da evlenince başbaşa kalacaktık haremde. Taşlıktaki cariyelere baktım. İçlerinde çok genç olanlar vardı. İlk geldiğim gün geldi aklıma. Perişandım. Evime gitmek istiyordum. Evim... O kadar çok özlemiştim ki. Annemi,babamı. Hatta hizmetçimizi bile. Yedi yıl olmuştu. Geldiğimde on sekiz yaşındaydım,şimdiyse yirmi beş. Hayatın bütün zorluğunu yaşamıştım bu yedi yılda. Temizlik te yapmıştım,sultanları da yıkamıştım. Yemek yapmayı bile öğrenmiştim. Cariyelerden biri tek başına ağlıyordu. Yanına gidip oturdum. Ayağa kalkıp selam vermeye çalıştı. Elini tutup oturmasını işaret ettim.
"Nereden geldin sen?"
Bana korku dolu gözlerle bakıyordu. Bizim oraların kızlarına benziyordu aslında. İtalyanca konuşmaya başladım. Gülüp o da konuştu.
"Nerelisin tam olarak?"
"Venedik."
Gözlerim doldu.
"Ben de oralıyım. Nasıl oralar? Yedi yıl oldu görmeyeli."
Gülümsedi.
"Aynı. Mavi deniz,yeşillikler... Çok özledim. Annem hastaydı. Ona şifalı ot topluyordum. Birden bana aşık olan Chris geldi. Yanında bir grup erkek vardı. Beni ormana kadar kovaladılar. Sonra..."
Ağlamaya başlayınca devamını anladım.
"Perişandım. Beni limana atıp kaçtılar. Kalkacak bile halim yoktu. Bayılmışım. Uyandığımda bir gemideydim. Korsanlar kaçırmış beni. Köle pazarlarında gezdirildim. Ülke ülke gezdim. En sonunda hastalandığım için gemiden denize attılar beni. Güç bela yüzüp karaya çıktım. İyi bir teyze bulup baktı bana. Onun da kendine kadardı yemeği. Saraydan adamlar gelmiş,seni saraya vereceğim dediğinde çok ağladım. Mecbur gidecektim ama daha fazla yük olamazdım ona."
Elini tuttum.
"Beni de bir balodan kaçırdılar. Üstelik Venedik dükünün kızıydım. Burada hizmetçi oldum. Sonra haseki sultan beni yanına aldı. Şimdi haznedar oldum. Cariyeler önümde eğiliyor."
Gülümsedi.
"Adın ne?" Dedi bana bakarak.
"Neslişah. Eskiden adım Larissa idi. Senin adın ne?"
"Eftelya. Basit bir köylü kızıydım. Kaderimde cariye olmak ta varmış. Alışkınım zaten aç durmaya,eziyet çekmeye,dışlanmaya."
Gözlerinden akan yaşa rağmen gülümsedi. Kalbim acıdı sanki. Sımsıkı sarıldım ona. Kalkıp işime bakmaya gittim. O gün tuhaftım. Evimi görmüş gibi ya da ailemden birini. Gece yatağa yattığımda bile aklımda Venedik vardı.Sabah hünkardan beklenen mektup geldi. Sultanım mektubu gözyaşlarıyla okudu. Hünkar ölürse haklarını helal etmelerini istemiş. Ben bile hüzünlendim. Biraz hava almak için taşlığa indim. Hatunlar sohbet ediyorlardı. Eftelya'ya bakındım ama göremedim. Gözdeler koğuşunun oradan geçerken sanki ağlama sesi duyar gibi oldum. Kaşlarımı çatıp yürümeye devam ettim. Prensesin yan odası boştu. Kapı hep kapalı dururdu lakin şimdi açıktı. Kapıyı itip içeri girdim. Terasın kapısı açıktı. Birinin kaftanının ucu rüzgarda dalgalanıyordu. Sessizce kapının yanına gidip başımı uzattım. Siyah saçlı biri terasın korkuluklarına çıkmış atlamaya niyetleniyordu.
"Anne... Ben gittim diye ölmüşsündür kesin. Merak etme ben de yanına geleceğim. Hiç ayrılmayacağız."
Konuşan Eftelyaydı. Gözlerim dolu dolu ona baktım.
"Masum kızın artık masum değil annem. Günahkar ettiler kızını. Kaçamadım. Kimse yoktu anne. Denedim. Çok güç... Güçlüydüler. Ellei demir gibiydi. Büyük siyah pelerini vardı. Başımın yanında papatya bitmişti. Onu da öldürdüler. Anne? Geldin mi?"
Ağlamaya başladım. Bir yandan da yanına gidiyordum. Durumu çok kötüydü.
"Eftelya?"
Hızla bana döndü.
"Larissa? Annemi sen mi getirdin?"
Yutkundum. Daha doğrusu yutkunmaya çalıştım.
"Annen sen ölürsen seni nasıl görür? Hadi gel. Hava serin bak. Hasta olacaksın."
İşaret parmağını dudağına bastırdı.
"Chris ve arkadaşları gelebilir. Sessiz ol."
Daha çok ağlamaya başladım. Elini tutunca elime baktı.
"Ne olur gel,gidelim. Söz veriyorum geçecek. Unutacaksın. Ben ilgileneceğim seninle."
Başını acıyla iki yana salladı.
"Kırmızı balon şarkısını bilir misin? Söylesene bana."
Söylemeye başladım. Hıçkırıklarım yüzünden arada bölünüyordu. Şarkının son sözüyle birlikte Eftelya sırtüstü kendisini havaya bıraktı. Çığlık atarak tutmaya çalıştım. Kaftanının ucu elimdeydi. Sallanıyordu havada.
"Tuttum seni. Bırakmayacağım. Eftelya?"
Sesi çıkmıyordu. Gücüm tükenmeye başlayınca yardım istedim. Mercan ağa koşarak geldi. Birlikte yukarı çektik kızı. Ağlamaktan yüzü şişmişti ama yaşıyordu. Mercan ağa gidince birlikte ağladık. O gece taşlıkta birlikte yattık. Bana sarılarak uyuyabildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SULTANIN NEDİMESİ~Neslişah
Historical Fiction#1-Osmanlı|Yarışma İkincisi|Edirne Sarayı'nın duvarları saydamdır derler. Konuşulanlar muhakkak duyulur. Sultan olmak zordur bu sarayda. Şehzaden olunca sırtın yere gelmez. Sultan olursun. Haseki sultan bile olursun. Yine de sultan olmak zordur bu...