"Buyurun, lütfen." dedi irice bir beyefendi, iki adama yerlerini gösterirken.
Karşılıklı oturuyorlardı kırmızı, yarım bir örtüyle dekore edilmiş masada.
Genç olan, sadece su alacaklarını garsona söylemelerinin hemen ardından konuştu. "Neden ö-öyle yaptınız?" Adam, tek kaşını kaldırarak bilmezliğe verdi genç çocuğu.
"Oradan bakınca iki kişi gibi mi duruyorum?" diye sordu.
Çocuk adamın gözlerine bakıp kafasını iki yana sallayarak, "Y-yaptın?" diye düzeltti kendini, sesi titreyerek.
"Nasıl yapmışım?" sordu adam, cevabını bildiği soruyu...
"Suyunuz geldi, efendim." diye araya girdi garson, su dolu şişeyi masaya koyarken. "Başka bir şey istemediğinize emin misiniz?"
"Hayır." diye yanıtladı adam. "Aslında, sanırım menünüze bakmayı isterim." Çocuğun parktan yana açacağı konuyu unutturmaya çalışmaktı niyeti.
Öyle de oldu.
"O halde ben bir ..."
~
Gün, onlara istediklerini vermekte isteksizdi
tıpkı, pırıltının kendini göstermemeye olan ısrarı gibi...~
Yemeklerini yerlerken, hiç ses gelmiyordu ikisinden de.
Fakat genç olan bu sessizliği korumamaya yeminli gibiydi.
"Doktor, sana ismini sormayacağım. Çünkü biliyorum ki bu yetersiz kalacak. Şimdi, Doktor, söyle bana; o parkta ne gördün?"
Adam, hastasının değişen tavırları karşısında şaşkınlığa uğradı. Başını kaldırıp çocuğa bakarken, elindeki çatal yere düştü.
"Aman Tanrım..." Gözleri yuvalarından çıkarmışçasına açılırken, konuşmasını sürdürdü. "Sen bir dahisin!" Çocuğun sert bakışları karşısında etkilenmeye devam ediyordu adam. "Bunu tahmin etmem gerekirdi. Bunu tahmin etmem gerekirdi! Peki, söylesene, neden numara yaptın? Neden bana kendini bir akıl hastası gibi tanıttın?" Hızlı hızlı konuşmaya öyle kaptırmıştı ki kendini, çocuğun dediklerini duymadı bile. "Anlıyorum, sen-"
"Buradan-" Acizce cümlesini tamamlayabilmeyi diledi genç çocuk.
"Sen beni kan-"
"Buradan hemen çıkmalıyız!" bağırdı genç adam, pek sık yapmazdı ya bunu, belki ilk keziydi onun, bilmiyordu. Sahi, önemi de yoktu ki.
Doktorunu oturduğu yerden kaldırıp çıkışa doğru koşmaya başladı.
Birlikte, koşmaya başladılar.
Sebebsizlik sezdi adam yüreğinde.
Hayır, bu sebepsizlik değildi.
Belki, suçluluk..?
Bırakmıştı gerisinde, terk ettiği neyse, adımlarını sıklaştırarak.
Göz ucuyla baktı arkasına son kez, kaldırdığı paltosunun yakasını siper edinerek.Bilinmezliğe koştu bir süre.
Şu öteki... genç olanla?
Gariptir ki hissetmedi hiçbir şeyi, oysaki her şeyini geride bırakırken."Ne, biliyor musun?" dedi adam, gencin onu getirdiği parkın güzel çimlerine otururken. "Bana bir açıklama borçlusun." Robinson Parkı'nın.
Ki gece, küçük konuklarına gülümsedi.
"Bak, her şeyin ne denli alakasız başladığının farkındayım." Adamın yanına oturarak konuşmasına devam etti genç çocuk. "Ama seni tanımam gerektiğini bana o söyledi."
"Kim?" Yüzüne baktı eski hastasının. "Bu işin başındaki kişi kim?"
"Bunu öğrenmek için buradayım." Tepkisizce bakmaya devam etti Dallan.
Sahi, kimdi bu Dallan?
Açıklanamayacak sorular sordururdu insana.
Cevaplayamayacağın türden, tuhaf sorular...
Bilmiyorlardı ki insanlar, Dallan'ın adını.
Göremiyorlardı ki onun ruhunu.
Tanımıyorlardı onu.
Aslına bakılırsa, bu küçük kasabanın yalnız çocuğunu tanıyan biri vardı.
Lamel derlerdi ona.
Lamel... Lamel...
Lamel!
Her yerden çıkan, o tuhaf kadın..."Ne demek istiyorsun?" diye sordu adam. "Demek istediğin, benim bunu bildiğim mi?" Güldü. "Günlerin, aklımı kaçırıp gitmelerinin üzerinden uzun süre geçtiğini düşünürdüm. Oysaki, sana da uğramışlar. Fazla uzakta değillerdir o halde, ha?"
"Yani, o şeyleri ben de görüyorum, demenin başka bir yolu mu bu?" diye sordu Dallan.
"Ah, evlat, seni sevdim."
Bu bölüm sanki biraz değiştirdi gibi her şeyi..?