tartışma

105 5 2
                                    

gif Bade :))..

Ben verince kabul etmeyeceğini düşünerek hemşireye Polen'in telefonunu verdim. Berk de hala yanımdaydı. Hemşirenin kulağına eğilip 'Size de o kadar aksi mi davranıyor, yoksa sadece bize mi bu tavrı?' diye fısıldadım. Hemşire gözlerimin içine bakıp 'Doğruyu mu soyliyim?' dediğinde hiç öyle bi soru beklemiyordum 'Tabii' üzgünce 'Bize çok iyi davranıyor, başlarda bize de düşmanı gibi davranıyordu ama sizin hakkınızda hiç konuşmadık.' Peki bizim için bir şey yapabilir misiniz?' diye ümitsizce sordum. 'Tabikii' Bu cevabı alacağımı tahmin ediyordum... Çaresizce 'Bizim hakkımızda ona bir şeyler söyler misiniz? Vereceği cevapları, niye böyle davrandığını gerçekten çok merak ediyorum...' Hemşire içeri girerken bana merak etmeyin anlamında göz işareti çaktı. 'Merak etme her şey düzelecek çirkin böcek.' Berk o kadar zamandan sonra o kadar sevimli gelmişti ki gözüme 'Gel buraya turuncu!' dedim ve kocaman açtım kollarımı. Ona sarılmak bile o kadar huzur veriyordu ki... Duyduğum ayak sesleri bize doğru yaklaşıyordu. Berk'i bırakıp arkamı döndüğümde Mert'in yumruklarını sıkmış bir şekilde yanıma geldiğini gördüm.

Bana yaklaşıp 'Biraz benle kenara gelir misin?' diye sinirli bir şekilde bağırdı. Berk'in üzülmesini, onun yüzünden bir sorun olduğunu düşünmesini istemiyordum. Ben de kaşlarımı çatıp 'Ne söyleyeceksen burda söyleyebilirsin, artık Berk de bizim yakınımız.' dedim. Bu dediğim şeye daha da sinirlenmiş gibi görünüyordu. Yumruklarını sıkıp 'Öyle olsun, ne haliniz varsa görün ben gidiyorum.' dediğinde kendimde peşimden koşacak gücü bulamadım. Artık peşinden koşmak istemiyordum. 4 yılın verdiği yorgunlukla ona duyduğum aşkın azaldığını hissediyordum. Yaptığı tek şey kavga ettikten, beni üzdükten sonra özür dilemekti. Gücüm kalmadı. İç çekip 'Hadi artık senin biraz dinlenmen lazım çok yoruldun ben biraz dışarı çıkacağım, yarın ilk işim seni ziyarete gelmek söz, artık benden kurtuluş yok. Zaten ailen de yurdışında hastaneden çıkınca bizim evimize yerleşeceksin, iki katlı ev bize biraz büyük geliyor zaten hem başımızda da bir erkek olmuş olur' diyerek Berk'e kocaman sevimli bir kahkaha attım. 'Ne konuştun be çirkin, başımı ağrıttın hadi git artık.' Hiç değişmemişti, zaten en çok hoşuma giden şey de buydu. Ne olursa olsun dalgaya vurabiliyordu...

Evimiz sahile yakın olduğu için sahil kenarından yürüyerek gitmeye karar verdim. Düğüm olan kulaklığımı çöziyim derken hiç önüme bile bakmadan yürüyordum. Bir anda havuç üstüme atladı ben de ne olduğunu anlayamadan kulaklığımı denize düşürdüm. O kadar korkmuştum ki attığım çığlıktan sonra havuç bile benden biraz uzaklaşmıştı. 'Olamaz!' diye bağırıp düşen kulaklığıma bakıyordum. Ufak sandalın hemen yanına düşmüştü. O, yani adını hala öğrenemediğim yakışıklı çocuk geldi, havuca bağırıyordu. Ben de 'Önemli değil, bağırma havuca yaa.' diye genel kız tepkisi yaptım. Hiç beklemediğim şekilde tekneye atlayıp kulaklığıma uzandı, 'Hala çalışıyordur merak etme.' diye dudağının kenarıyla sırıttı. Duymayacağı bir şekilde 'Niye bu kadar yakışıklı olmak zorundasın ki?' fısıldadım. 'Adını hala bilmiyorum bilmem farkettin mi?' artık söylememin vakti gelmişti.. 'Sevgilim nereye kayboldun hemen? Daha yürüyüş yapacaktık..' sesin geldiği yere dönerken buraya gelmemesi için dua ediyordum. Maalesef tahmin ettiğim şey doğruyu. Havuç kıza ters ters bakıp yanına bilegitmeden önden yürümeye başladı. Çocuk bana son bir bakış atıp uzaklaştı. Hayal kırıklığına uğradım. Ne bekliyordun ki Bade! Dün seni evine alan çocuk senin mi oldu sandın. Ahmaklık! Bu düşüncelerim ahmaklıktı. Saçlarımın arasına bir küçük yağmur damlası düştü. En sevdiğim şey yağmur yağmasıydı. Kulaklıklarımı takıp son ses The Beatles şarkısı açıp denizin sahile vuran dalgalarını izliyordum. Bu arada kulaklığımın bozulmadığını farkettim fakat biraz tuzluydu. Zaten kulaklıklar çabuk bozulmazdı, bir kere Polen'in kulaklığını makıneye atmıştım da çıkarınca verdiği tepkiyi ve çalıştığını görünce verdiği tepki gözlerimin önünden gitmiyordu. Suratımda kocaman bir tebessüm oldu. Ne olursa olsun beni güldüren şey yine ve her zaman olduğu gibi Polen'le anılarımızdı...

Ben o kocaman gülümsememle kafamı yana çevirdiğimde küçücük bir köpek koşa koşa yanıma geldi. Köpeğin kulakları yere deyecekti adeta. Tam hayalimdeki cockerlara benziyordu. Kafasını sevdiğimde ıslanmış tüyleri yumuşacıktı. 'Allahım! sen nesin böyle ya' diye ufak cıyaklamayla karışık bağırdım. Tasması yoktu, etrafa bakındığında sahibini de göremedim. İçimden 'LÜTFEN SAHİBİ OLMASIN, ALIP GÖTÜREYİM, BENİM KÖPEĞİM OLSUN, NOLUURRR!' diye küçük bir kız gibi haykırıyordum. Yavru olduğu için daha da minik olan burnu ıslak ıslaktı, köpeğe kolumu attım, ıslanmasın diye çantamdaki kıyafetlerden birini üstüne attım, kollarını da köpeğin göbeğinde bağladım. Yaklaşık yarım saat oyle oturdum, sırılsıklam olduğum zaman köpeğin sahibi olmadığını umarak böylece sokakda bırakamayacağımı düşünerek (ki öyle bir ihtimal olsa bile bırakmazdım) minik yavru böceği kucağıma alıp evimin yolunu tuttum. Adını ne koyacağımı biliyordum. Çocuğun köpeğinden esinleniştim. Adı 'Limon' olacaktı. Hatta onu havuçla da tanıştıracaktım.. Ben aklıma koyduğumu yapan bir kızdım, Polen kadar inatçı olmasam da aklımda şuan o çocuk vardı... Ve elde edecektim. 

 

(yorum yaparsanız, eleştirirseniz, çok mutlu olurum ve zevkle okurum. Dediklerinizi dikkate alırım, iyi okumalaaarrr :)))

HafızaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin