Mert gittikten sonra çöktüğüm kanepeden kalkmam için ilahi bir kuvvet gerekir olmuştu. Öğrendiklerimin irili ufaklı taşlar olup duvarlarıma yağdıklarını hissediyordum. Şakaklarımdan yayılan baş ağrısıyla bir kez daha iç çektim.
Arslan Mert’i geçirmek için bile kendini gizlediği odasından çıkmamıştı. Hayatı hakkında öğrendiğim bu denli özel şeylerden dolayı çekindiğini düşünsem de Arslan’ın böyle biri olmadığını bildiğimden bu düşünceyi kafamdan attım. O bir şeylerden çekinmezdi ki. Hatta çoğu zaman benim söylemekten çekindiğim şeyleri onun biçimli dudakları arasından cesurca duyabiliyordum. Onun tepkisi basit bir çekinceden daha farklıydı. Büyük ihtimalle kendini kapattığı dört duvar arasında yaşadıklarının bir tekrarını izliyordu. Onun yerinde olsaydım büyük ihtimalle bir türlü ardından çekilemediğim duvarlarım üzerime yığılır, ben de sonsuz bir karanlıkta sürüklenirdim. Odasındaki o anısızlık, gözlerindeki o yabancılık, bunların hepsi aile yoksunluğundan kaynaklanıyor diye düşünmüştüm. Fakat bu bir aile yoksunluğundan fazlasıydı. Yalanlarla büyümüş küçük bir oğlan çocuğu vardı.
Bir kez daha ellerimi şakaklarıma götürüp ovuşturduğumda yaklaşık iki saattir oturduğumu fark ettim. Duyduklarımı sindirmem için zihnimde oluşan iç içe geçmiş düğümleri çözmem gerekmişti. Her soru işareti düğümdeki bir başka küçük ipken bu pek de kolay olmuyordu.
Yerimden kalkarken uyuşmuş bacaklarımın his yetisini kazanması için birkaç saniye bekledim. Tıpkı beynim gibi bedenim de uyumak ve biraz olsun sessizliğin tadına varmak için can atıyordu. Uyuduğumda gözlerimin önünde açılacak olan perdenin seyrine dalarak daha doğru kararlar verebiliyordum. Tüm yaşadıklarımı objektif bir şekilde değerlendirmeye ve akıl sağlığımı korumak için dinlenmeye ihtiyacım vardı.
Ne vardı ki o içeride ne halde olduğunu bilmediğim bir şekilde oturuyorken ben gidip düşüncelerimle boğuşamazdım. Her ne yaşamış olursa olsun hiçbir insan yaşadıklarıyla yalnız başına başa çıkmak zorunda kalmamalıydı.
Bugüne kadar kimsenin onun yanında teselli amaçlı bulunmadığını düşünüyordum. Zaten gidip onu geçmişi için teselli edecek de değildim. Yalnızca benim çoğu zaman ihtiyaç duyduğum gibi yanında birinin olduğunu hissetmesini istiyordum. Yanında olduğumu bilmesini istiyordum.
Küçük adımlarla parkeyi aşarken kararımdan caymamak için düşünmeyi kesmem gerekmişti. Odaya girmeye çalıştığım son zamanda büyük bir tartışma yaşamıştık ve ben bunun tekrarlanmasından korkuyordum. Kendimi sakinleştirmek adına derin üç nefes aldığımda beni odadan sürüyerek çıkarana kadar ona destek olacağıma dair söz verdim.
Kapıyı iki kez tıklattıktan sonra birkaç saniye bekleyerek içeri girdim. Girer girmez burnuma dolan o hoş, erkeksi kokunun tanıdıklığıyla dudaklarım tebessüm etmek için gerilse de kendimi engelledim ve ifadesizliğimi bozmadım.
Karanlığın esareti altına düşmüş dört duvar onun ruh halini yansıtıyordu. Yatağının ucuna oturmuş, genişçe açtığı bacakları arasına eğilerek zemine bakıyordu. Dizlerine dayadığı dirseklerinin gölgesi araladığım kapıdan sızan ışıkla beraber zemine düşmüştü.
Oldukça karamsar göründüğünü inkâr edemezdim. Sanırım bu onu gördüğüm en kötü ruh haliydi. Daha önce umursamazlığı ve kendini beğenmişliği tüm duygularının önünü kapatmış, asıl kederini gizlemişti. Bir kez daha onun benden farksız olduğunu anladım. İkimizde bir şeylerin ardına saklanıyorduk. Benim onun yanında sınırlarımdan taviz vermem gibi o da sonunda benim için kapısını aralamıştı. Hiç değilse beni hayatından uzaklaştırmadığı için memnundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK
Teen Fiction"Şşt," dediğini duydum birinin. Sanki sesi kilometrelerce öteden zihnime fısıldanmış gibiydi. Sakinleştirici bir ninniyi anımsatan tınısı hiç de yabancı gelmiyordu. "Benim, Lara gözlerini aç! Benim.Sakinleş." Omuzlarımdan sarsıldığımı hissediyordum...