Nihayet okulumuz bittiğinde ben de bitmiştim. Sıkkınlıkla kabanımın önünü ilikleyip çantamı sırtıma attım. Sınıf çoktan boşalmıştı bile. Ağırkanlı bir insan olduğumdan sınıfı çoğu zaman en son ben terk ederdim.
Son kez sıramın altını kontrol edip kapıya doğru yürüdüm. Botlarım, gri mermer yüzeyde ritmik sesler çıkarırken kulağıma ilişen ikinci bir adım sesiyle durdum ve arkamı döndüm. Gerçekten mi?
"Sarı," dedikten sonra koridor duvarına yaslandı. Tek kaşımı bu kez 'sorunun ne senin?!' anlamında kaldırdığımda keskin yüzünde ürkünç bir sırıtış oluştu.
Çoğu insanın gülmesi kalbe sıcaklık verirdi. Duyulan kıkırdamalar, hatta bazen kahkahalar insanların en içten ifade biçimleriydi. Fakat onun köşeli yüzünde oluşan bu ifade kesinlikle içten veya sevimli değildi. Yüzünde sürekli taşıdığı tehdit havası ve gergin duruşu tedirgin ediciydi. Ben de ardıma bakmadan kaçma isteği uyandırıyordu. Ama diğer yandan onun yanından hiç ayrılmamamı sağlayacak kadar gizemliydi de. Dudaklarını kıvırarak oluşturduğu bu ufak tebessüm bile içimi titretecek kadar soğuktu. Dışarıdaki kışı içeriye taşıyordu, ya da onun içindeki kışı dışarıya.
"Seni uyarıyorum güzelim. Bana bulaşma, otorite benim. Bana karşı gelirsen," dedikten sonra birkaç büyük adımda dibimde bitiverdi. Şimdilik büyük ayaklarını düşünmeyi kestim ve derin, koyu gözlerine odaklandım. Çoğu zaman konsantrasyon ve odaklanma sorunu yaşardım. Ama bu gözler beni içine çeken mıknatıslardan başka bir şey değildi. Yaydığı negatif enerji bile öyle çekiciydi ki. Benim pozitif kişiliğimi benliğine kenetliyordu.
"Yoksa?" dedim korkusuzca. Tırsak ve utangaç Lara çoktan derinliklerde kaybolmuştu. Yerine deli cesaretli Lara gelivermişti. Üzerimde oluşturduğu etkiden hiç hoşlanmamıştım. Yine de korkusuz ifademi bozmadım ve doğruca gözlerinin içine, karanlığa baktım.
Bir insanın irisleri kapkara olabilir miydi? Kömür karası de, zeytin karası de, gece karası de. Öyle kara, öyle derin, öyle keskin.
"Yoksa seni benimle tanıştığın güne pişman ederim, Lara." dedikten sonra beni sertçe sönük mavi koridor duvarına ittirdi ve siyah botlarını sürüyerek uzaklaştı.
Tanrım, dedim içimden. Ne büyük yanılgılar var şu dünyada.
Birinci yanılgı bendim. Kendimin onun saçma fakat var olan otoritesine karşı direnebileceğini sanarak yanılgıya düşmüştüm.
İkinci yanılgı oydu. Beni bu basit tehditle yolundan çekebileceği yanılgısına düşmüştü. Tanışmamızdan bahsetmiş fakat aslında beni hiç tanımadığını göstermişti.
Ve üçüncü yanılgı bizdik. Ben ve o asla biz olamayacaktı. Yine de öyle saçma bir yanılgıya kapılmış, saniyeler için de olsa kokusunu duyumsamayı sevmiştim.
Ne büyük yanılgılar var şu dünyada.
•••
Umursamazca otobüs durağına yürürken kırmızı atkımı biraz daha çekiştirdim. Hava gittikçe daha mı soğuyordu ne?
Sonunda benim bineceğim otobüs geldiğinde rahatça nefes verdim ve otobüse bindim. Otobüsün içi anormal derecede sakindi. Sanki benden başka kimse yok gibiydi. Gerçi koskoca otobüste yalnızca ben, yaşlı bir teyze, şoför ve ben yaşlarında bir kız vardı.
İlk boş bulduğum -ki oldukça fazla seçeneğim vardı- koltuğa oturup yolu seyre daldım. Düşüncelerimi işgal ediyordu gerzek! Çık, dedim içimden. Defol düşüncelerimden.
Sürekli siyah giyen, mazoşist, egoist, belki sadist, ruh hastasının tekiydi. Gördüğüm en ürkütücü simaya sahipti. Yine de kendimi ona bakmaktan alamamıştım. Gizemli insanları sevmemdeki mantık nedir?
Bir de kendimi düşünüyorum sonra. Basit sarı saçlar, biraz iri biraz kısık gözler, çıkık elmacık kemikleri, orta boy, orta kilo.
Daha sonra ikimizi düşünüyorum. Her ne kadar hanım hanımcık olmasam da onun kadar aykırı da değildim. Hem ben yurtta büyümüştüm ve o bunu bilmiyordu. Bu kadar ego ve iktidar meraklısı birinin asla bir yurtluyu ciddiye almayacağını biliyordum. Yine de ona veya okuldan başka birine yurtlu olduğumu söylememekte kararlıydım.
Ah, çıkmazlardan nefret ediyorum dedim içimden. Çıkmazların hepsinden: çıkmaz sokaklardan, çıkmaz düşüncelerden, çıkmaz erkeklerden...
•••
Yurt kapısının önüne geldiğimde Mahmut Abi'ye selam verdim. Yorgun görünen güvenlikçimizin ne yapıp da bu kadar bitkin göründüğünü merak etmiştim.
"Hayrola Mahmut Abi?" dedim sevecen bir tavırla. "Kötü görünüyorsun?"
Ah be kızım, ifadesiyle baktı bana. Eyvah dedim. Karı kız dertleri bunlar kesin. Bakıştan anladım:
Bayık, kaderimde varmış; bakışı.
Hayırlısı artık, bakışı.
Ah şu kadınlar, bakışı.
"Yengen," dedi Mahmut Abi tam beklediğim gibi. "Yine bir sürü şeyler istiyor. Yahu siz kadınların istekleri bitmez mi?" Derince bir nefes alıp parmaklarıyla tek tek saydı. "Yok, tatlı için kabartma tozu, yok ekmek, yok ev kokusu. Çalışıyorum kadın, işteyim diyorum; ama acil diyor."
Güvenlikçimizi süründüren yengemize içimden bir alkış tutturdum. Yürü be teyze, erkek milletini süründürmek lazım gelir!
Yine de düşüncelerimi mahzun güvenlikçimizle paylaşmadım. "Olsun Mahmut Abi," dedim sakin bir ses tonuyla. "Eşin o senin."
Başını eğince düşündüğü anladım. E haklıyım, düşünsün tabi. "Aldıysan katlanacaksın." dedim sonra. Bu konuda da haklıyım. Evlenmeseymiş o zaman.
"Haklısın galiba kızım," dedi. Sonra sıcak bir gülümsemeyle konuşmayı sonlandırdı. "Ne güzel dedin ya, aldıysak katlanacağız değil mi?"
Gülümsemesine karşılık verdikten sonra yurt kapısını aşıp sıcacık yurda girdim. Kapılarımız gereksiz yere açık tutulmadığı zaman giriş hiç olmadığı kadar sıcak oluyordu. Kendimi bir efkârlı koca dramını atlattığım için tekrar tebrik ettikten sonra merdivenlere yöneldim.
Dönem başı olmasına rağmen ödev vermekten hiç kaçınmayan öğretmenlerimiz yüzünden ilk iş ödevlerimi yapmaya karar verdim. Derse katılmamam ve okulu önemsememem ödevlerimi yapmadığım anlamına gelmiyordu.
Sırt çantamı yatağımın üzerine fırlatıp üzerimi değiştirmeye başladım. Okuldan çıktıktan sonraki üç saatte odada yalnız olurdum. Filiz genellikle okul çıkışı Ahmet ile buluşurdu ve uzun süre gelmezdi. Dilem ise bu saatlerde asla gelmezdi.
Üzerime gri, rahat bir eşofman takımı geçirip saçlarımı doladım ve gevşekçe tutturdum. Sıkı topuzlardan nefret ederdim. Saç diplerimin acımasını istemezdim bu yüzden hep gevşek toplardım.
Elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdiğimde dağınık makyaj malzemelerini gördüm. Evyenin de üzerinde bulunduğu beyaz tezgâh; fondötenler, farlar, rujlar ve saçılmış olan dahası ile doluydu. Sinirle Filiz'in siyah makyaj çantasını beyaz dolaptan çıkardım ve tüm malzemeleri içine tıkmaya başladım. Dağınıklığı en sevmediğim özelliğiydi. Tamam, ben de pek toplu bir insan sayılmazdım özellikle minik gar dolabım bunun en güzel kanıtıydı ama bu kadar pasaklılık benim için bile fazlaydı. Geldiğinde bu konuyu Filiz'le konuşmayı aklıma not edip siyah makyaj çantasını dolaba geri kaldırdım.
Ellerimi ve yüzümü serin suyla yıkadıktan sonra kar beyazı havluyla kuruladım ve odaya geçtim.
Bekleyin beni sizi pis ödevler! Haydi bismillah! Diyerek ödevlerime giriştim.
İlk önce biyoloji ve hemen ardından fizik ödevini tamamladığımda bugünkü çalışmam bitmiş saat çoktan dördü bulmuştu. Siyah kalem kutumu ve defterlerimi çantama tıkıp, çantayı da dolaba kaldırdım. Filiz nerede kalmıştı? Herhalde Ahmet ile iyi vakit geçiriyor diye düşündüm. Marangoz ve hödük olabilirdi, ama eğer arkadaşımı mutlu ediyorsa bence sorun yoktu. Engeller duygularla aşılabilirdi. Onlar için tabii. Ben olsam asla o ilişkiyi yürütemezdim. Hödük ve öküz biriyle olmazdı.
Kapı kilidinin sesi odada yankılanınca dolabın önünden ayrılıp kapıyı görebilmek için birkaç adım öne çıktım. İyi insan lafının üzerine gelirmiş diye düşünerek "Hoş geldin Filiz,"dedim. Üzerinde okul üniforması vardı. Saçlarını fönlemiş, yüzüne bir dolu makyaj yapmıştı. Şu haliyle benden üç yaş büyük gösteriyordu.
"Ay canım hoş gördük," diyerek ayakkabılarını çıkarmaya başladı. Rugan ayakkabıları yerle buluştuğunda sırt çantasını da kapı ardına fırlatıp kolumdan tuttuğu gibi yatağa oturttu. Bu ani hareketi tutulup kalmama neden olsa da çabuk toparlayıp sordum. "Neler oluyor?"
Heyecanlı görünüyordu. Büyük ihtimalle Ahmet'le ilgiliydi. Tereddütle ellerini ellerimle birleştirdi ve en tatlı -ona göre- sesini kullanarak sordu. "Bu akşam Ahmet bizi bir yere davet etti-" bizi sözcüğünü algılar algılamaz sözünü kestim. "Pardon ?" Derince bir nefes alıp anlayabilmesi için yavaşça konuştum. "Sen ve beni? Bir yere? Davet etmek?"
Şen bir kahkaha atıp saçlarını savurdu. Neden bu kadar neşeliydi ve bu Ahmet neden beni de davet etmişti? Eğer Filiz birkaç saniye içerisinde konuşmaya başlamazsa çirkinleşecektim. Sabırsız ve meraklı olduğumu bilmiyordu sanki!
"Ah güzelim," dedi hülyalı bakışlarla. "Senden bahsettim biraz. Getir de tanışalım dedi." Allah bilir nasıl bahsetmişti benden. Gerçi gideceğimden değil de meraktan sordum. "Nereye davet etmiş bakalım?"
Bu kez gözlerini kaçırdığında anladım. Baklayı dökülüvermesi için birkaç saniye verirken diğer yandan düşünüyordum. Sevmediğim yerler: Aile çay bahçeleri, parklar, barlar...
"Şey,"dedi parmaklarıyla oynarken "pek hoşlanacağını zannetmiyorum."
Birinci çinko. "Devam et Filiz." dedim sabırsızca.
"Kalabalık bir yer," dedi hemen ardından.
İkinci çinko. "Filiz çatlatmadan söylesene!" dedim sürekli oynadığı parmaklarının üzerine elimi koyarken.
"Bar," dedi kısık sesle. "Bizi bara davet etti."
Tombala!
"Asla olmaz." dedim kararlılıkla. Ben ve bar mı? Şaka gibi bir manzara ortaya çıkardı. Kesin kendimi rezil ederdim. Çünkü genelde ilk defa girdiğim ortamlarda rezil rüsva olmak hobilerim arasındadır. Ne yapacaksın ruh çıksa huy çıkmıyor.
"Hadi ama Lara," dedi Filiz. Dudaklarını büzmüş kendince yavru kedi portresi çiziyordu karşımda. "Mümkün atı yok." dedim kaşlarımı çatıp. "Bizi almazlar hem, on altıyız kızım biz."
Yüzünde kocaman bir sırıtış oluşurken sol eliyle omzuma hafifçe vurdu. "Ah be safım," dedi kıkırdayarak "Ahmet'in ortam orası. Özel konuğuz anlayacağın."
Aman ne hoş! Dedim içimden. Barlar ışıklı, boş müziklerin çaldığı, boş insanların kafa bulduğu bir yerdi benim lügatimde. Hiç gitmemiş, gitmek de istememiştim. Dediğim gibi, kendimi rezil etmeye hiç niyetim yok.
Omzumu silktikten sonra oturduğum yerden kalktım. "Olmaz dedimse olmaz Filiz," sırtımı döndükten sonra küçük kız çocukları gibi tribe girdim. "İstersen sen git."
Ayaklandığını duyduğumda yüzümü döndüm. Kırılmış görünüyordu. Ah, lanet olsun.
On üç yılımı oda arkadaşı olarak paylaştığım şu şapşal kız yüzünden tabularımı yıkmaktan nefret ediyordum. Ama bu kadar alınması sinirime dokunuyordu. Aslında onun açısından düşünür, empati yaparsak; oda arkadaşını sevgilisiyle tanıştırmak istemesi gayet doğaldı.
Mekân seçimi oldukça kişiliğime ters olsa da şu suratsız simamda sırıtışı oluşturabilen sayılı şeylerden biri de Filizdi. Onun hatırı için birkaç saat kuru gürültüye tahammül edebilirdim. Yani umarım.
"Of," dedim yanına yaklaşıp,"Ne giysem?"
Şaşkınlık ve neşe dolu bir nida atıp omuzlarıma asıldığında ben de kahkahamı koy verdim. Şu hayattaki biricik arkadaşımı mutlu edebilmek iyi hissettiriyordu.
Siyah saçlarını savurup kolumdan çekiştirmeye başladı. Onun beyaz, benimkine yakın boyutlarda olan dolabının önüne geldiğimizde "Bu gece bendensin," diyerek göz kırptı. Hadi ama!
Sakin, dedim içimden. Mutlu olması için yapıyorsun Lara. Katlanabilirsin kızım.
"Buna ne dersin?" diyerek dolabından kan kırmızısı mini bir elbise çıkardı. "Çüş!" dedim görgüsüzce "Bu elbise değil be, tişört bu !"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK
Teen Fiction"Şşt," dediğini duydum birinin. Sanki sesi kilometrelerce öteden zihnime fısıldanmış gibiydi. Sakinleştirici bir ninniyi anımsatan tınısı hiç de yabancı gelmiyordu. "Benim, Lara gözlerini aç! Benim.Sakinleş." Omuzlarımdan sarsıldığımı hissediyordum...