Hemen arkamda bir konuşma sesi duyunca durmadan yerleri silmeye devam ettim. Bir süre konuşunca yanıma gelip omzumdan öne doğru itti.
"Sana diyorum! Duymuyor musun? Doğru düzgün sil yerleri. Hiç olmamış. Bir şeyi beceremez misin sen?"
Ona meydan okuyan gözlerle baktım.
"Bir haftada dilinizi öğrendim işte. Akıcı bir şekilde konuşabiliyorum."
Kahkahası haremin duvarlarında yankılandı. Diğer cariyeler derste olduğu için haremde sadece biz vardık. Benden daha önce hareme geldiği için kendisini benden daha üstün görüyordu. Onu ilk gördüğüm andan beri sevmiyordum. Bakışları içimi ürpertiyordu. Yasemin,yanıma gelip saçlarımı sıkıca eline dolayınca acıyla haykırdım.
"Bırak beni! Yapıyorum işte. Yine kalfalara yalan söyleyip beni cezaya bıraktın. Bırak ta bir an evvel bitirip yazma dersine gideyim."
Yasemin başımı yukarı kaldırıp ağzını kulaklarıma dayadı ve alçak bir sesle konuşmaya başladı.
"Sakın bir daha bana bağırma. Yoksa o güzel başını vücudundan ayırırım."
Sertçe yutkundum. Sonra artık aşina olduğum o sesi duydum.
"Destur! Devletşah haseki sultan hazretleri!"
Yasemin hemen beni bırakıp doğruldu. Ellerini önünde birleştirip başını yere eğdi. Ben de aynısını yaptım. Aklıma Mahpeyker kalfanın önemli biri geçerken başını eğmelisin dediği gün geldi. Neden,çok mu çirkin sultanlar demiştim. Gülmeye başlamıştı. Yine güldürdün beni demişti. Yüzüme bir gülümsemenin yerleştiğini fark edince ciddileştim. Bu sarayda ciddi olmak esas kuraldı. Devletşah sultan görüş alanımıza girdiğinde bakışlarımı biraz kaldırdım. Ne de olsa gözlerinin içine bakmak yasaktı. Kırmızı bir kaftan giymişti sultan. O kadar çok işleme vardı ki üzerinde bir an gözlerim ışıldamaya başladı. İki tarafında küçük çocuklar vardı. Bir tanesi de arkasından gidiyordu. Şehzade olmalıydı bunlar. Sultanın arkasından giden bir kız daha vardı. Bu da nedimesi olmalıydı. Devletşah sultan gidince arkasından baktım. Başına taktığı tülün altından sarı saçları görünüyordu. Nedenini bilmiyordum ama onu görür görmez kanım ısınmıştı. Arkasından dalgın dalgın bakarken Mahpeyker kalfanın sesini duydum.
"Larissa? Ne işin var haremde? Diğerleri yazı dersinde."
Ona dönüp başımla yerdeki kovayı gösterdim. Başını salladı.
"Sen derse git. Gerisini Yasemin halleder."
Zaferle gülümserken Yasemin kendini savunmaya geçti.
"O cezalıydı Mahpeyker kalfa. Sabah masayı devirip tabakları kırdı."
Gözlerimi devirdim. Mahpeyker kalfa bıkkın bir ifadeyle Yasemin'in önüne geçti. Birden kolunu kavrayınca Yasemin'in cılız sesini duydum. Mahpeyker kalfa tıslar gibi konuşmaya başladı.
"Sabah siz kahvaltı ederken kapının oradaydım. Gülüşerek masayı devirdiğini gördüm. Larissa'ya attın suçu. O anda biri beni çağırdığı için müdahale edemedim. Bir daha böyle bir şey yaparsan pişman ederim seni!"Gerisini dinlemeden haremden çıkıp koridorda yürümeye başladım. Bir yandan da etrafa bakıyordum. Duvarlar daha önce görmediğim bir malzemeyle kaplanmıştı. Öğrenmesi çok zor olan Arap alfabesiyle yazılmış yazılar vardı her yerde. Yazılan başkaydı,okunan başka. Hiçbir ilerleme kaydedememiştim henüz. Yere bakınca o çok beğendiğim lale desenini gördüm. Lale hanedan alametidir. Bunu birinden duymuştum. Bahçede de bir sürü lale vardı zaten. Birkaç kez beni valide sultana hizmet etmek için has bahçeye göndermişlerdi. Valide sultanın başı sürekli havadaydı. Ben olsam ben de öyle davranırdım.
Yazı dersinin yapıldığı odaya gelince kapıyı çalıp içeri girdim. Boş olan masama oturdum. Bu tuhaf alfebeyi yeniden yazacak olmam midemi bulandırmıştı. Derin bir nefes alarak yazmaya başladım. Hemen başımın üzerinde kalfanın sesini duydum.
"Be harfinin kuyruğunu biraz daha uzat. Daha güzel oldu. Evet,şimdi tek tek harfleri okuyoruz."
Gözlerimi devirerek okumaya başladım.
"Elif,be,te,se,cim..."
Alfabe bitince rahat bir nefes aldım. Nefret ediyordum bu alfabeden. Yazdıkları dil farklıydı,sarayda konuştukları dil farklı. Kağıdımı doldurunca elbisemin cebine koydum. Odamda alıştırma yapardım boş zamanlarımda. İlk geldiğim zamanlar diğer cariyeler gibi taşlıkta neden kalmadığımı sormuştum Mahpeyker kalfaya. Tuhaf isimli birinin hediyesi olduğumu söylemişti. O yüzden odada kalıyordum. Yazı dersi bitince odama gitmeye karar verdim. Biraz dinlensem fena olmazdı. Odamın kapısını açınca sırtı bana dönük birini gördüm. Pembe bir kaftan giymişti. Sarı saçları omuzlarından aşağı isyankar bir tavırla dökülmüştü. Odamı temizlemeye geldi herhalde diye düşündüm. Boğazımı temizleyince bana döndü.
"Ah,sen Larissa olmalısın. Ben Dilara. Diğer odalar doluymuş,senin odana gönderdiler beni," dedi yumuşak bir sesle. Gülümsemeye çalıştım.
"Burada mı kalacaksın yani?"
Başını salladı.
"Evet. Öyle dediler. Gülbahar sultanın nedimesiyim ben. Kütahya sarayındaydık. Bugün döndük. Gülbahar sultan hünkarımızın kız kardeşi bu arada."
Divana oturdum.
"Benim de tek başına canım sıkılıyordu zaten. Nerelisin? Gerçek adın ne?"
O da karşımdaki divana oturdu.
"Rusum. Adım Maria'ydı. Diğerlerinin aksine kaçırılmadım. Evden kaçtım. Üvey babam çok eziyet ediyordu."
Bakışlarını kaçırdı. Üzülmüştüm. Yanına oturdum. Baştan tereddüt ettim ama bir şey olmazdı. Ellerini tutunca bana döndü. Gözünde bir damla yaş parlıyordu.
"Beni kaçırdılar. Bir daha asla Venedik'e gidemeyeceğim. Ailem öldüğümü düşünüp yasımı tutuyorlardır belki. Hepimizin geçmişi acılarla dolu."
Dilara bana sarılınca ağlamaya başladım. O da ağlıyordu. Sanırım bu saraydaki ikinci dostumu da kazanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SULTANIN NEDİMESİ~Neslişah
Ficção Histórica#1-Osmanlı|Yarışma İkincisi|Edirne Sarayı'nın duvarları saydamdır derler. Konuşulanlar muhakkak duyulur. Sultan olmak zordur bu sarayda. Şehzaden olunca sırtın yere gelmez. Sultan olursun. Haseki sultan bile olursun. Yine de sultan olmak zordur bu...