Devletşah sultanın kokusunu içime çektim. Kötü kokuyor olabilirdi ama şu an için dünyanın en güzel kokusuydu sanki. Ayrıldığımızda ona baktım.
"Nasıl kaçtınız sultanım?"
Yutkundu.
"Çok zor oldu. Mehmet önümüze çıkanlarla savaştı hep. Beni defalarca o kurtardı. Diğer şehzadelerim... Onları kaybettik. Bayezid'i esir aldılar. Bana bakmadı bile. Onu hiç o kadar çökmüş görmemiştim. Direnmedi bile."
Çaresizlikle ona bakmaya devam ettim.
"O kadar güçlü bir ordu nasıl yenildi sultanım?"
Şehzade Mehmet lafa girdi.
"Çok kalabalıklardı. Ayrıca önceden bizim yanımızda olacaklarını söyleyen Türkmen beyleri savaş esnasında saf değiştirdi. Timur fillerle gelmişti. O kadar büyüktüler ki. Ordu ne yapacağını şaşırdı. Bütün inancımoz kayboldu ve kaybetmemiz kaçınılmaz bir hale geldi."
Kaşlarımı çattım.
"Diğer şehzadeler öylece kaçtılar mı yani? Hünkarı kurtarmaya çalışmadılar mı?"
Şehzade Mehmet sıkıntıyla içini çekti.
"Direnmedi bile. Bu savaşı kaybetmek onun için büyük bir yıkım oldu. Kurtarmak için atıldım lakin bizi de öldürmeye çalışıyorlardı. O kadar askerle savaşamazdım. Ordumuz zaten telef olmuştu neredeyse. Gözümüzün önünde hünkar esir alındı. Askerin asabı da bir hayli bozuldu tabi. Sağ kalabilenler bizi korumaya çalıştı. Atıma atlayıp annemi de yanıma aldım. Kardeşlerim az ötemde at sürüyorlardı. Epey takip ettim lakin sonra ormanlık alana girdik. Karanlık ta çökünce gözden kaybettik."
Devletşah sultan konuşmaya başladı.
"Gün ışıyana kadar at sürdük. Sonra biraz dinlendik. İzimizi kaybettirmiş gibiydik. Bir at sesi duyunca her şeyin bittiğini sandık ama gelen prenses Oliveraydı."
Şimdi burada olmadığına göre yakalanmış olmalıydı.
"Yakalandı mı?" Dedim üzgün ses tonumla. Devletşah sultan başını salladı.
"Birlikte biraz yol aldık. Ormanın çıkışında Timur'un adamları önümüzü kesti. Ben kılıç kullanmayı bilmem. Mehmet ikimizi de korumaya çalıştı. Lakin... Olivera hançeriyle öne atıldı birden. Adamın biri kılıçla kolunu çizdi. Acı içinde yere yığıldığını gördüm. Adam onu tanıyor gibiydi. Atlarına bindirdiler. Keşke elimizden bir şey gelseydi ama çok kalabalıktılar. Olivera atın üzerindeydi. Ormanın derinliklerinde kayboldular."
Gözlerim dolmuştu. Kimbilir neler yapmışlardı prensese. Aklıma gelenler yüzünden tırnaklarımı etime geçirdim. Devletşah sultanın gözlerine baktım.
"Bizimle gelin sultanım. Venedik'e gidiyoruz. Gülbahar sultan ve Hümaşah sultan gelmiyorlar."
Kaşlarını çattı.
"Ölümü mü bekleyecekler?" Dedi zor duyulan bir sesle. Elini tuttum.
"Ne olur ikna edin onları sultanım. Gelmiyorlar."
Başını salladı.
"Zaten bu halde bir yere gidemeyiz. Saraya girip temizlenmeliyiz."
Geri döndük. Sultanım ve şehzade hamama gidip temizlendiler. Açıkçası Gülbahar sultanın Devletşah sultanı kalmak konusunda ikna edeceğinden korkuyordum. O olmadan gidemezdim. Dairesine girince ağlamaya başladı. Her zaman oturduğu sedire oturdu.
"Bu daireyi de yakıp yıkarlar mı? Benim acı tatlı hatıralarım var bu odada. Artık yönetebileceğim bir harem bile yok. Kızlar azat edildi değil mi?"
Başımı salladım. O anda içeri Gülbahar sultan girdi.
"Devletşah... Dönmüşsün."
Sarıldılar. Sultanım olanları anlatırken Gülbahar sultan ağladı.
"Abim öldü mü?" Dedi ağlayarak. Devletşah sultan ağlayarak başını iki yana salladı.
"Bilmiyorum sultanım. Sürükleyen askerlere karşı direnmedi bile. Son kez bakmak istedim gözlerine lakin yere bakıyordu."
Konuşmaya başladım.
"Bizimle gelin ne olur. Venedik'e gidiyoruz. İşler düzelince geri dönersiniz."
Devletşah sultan Gülbahar sultana baktı.
"Neslişah haklı sultanım. Her yeri yakıp yıkacaklardır. Burada kalmak ölüme razı olmak demektir."
Gülbahar sultan çaresizce bana bakıyordu. Sonra derin bir nefes aldı.
"Tamam. Geliyoruz. Zaten paşalar da ortada yok. Bizi kimse koruyamaz da. Gülsima da var. Onun için gitmemiz gerek."
Sonunda ikna edebilmiştim. Gülbahar sultanın sarayına gidip birkaç parça eşya aldık. Hümaşah sultan uzun ısrarlarımız sonrasında gelmeyi kabul etti. Üç kişi olacak yolculuğumuz dokuz kişi olmuştu. Ege Denizi'nden Akdeniz'e oradan da Venedik'e çıkmamız gerekiyordu. Sultan oldukları anlaşılmasın diye alalade iki araba kiraladık. Bizi Ege Denizi'ndeki bir limana bırakacaktı. Yolda giderken Edirne'ye geldiğim ilk günü düşündüm. Bana ne olacağına dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Şimdi ise içimde bir ümit vardı. Aileme gidiyordum. Gerçi Osmanlı sultanlarını getirdim dediğimde ne tepki vereceklerini bilmiyordum. Umarım şatodan kovmazlardı. Önceden bir konuşma yapmam gerekecekti. Gün boyu yol aldık. Uykudan gözlerim kapanmaya başlamıştı. Devletşah sultan bana bakıp konuşmaya başladı.
"Epey yol aldık. Bu gece dinlensek mi?"
Gülbahar sultana baktım. Başıyla onay verdi.
"En yakın hana gidelim sultanım."
En yakın handa durduk. İki oda verdiler bize. Öğrendiğim kadarıyla İzmir'e yaklaşmışız. Yarın limana varmış olurduk. Bu iyi bir haberdi.Sabah kahvaltı ettikten sonra yola koyulduk. Sanki hiç dinlenmemiş gibiydim. Uzun bir yolculuktan sonra nihayet limana vardık. Hepimiz arabalardan inip denize bakmaya başladık. Boğazımı temizledim.
"Gemi ileride. Binelim mi?"
Kimse tek kelime etmedi. Gemiye bindik. Binerken aklıma kaçırıldığım gece beni kucaklayan askerin sırtında giderken gözümün ucuyla dalgalara baktığım an geldi. Ne tuhaftı. Şimdi ise geri dönüyordum.Gemiyle üç gün yolculuk yaptık. Bazı limanlarda durup mola verdi. İnip gezindik. Yemek veriyorlardı. Bildiğim kadarıyla nerelerde durduğumuzu anlattım. Mahpeyker kalfa ise hiçbir yeri anımsayamıyordu. Eftelya ile birlikte aklımıza kaçırılma anılarımız gelince ağladık. Yağmurlu bir sabahta Venedik limanına vardık. Mahpeyker kalfa birden durdu. Yanına gittim.
"Ne oldu?"
Etrafa bakıyordu.
"O kadar tanıdık geldi ki burası. Sanki daha önce burada dolaşmışım gibi."
Güldüm.
"Tabi dolaşmışsındır. Buralısın sen."
Koluna girip yürümeye başladım. Sultanlar ve şehzade arkamızdan geliyordu. Eftelya ise neşe içinde zıplıyordu. Çekinmesem ben de zıplardım mutluluktan. Limanın bitişindeki halka açık kameriyeye oturduk. Şimdi bir şekilde babama ulaşmamıydım. Adamlarımızdan biri limanın yakınlarında otururdu her gün. Eğer işi bırakmadıysa buralarda olmalıydı. Diğerlerini bırakıp adamı bulmaya gittim. İşte oradaydı. Gülümseyerek yanına gittim. Beni görünce hayretle kaşları yukarı kalktı.
"Sinyorita Larissa? Gerçekten siz misiniz?"
Gülümsedim.
"Benim. Geri döndüm. Beni yani bizi şatoya bırakır mısın?"
Adam şaşkınlıktan büyük bir fıçıyı devirdi. Düşe kalka arabaya doğru gitmeye başladı.
"Limanın bitimindeki kameriyenin oradayız," diye bağırdım arkasından. Hemen diğerlerinin yanına gittim. Çok geçmeden adam arabayla geldi. Bunlar kim diye sormadı ama çok merak ettiğini görebiliyordum.
"Annemle babam nasıl?" Dedim neşeyle.
"Siz kaybolunca çok üzüldüler efendim. Günlerce sizi aradılar ama bulamadılar. Neredeydiniz?"
Sultanlar anlamadığı için pencereden dışarı bakıyorlardı.
"Osmanlı askerleri kaçırmıştı beni. Edirne sarayına köle olarak götürüldüm. Sarışın olanlar Osmanlı hanedanından sultanlar. Genç olan şehzade. Padişahın oğlu. Esmer kız buralı. Kumral olan da. Onlar da kaçırılmışlar."
Adam endişeliydi.
"Efendim bağışlayın ama aileniz bu misafirleri kabul eder mi? Hem de sizi kaçıranların memleketine mensuplar."
"Ben konuşacağım," diyip konuyu kapattım. Şatoya varınca içimi bir panik kapladı. Hakikaten bizimkiler istemezse ne diyecektim sultanlara? Mutlaka ikna etmeliydim. Kapıyı çaldım. Hizmetçimiz Nora şaşkınlıktan bir şey diyemedi. Hepimiz iç salona girdik. Yanıma Eftelya'yı ve Mahpeyker kalfayı aldım.
"Sultanlarım,şehzadem ailemle konuşmam gerek. Biraz bekler misiniz?"
Gülümseyip başlarını salladılar. Merdivenlerden büyük salona çıktım. Kaç kez burada olmanın hayalini kurmuştum. Annem koltukta oturuyordu. Ona doğru atıldım.
"Anne!"
Bana dönünce kollarını açıp ağlamaya başladı. Ağlayarak gidip sarıldım.
"Larissa'm döndün demek. Sonunda döndün. Neredeydin bunca yıldır?"
"Kaçırmışlardı anne. Osmanlı askerleri kaçırıp saraya sattılar. Haznedar oldum. Yakında savaş yaptılar Timur'la. Kaybedince harem dağıtıldı. Biz de buraya geldik."
Eftelya ve Mahpeyker kalfayı gösterdim. Mahpeyker kalfanın ifadesi bir garipti. Her an ağlayacakmış gibiydi. Anneme baktım. Ona bakıyordu. O da bir tuhaftı. Sonra annem titreyen sesiyle konuşmaya başladı.
"Elanora?"
Kaşlarımı çatarak Mahpeyker kalfaya baktım. Ağlayarak konuşmaya başladı.
"Anne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SULTANIN NEDİMESİ~Neslişah
Fiksi Sejarah#1-Osmanlı|Yarışma İkincisi|Edirne Sarayı'nın duvarları saydamdır derler. Konuşulanlar muhakkak duyulur. Sultan olmak zordur bu sarayda. Şehzaden olunca sırtın yere gelmez. Sultan olursun. Haseki sultan bile olursun. Yine de sultan olmak zordur bu...