Güneş ışığı yüzüme vurduğunda gözlerimi açtım. Artık yataktan bile çıkmak istemiyordum. Saraydaki günlerim bomboş geliyordu. Savaşa gidileli neredeyse bir ay olmuştu. Ordular karşılaşmış mıydı onu bile bilmiyordum. Haber gelmez olmuştu. Belki de yazılan mektuplar yolda kayboluyordu. Ya da biri ele geçirip yok ediyordu. Sadece bir mektup gelmişti ve bu beni çok korkutuyordu. Gönülsüzce giyinip taşlığa gittim. Cariyeler kahvaltı ediyorlardı. Beni de çağırdıklarında gidip Eftelya'nın yanına oturdum.
"Hâlâ mektup gelmedi."
Lokmasını yuttu.
"Yakında gelir. Fırsat olmamıştır. Savaşmak kolay değil."
Yemeğimi yerken onu inceledim. Kötü bir şey olursa Venedik'e gelmek ister miydi? Sonuçta kötü anıları vardı oraya ait. Belki de her şeyi unutmaya çalıştığı burada kalmak isterdi. Konuşmak istedim ama moral bozmak istemiyordum. Şimdi sırası değildi. Yemek işi bitince biraz Gülbahar sultanın yanına gitmeye karar verdim. Hümaşah sultan da gidecekti zaten. Birlikte saraya vardığımızda bizi kapıda karşıladı.
"İyi ki geldiniz. Kötü düşünceler içindeydim."
Büyük salonda oturduk. Derin bir nefes aldım.
"Sultanım haber gelmedikçe kötü düşünür oldum. Ne yapacağız?"
Gülbahar sultan endişeyle bana bakıyordu.
"Nereye gideriz? Ecnebiler bizi kabul eder mi? Hem gitmek bize yakışmaz."
Yutkundum.
"Ölümü de bekleyemeyiz sultanım. Her yeri yakıp yıkmaya başlarlarsa ne yapacağız? Sarayı basarlarsa?"
Gülbahar sultan elini boğazına götürdü.
"Bilmiyorum Neslişah. Yeniçeri de savaşta. Elimizde sadece bostancılar ve ağalar var. Paşalar da direnir elbet bir süre."
Korkuyla nefes aldım.
"Burada hiç şehzade yok. Başıboş kaldık."
Hümaşah sultan ayağa kalktı.
"Ne oluyor size? Gören de kötü haber geldi sanar! Belki de kazandılar dönüyorlar. Unutmayın hünkarımız Haçlı birliğini yendi Niğbolu'da. Konstantinopolis'i kuşattı. Neredeyse alıyordu. Bu ithamlar ona yakışıyor mu?"
Yere baktım. Gülbahar sultan oturmasını işaret etti. Hümaşah sultan oturunca elini tuttu.
"Biz de sağ salim geri dönmelerini diliyoruz lakin her türlü ihtimali göz önüne almalıyız. Tedbirli olmalıyız."
Hümaşah sultan başını şiddetle iki yana salladı.
"Ben hiçbir yere gitmem. Saraya da girseler hiçbir güç beni buradan atamaz."
Çaresizce Gülbahar sultana baktım. İçini çekti. Büyük ihtimalle o da gitmezdi. Akşamüzeri saraya geri döndük. Akşam yemeğini odamda yedim. Hümaşah sultana karşı mahcuptum. Bana kızgın olduğunu hissediyordum çünkü yol boyunca tek bir kelime bile etmemişti. Sürekli pencereden dışarı bakmıştı. Saraya varınca da hiç konuşmadan dairesine gitmişti. Yemeğim bitince içimi çektim. Gözlerimi kapatıp anıların beni ele geçirmesine izin verdim.
-1392/Venedik-
Kendimi papatyalarla dolu çimenlerin üzerine bıraktım. Güneş yüzüme vuruyordu. Sağımda bir ağırlık hissedince oraya döndüm. Roberto elini yanağıma koydu.
"Seni çok özledim Larissa. Sen de beni özledin mi?"
Başımı salladım. Gülümsedi. O anda gözüme güneşten bile parlak görünüyordu. Yerden kopardığı bir papatyayı saçıma taktı.
"Siyah saçlarının arasında ne güzel de durdu."
Elimle papatyaya dokundum.
"Papatyalar çok güzel değil mi? Hiç gösterişli değiller ama yine de güzeller," dedim neşeli ses tonumla. Elimi tuttu. Gözlerine baktım.
"Evlenirsek evimizin bahçesine bir sürü papatya ekeriz. Gözünün gördüğü yer papatya olur. İster misin?"
Gözlerim doldu. İkimiz de bunun imkansız olduğunu biliyorduk. Ben soyluydum. O ise fakir biriydi. Sürekli değişen işlerde çalışıyordu. Bir kere onu çobanlık yaparken görmüştük. Annem lüks arabamızın camından onu işaret etmişti.
"Şu tiplerin ne işi var şatoların yanındaki çimenlik alanlarda? Gidip köylü kısmının çimenlerinde otlatsınlar hayvanlarını. Manzaramı bozuyorlar." Demişti bakımlı ellerini memnuniyetsizlikle sallarken. Ben ise susmuştum. O adam benim sevdiğim tek erkek diyememiştim. Roberto elini gözlerimin önünde sallayınca kendime geldim.
"Daldın gittin yine Larissa'm. Bir derdin mi var?"
Yutkundum.
"Roberto eğer babamın adamları bizi görürse seni öldürürler. Ben aslında seninle konuşmak için gelmiştim."
Yüzü asıldı. Keşke o an ölseydim. Keşke ölseydim de bu çirkin konuşmanın içinde yer almasaydım. Gözlerini bulutlara çevirdi. Konuşmak için kendimi zorladım.
"Biliyorsun ailem bu konuda oldukça inatçı. Değil seninle evlenmem konuşmam bile yasak. Yani nasıl desem... Ben..."
Bana döndü. Bakışları o kadar çok şey anlatıyordu ki. Hüzün,çaresizlik,yalnızlık,pişmanlık... Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım.
"Sen kimsin biliyor musun Larissa? Güzel,büyük bir bahçedeki gülsün. Herkesin üzerine titrediği,yaprağına böcek değse olay olan o gülsün. Bense o bahçede senin yanında çıkan basit bir yabani otum. Görüldüğü anda sinirlenip kopartılan,gülün yanına ulaşmasın diye önlem alınan o otum. Senin yanında hiçbir şeyim. Lanet olası,gereksiz biriyim. Soyluların bakmak bile istemediği,ezilmesi gereken bir böcek gibiyim."
Ağlıyordum. Keşke güçlü olsaydım. Keşke onunla gidebilecek kadar güçlü olsaydım. Keşke zenginliğe bu kadar alışmamış olsaydım da seninle fakirliğe de varım diyebilseydim. Nasırlaşmış eliyle yanağımdaki gözyaşını sildi.
"Ağlama. Bir hayaldi. En güzel hayalim. Sana yemin ederim ömrümün sonuna kadar yalnız seni seveceğim. Baban seni muhakkak evlendirir. Buna bir şey diyemem. Fakat ben... Evlenmeyeceğim Larissa. Ölene dek seni bekleyeceğim."
Ayağa kalktı. Hâlâ ağlıyordum. Yürümeye başlayınca zar zor kalıp kolunu tuttum. Durdu ama bana bakmadı.
"Hayata küsme. Beni bekleyerek ömrün geçmez. İyi birini bul ve evlen. Çok mutlu olmanı istiyorum. Sözünü ettiğin papatya bahçesini ona yap. Eminim çok mutlu olacaktır."
Bana döndüğünde ağlıyordu. Sürekli pudralanan elimle çalışmaktan iz olmuş yanağına dokundum. Hiç konuşmadık. Ne diyebilirdik ki zaten? Belimden tutup kendine çekti beni. Sımsıkı sarıldık. Benim güzel kokumla onun is kokusu birbirine karıştı. O an bir mucize olup birbirimize karışmayı çok isterdim. Arkamdan bir ses geldi.
"Sinyorita Larissa! Yanımıza gelin lütfen!"
Hemen arkama döndüm. Babamın en sadık adamı bize dehşetle bakıyordu. Sonra olanlar tam bir kabustu. Babamın adamları Roberto'yu öldüresiye dövdüler. Hem de gözlerimin önünde. Ağladım,yalvardım ama dinlemediler. Roberto kan revan içinde yerde yatarken beni zorla arabaya bindirip şatoya götürdüler. Evde olay çıktı tabi ki. Babam en kısa zamanda bir soyluyla evleneceksin dedi. Yani öleceksin demesinin süslü anlatımıydı. Gece evleneceğim dükle tanışmam için beni baloya gönderdi. İşte o baloda kaçırdı beni Osmanlı askerleri.
-Ankara Yakınları-
Sultan Bayezid Han otağında volta atıyordu. Şehzadeler için ve sultanlar için de ayrı çadırlar kurulmuştu. Uzun bir süre yolda geçmişti zaten. Tebdil kıyafet gezmekten bıkmıştı artık. Hiçkimse yorulduğuna dair tek kelime etmemişti ama gözlerinden anlayabilmişti padişah. Hâlâ Timur'dan tek bir iz yoktu. Gerçi gizli ulaklar hazırlık yapıldığı haberini getirmişlerdi ama belki de hepsi gösteriştendi. Otağın perdesi havaya kalkınca hemen o tarafa döndü.
"Haber mi var Sinan paşa?"
Paşa saygıyla eğilip yere bakarak konuşmaya başladı.
"Timur'un ordusu pek yakındaymış hünkarım. Akıncı beyleri yola çıktı. Bizim de yola revan olma vaktimiz gelmiştir."
Hünkar derin bir nefes aldı.
"Gazamız mübarek olsun."İki ordu Ankara ovası yakınlarında karşılaştı. Kadın kısmının savaşa katılması münasip olmadığı için Devletşah sultan ve prenses Olivera çadırlarında kalmışlardı. Bayezid Han diğer ordunun büyüklüğü karşılığında hayret etmişti. Bu kadar adamı nereden bulmuşlardı? Ön saflardaki askerlere bakınca beyninden vurulmuşa döndü. Yanında olacağız diye söz veren Türkmen beyleri Timur'un tarafındaydı. Bu ihanetle padişah epey sarsılmıştı. Yine de vakur görünmeye çalışarak atının üzerinde ordusuna döndü.
"Yiğitlerim! Bugün bu meydanda destan yazalım! Sizler nice zaferler kazanmış büyük Osmanlı ordususunuz! Tez vakitte bitirelim şu işi!"
Askerler hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Ordular hücum edince savaş ta başlamış oldu. Osmanlı ordusu baştan galipti. Yıldırım Bayezid hiç olmadığı kadar kararlı ve hırslı savaşıyordu. Derken yanından geçen askerleri gördü.
"Nereye gidersiniz? Cenk vakti kaçar mısınız yoksa?"
Askerlerin arkası dönük olduğu için yüzlerini göremiyordu ama karşılarına geçtiklerinde yanlarında kalan son Türkmen askeri olduklarını anladı. Onlar da ihanet etmişlerdi. Yıldırım Bayezid uğradığı diğer ihanetin öfkesiyle bağırarak savaşmaya başladı. Daha da ileri atılınca paşalar onu geri çekmek istediler ama gözü hiçbir şey görmüyordu. Bunun sonucunda bir kılıç darbesiyle kolundan yaralandı. Paşalar hünkarın yanına koştuklarında düşman safında büyük bir hareketlenme oldu. Hünkar ayakta kalmaya çalışarak karşıya baktı. Timur daha önce hiç görmediği büyük hayvanlarla gelmişti. Bunca vakittir nereye sakladı bu hayvanları diye düşündü. Askerler ürkmüştü bu dev hayvanlardan. Paşalardan biri bunların fil olduğunu söyledi. Hünkarın kan kaybından başı dönmeye başlamıştı. Şehzade Mehmet babasının yarasını sardı. Bayezid Han ona bakıp gülümsedi.
"Ordu çok kayıp verdi oğlum. Bana bir şey olursa valideni kurtar."
Şehzade Mehmet derin bir nefes aldı.
"Yeneceğiz Allah'ın izniyle hünkarım. Siz biraz güç toplayın."
Şehzade Mehmet'in dediği gibi olmadı. Osmanlı ordusu ağır kayıplar vererek savaşı kaybetti. Bayezid Han ölmemişti lakin kaybettiğini görmektense ölmeyi tercih ederdi. Dört şehzade ve paşalar hünkarın etrafını sardı. Onlar ölmeden hünkar öldürülemezdi. Timur Han'ın askerleri saldırmaya başladı. Ellerinden geldiğince savaşıp direndiler. Paşalardan çoğu öldü. Bir tek Gülbahar sultanla Hümaşah sultanın eşleri sağ kaldı. Onlar da yaralıydılar. Şehzadelerin de gücü tükenmek üzereydi. Şehzade Süleyman daha küçük olduğu için şehzade Mehmet onu arkasına almıştı. Hünkar perişan bir haldeydi. Yattığı yerden doğrulup şehzade Mehmet'in bacağına dokundu. Şehzade Süleyman babasının elini tutup sıktı.
"Şehzadelerim bırakın beni gidin. Ben öldüm zaten. Gidin hayatınızı kurtarın. Validenizi kurtarın. Siz de ölürseniz devletin hali nice olur?" Diyen hünkar hüzünle nefesini dışarı verdi. Şehzade Musa onu iten asker yüzünden geriye doğru yuvarlandı. Hünkar korkuyla ona baktı. Yaşıyordu. Çok geçmeden şehzade İsa'nın da kılıcı fırladı gitti. Şehzade İsa büyük gayretle şehzade Süleyman'ı çekip yanına aldı. Şehzade Mehmet savaşmaya devam ediyordu. Hünkar büyük bir gayretle kalkıp askerlerin karşısına dikildi. Şehzade Mehmet şaşkınlıktan donup kaldı.
"Öldürün hadi melunlar! Ne durursunuz? Aldığınız emri yerine getirin!"
Şehzade Mehmet araya girmeye çalıştı lakin hünkar izin vermedi. Askerler buz gibi bir sesle konuşmaya başladılar.
"Öldürmek için emir almadık. Timur Han esir almamızı emretti."
Şehzade Mehmet konuşmaya başladı.
"Zinhar izin vermem buna. Beni de alın gerekirse."
Hünkar ona döndü. İçinden ağlamak geliyordu ama güçlü görünmeliydi. En çok ta şimdi güçlü görünmeliydi. Kimse Bayezid Han acı içinde teslim oldu dememeliydi. Başını dikleştirdi. Oğlunun yanına yaklaştı. Kulağına fısıldamaya başladı.
"Bu mağlubiyetin intikamını al oğlum. Benim intikamımı al. Bu yüce devletin dağılmasına müsade etme. Herkes sana emanet."
Geri çekildiğinde oğlunun gözlerine baktı. Dolu doluydu şehzadenin gözleri. Sonra kendi perişan yansımasına baktı. Diğer şehzadelerine de son kez bakıp askerlere teslim oldu. Çelik gibi sıkan kollarını gevşetmeleri için direnmedi. Yarasına rağmen dişlerini sıkarak yürümeye zorladı kendini. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez bir padişah savaş meydanında esir alındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SULTANIN NEDİMESİ~Neslişah
Ficção Histórica#1-Osmanlı|Yarışma İkincisi|Edirne Sarayı'nın duvarları saydamdır derler. Konuşulanlar muhakkak duyulur. Sultan olmak zordur bu sarayda. Şehzaden olunca sırtın yere gelmez. Sultan olursun. Haseki sultan bile olursun. Yine de sultan olmak zordur bu...