10. BÖLÜM

934 72 147
                                    

Ayşe'nin sözlerinden sonra ağzım ''o '' şeklinde açık kalmıştı. Gerçekten böyle birşey var mıydı? Bu zamana kadar onun ağzından ne ''anne'' kelimesini duyabilmiştim, ne de görebilmiştim... Safra kesesinde taş olması çok normal ama böyle bir zamana denk gelmesi bende de ''acaba?'' kelimesinin şüphesini uyandırmıştı. En iyisi ön yargı ile yaklaşmadan öğreneyim...

Selin : Ayşe ne diyorsun sen? ne taşı? ne parası ya? hem onu geç senin annen mi vardı?

Ayşe : evet, seninde annenin olduğu gibi benimde bir annem var.

Selin : şey, ben öyle söylemek istemedim. Hani bana hiç annenden bahsetmedin ya ondan dedim.

Ayşe : anladım, peki Ali Ağam'dan şikayetçi olmayacaksın değil mi?

Bunu söylediği zaman ellerime daha çok tutunup, gözlerimin içine bir umutla bakmıştı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ayşe 2-3 günlük tanıştığım biri olmama rağmen çoktan benim güvenimi kazanmıştı bile fakat böyle birşey için beni bıçaklayan adamın cezasına göz mü yumacaktım? Emin olmadığım bir şekilde ona bakmaya çalıştım.

Selin : bilmiyorum Ayşe kafam çok karış-

Daha sözümü tamamlayamadan Ayşe yataktan kalkıp ayaklarıma sarıldı. 

Ayşe: yalvarırım hanımağam, benim bundan başka çarem yok. Annem'in hastalığı daha da ilerlerse kanser olucak ve ölüm riski daha da artacak...Kulun kölen olayım etme şikayet. Hı?

Selin : Ayşe, kalk ayağımın altından. Bende biliyorum safra kesesini, benim annemde ameliyat oldu ama onda para istemediler, bedavadan yaptırdık.

Sözlerimin ardından ayağa kalkıp bana anlamayan gözlerle bakıyordu.

Ayşe : ne yani sen benim yalan söylediğimi mi ima ediyorsun?

Selin : Ben öyle birşey ima etme-

Ayşe : tamam, tamam. Ben seni anladım.

Selin : Ayşe bak bir dinle...

Daha lafımı bitirmeden hızlıca odadan çıktı. Aferin Selin! Resmen kıza karşı kendinde kötü bir karakter oluşturdun. Tamam, onu söylememeliydim ama onunda beni dinlemeden gitmesi çok saçmaydı. Ellerimle önüme düşen saçlarımı geriye iterek ''of ayşe'' diye söylendim. Bir insanın kalbinin kırılması çok kolay ama onarılmasıda çok zor. Odada iki kez '' tık tık'' sesinin yankılanmasıyla kapıya  baktım. Kimdi ki acaba? Ali miydi yoksa? Hayır ya, o hava almaya çıkacaktı ama ben polislere birşey söylemeyeyim diye hava değil yol alıyordur o! Aklıma daha fazla ''kim geldi?'' tahminlerini üretmeden gelen kişiye ''GEL'' diye seslendim. Ne? Kalkıp açacak halim yoktu ya?...Gelenler yaklaşık 5 dk önce ''gidin başka bir işle uğraşın'' dediğim polislerdi. Birde adamlara yarım saat sonra gelin demiştim ama Ayşe ile konuşmamız yarım saatin yarısını bile almamıştı...

Polis : Selin hanım rahatsız ettiysek kusura bakmayın ama az önce gelen bayanın çıktığını gördükte o yüzden girdik. Tekrar kusura bakmayın.

Selin : yok ne kusuru, buyrun gelin. Göreviniz.

İçlerinden uzun boylu kel bir adam önümde durarak defter ve kalemi elinde tutuşturdu. Heralde ifademi yazacaklardı.O bembeyaz kağıdı şimdi söyleyeceğim yalanlarım ile kirleyecektim.

Polis : Evet Selin hanım birde olayları sizin ağzınızdan dinleyelim.

Başımı öne eğip, derin bir nefes alarak başımdan geçenleri polise anlatmaya başladım...

.....&&&.....

Şuan önümde o iğrenç hastane yemekleri ile baş başaydım. Allah'ım ne kadar iğrenç yemekler ya, yapmasını mı bilmiyorlar acaba? Önümde karnıbahar, ambalajlı ekmek, salata ve sözde sulu patates yemeği vardı. Ben yemekleri tuzlu sevdiğim için yemek istemiyordum. Bunların hepsi tuzsuzdu. Hayır, insan kenarına paket tuz koyar yani. Belki herkes tuzsuz sevmiyor? Elime çatalı alarak bu üç yemekten hangisinin yiyeceğim adına karar vermeye çalıştım. Büyük kesilen patateslerden birini çatalımla buluşturarak yemeye başladım. Tuzsuz ve ağzıma aldığım zaman tadı hoşuma gitmediği için neredeyse kusacaktım. Tabağın yanında duran kağıt, desenli peçeteyi elime alarak ağzımdaki lokmayı çıkardım. Alt tarafı tüpte kaynatmışlar, sonrada iri iri kesip baharatlandırmışlar. Zaten hepside orantısız bir şekilde hazırlanmıştı, o patatesin tadını aldıktan sonra diğer yemeklerinde öyle olacağını tahmin edip tepsiyi yanımdaki komodinin üstüne bıraktım. 2 gündür doğru düzgün birşeyler yiyemiyordum. En son konakta çorba içtiğimi hatırlıyordum ama onuda sağolsun Ali Bey burnumdan getirmişti. Acaba şuan Bahar'la ne yapıyordur? Kesin yarım kalan işlerini tamamlamaya gitmişlerdir. Yavaş hareketlerle yataktan kalkıp üzerine oturduğum örtüyü ileriye ittim. Tekrar yatağa oturup, ittiğim örtüyü üzerime örttüm. Kafamı yastığa koyarak olanları düşünmeye başladım. Ayşe'nin beni yanlış anlaması, polislere yalan yanlış ifade vermem...Off off, şu kısacık günlerde başıma ne kadar da olay geldi anlamadım gitti. Keşke evlenmeseydim, keşke evden o gün erken çıksaydım da o konağa adımımı atmasaydım. Boş boş odaya bakarken paldır küldür birisinin girmesiyle yerimden sıçradım. Aniden olan refleksim ile karnımında ağrımasına sebep olmuştum. Kalktığım yerden gelen kişiye baktım. Gelen Ali'den başkası değildi...Saçlarını karıştırarak odada dört dönüp duruyordu. Neye bu kadar sinirlendi bilmiyorum ama bence en iyisi susmaktı. En son konuştuğumda kendimi salon duvarında olduğumu hatırladım. Ben ne zaman konuşsam bağırır, çağırırdı....

KUMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin