Hastanenin o kasvetli havasından temiz havaya doğru adım atarken şaşkınlıktan irileşmiş gözlerim bir türlü eski haline dönememişti. Koluma girmiş, yanımda yürüyen bu adam nasıl olmuştu da böyle düşünceli bir insana dönüşmüştü?
Kısılı gözlerim arasından inatla Arslan’ı süzmeye devam ederken o, halinden memnun istifini bozmadan yürüyordu. Caddeye çıktığımızda siyah bir audi’nin bizi beklediğini gördüm. Ve aklıma Tamer’in söyledikleri geldi. Paralar, altınlar, her şey… Gözümün önüne gelen hırsız bir Arslan’la afallarken kafamı düşünceleri dağıtmak istercesine sağa sola salladım. Arslan kolumdan çekiştirerek beni arabanın arka koltuğuna oturttuğunda terlemiş ensemi ovuşturdum. Birkaç saniye sonra o da audinin rahat koltuklarına, yanıma oturmuştu.
Bir anda hatırladığım anıyla gözlerim arabayı taramaya başladı. Bu araba barlar sokağında çıkmazlardan birinde sıkıştığımız gece bizi kurtaran arabaydı. Ve Arslan’ın beni ne halin varsa gör, diyerek attığı araba. Hatırladıklarımla gözlerim imalı bir şekilde Arslan’ı bulduğunda ifadesiz bir şekilde camdan dışarıyı seyrettiğini gördüm. Normal bir hızla yol boyunca ilerlerken hiç kımıldamadan ardımızda bıraktığımız nesneleri izlemişti. Kaşlarım çatılırken daha fazla onu seyretmemeye karar vererek kendi camıma döndüm. Kafamı karıştırıyordu ve ona baktıkça önüme bir bir atılan soru işaretleriyle sudan çıkmış balığa dönüyordum. Onun hakkında bilmediklerim beni korkutsa da aramızda oluşan çekimin farkındaydım. Tıpkı kış statiği gibi onu gördüğümde ellerimin uyuşması, bu çekimin en azından bende var olduğunun kanıtıydı.
Beni o cam kafesten nasıl kurtardığını hatırlamaya çalıştıkça zihnime inen siyah perdeyle duraksıyordum. Kendimden geçmiş olmalıydım ki en ufak bir detay anımsayamıyordum. Onun yüz ifadesini merak ediyordum aslında. Endişelenmiş miydi? Gerçi ona göre; bir vezir olarak kullandığı, fakat aslında bir piyondan başka bir şey olmayan ben, endişelenilecek bir kimse olmamalıydım.
Tanıdık caddeye girdiğimizde dalgın bakışlarımı toparlamak için ellerimle gözlerimi ve yüzümü ovuşturdum. Üzerimde tonlarca ağırlıkta bir kamyon geçmiş gibi hissediyordum. Buna bir de zihnimdeki o külçelerce düşünce de eklenince enkazdan pek de bir farkım kalmamıştı. Büyük ihtimalle altı kızarmış gözlerim ve rengi atmış simamla dış görünüşüm içimi ele veriyordu. Umursamadım ve arabanın durmasıyla kapıyı açıp arabadan indim.
Arslan da arabanın etrafından dolaşıp yanıma gelince siyah audi ardında az bir egzoz dumanı bırakarak gözden kayboldu.
Birkaç adımdan sonra kapının önüne geldiğimizde uyuşuk hareketlerle anahtarı cebinden çıkardı ve kapıyı açtı. Bugün kesinlikle ters tarafından kalkmış olmalıydı. Gerçi görüntüsü uyumadığını gösteriyordu. Onu böyle görmeye alışık olduğum için yadırgamasam da onun için endişelenmiştim.
“Aç mısın?” dedim o kendini üçlü koltuğa boylu boyunca atarken. Yandan sarkan sol kolunu toplamadan öylece tavana bakarak yatmaya devam ederken sorumu umursamamıştı.
“Sana aç mısın diye sordum Arslan.” Diye yineledim. Israrcılığım üzerine derince iç çekip yaylanarak koltuktan kalktı.
“Ben hazırlarım git yat.” Dedi dizlerini silkeleyip mutfağa yol alırken. Gerçekten tuhaf davranıyordu. Genelde umursamaz biri olmasına karşın alaycı ve rahat görünürdü, oysa şimdi umursamaz gibi görünmeye çalışan sıkıntılı bir hali vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK
Teen Fiction"Şşt," dediğini duydum birinin. Sanki sesi kilometrelerce öteden zihnime fısıldanmış gibiydi. Sakinleştirici bir ninniyi anımsatan tınısı hiç de yabancı gelmiyordu. "Benim, Lara gözlerini aç! Benim.Sakinleş." Omuzlarımdan sarsıldığımı hissediyordum...