Tıpkı simsiyah duvarları gibi büyükçe bir taşı aldı eline. Sol elinde tuttuğu keskin bıçakla kazımaya başladı hayatî heceleri. Tıpkı bir çocuk gibi sordu:
'Müzikten bahsetti. Müzik nedir?'
Karşındakinin sesinin zihnine dolabilmesi için, bunu yapması gerekiyordu. Bir süre bile beklemedi gelen yanıt için. Sanki hep orada, onun için duruyordu, uzakta.
'Müzik, Wheaton... Kazıdığını sandığın onca harfin aslında şu "müzik" denen kutsallıkla ruhuma işlendiğini biliyor musun? O olmadan, iletişim kuramayız.
Anlıyor musun?'Wheaton anlıyordu. Hem de nasıl!..
'Onunla iletişim kuruyor demek mi istiyorsun, Lamel?'
Yetiştirdiği çocuğun anlayışına gülümsedi bir süre.
'Müziğin kimliğini bulabilir misin?'
'Sanırım bunu biliyorum.'
'Öyleyse, nedir?'
'Lalena.'
Bedensiz ruh bir süre öylece durdu. Lalena...
Bildiği, hissettiği...
Uzun zamandır işitemediği.'Beni çağırıyor.'
Giden sesin ardından öylece durdu. Bekledi belki de geri gelir umuduyla. Uzun süredir göremediği dostunu... Dost..?
Hayır. Kardeşini.Biliyorum ki hiçbir şey net gözükmüyor; fakat ben, olanlara çok yakın olmama karşın kilometrelerce öteden izleyen ben, buna bir açıklık kazandırmayı isterim.
Wheaton Christopher Dallan, henüz küçük bir çocukken bile yalnızdı. Kimse bakmazdı yüzüne ya, sokakların yetiştirdiği bir çocuktu yalnızca. Fakat ileride, onu bekleyen bir ablası vardı.
Lamel.Ve sizlerin de tahmin edebileceğiniz üzere Lamel, küçük kardeşini terk eden bir ablaydı. Fakat Wheaton'un bundan habersiz yüzüne 'ben seni koruyan bir yabancıyım' demek, pek de zor sayılmazdı.
Öyle de yaptı. Her gün, yanına gidip onunla oyunlar oynadı. Ona yemek getirdi, ona giyecekler aldı.
İçini rahat tutmak için. Oralarda bir yerlerde psikolojik destek aldığını söyleyemezdi. Kendisinin deli olduğunu, ablasının bir deli olduğunu düşünmesini istemiyordu.
Bu yüzden kaçmıştı yanından. Onun sokağa düşeceğini bilmeden, ailelerinin öleceğini bilmeden gitmişti uzaklara.
Çünkü kendisinin normal olmadığını biliyordu. Biliyordu onunlayken bir anda bambaşka yerlerde bittiğini. Öyle ya, birçok kez sormuştu küçük çocuk 'Kimsin sen?' sorusunu.Bir gece, ona ücret istemeden kendisini tedavi edeceğini söyleyen bir doktora güvenip, kaçmıştı evinden. Uzun yıllar Bay Green'in iyi yürekliliğine sığınmış, tedavi olmaya çalışmıştı.
Fakat tarihler 20 Ocak 1989'u gösterdiğinde, bazı şeyler değişmişti.Artık yirmi yaşında olan Lamel, yalnızlığıyla birlikte kaçmıştı hastanesinden. İkinci benliğini istemiyordu. Hastane, ona diğerini hatırlatıyordu.
Yalnız olmak zorundaydı.Yağan karın eşliğinde, atkısını düzelterek yürüyordu bu genç kadın onu ilk gördüğünde. Henüz Fransa'dan yeni dönmüş olan, Bay Green'in tek çocuğu, oğlu Green'i gördüğünde...
Kendisi gibi yirmili yaşlarının başındaydı genç Green. Lamel'ın güzelliği onu büyülemişti.
Yoksa, Loura'nın mı demeli..?İkinci benlik geri gelirken, Lamel, alıştığı yokluğa çekildi. Henüz bir ismi bile olmayan öteki geldi.
Sordu genç adam yüzüne dökülen kar tanelerinin eşliğinde:
"Sen de kimsin?"
Siyah saç tutamları ilk kez laciverte bürünürken, uzaklaşmıştı kadın oradan.Böyle tanışmışlardı işte. Loura, ve şu öteki.. Aldwin.
Lamel; ikinci ruhun bir başkasıyla, doktorunun oğluyla tanıştığını, hatta dost olduğunu bile bilmezken, küçük kardeşinin yanına gitmeye karar vermişti. O Wheaton'la tanışıp yüreğini kazanırken, Aldwin ve diğer ruhun dostluğu gün geçtikçe güçleniyordu. Sizlere, benim için çok değerli olan onların dostluğunun nasıl başladığını açıklamayı isterim.Öteki ruhun geldiğini yüzündeki ifadeden anlayan Aldwin, şaşkın bir şekilde etrafını izleyen Lamel'ın bedenine doğru yürümüştü bir gece yarısı.
"Ne yapıyorsun bakalım?" diye sordu genç kadına.
Kadın yüzünü kaldırıp ona baktığında, içi buz kesildi adamın. Belli etmedi ya, üşüttüğünü düşündü. "Bu saatte burada olmaman gerekir, bunu biliyorsun, değil mi?" diye sordu anlayışlı bir tavırla. Kadın başını iki yana oynatarak onayladı genç adamı.Bir süre baktı yüzüne. Sonra sormasında bir sakınca olmadığını düşünerek sordu aklını kurcalayan soruyu.
Fransa'da psikiyatri okumuştu. Bunu elbette ki merak edecekti."Sen o değilsin, değil mi?"
Korktuğu her halinden belli olan kadının bakışlarını takip etti. "Ne zaman var olduğumu bilmiyorum."
dedi genç kadın sesi titreyerek. "İçinde bulunduğum beden, bana ait değil.""Hiçbirimiz ne zaman var olduğumuzu bilmeyiz, La-"
"Mariossa." diye tamamladı onu genç kadın. "Bana Lamel demeyin. Tek bildiğim, kendime ait olduğunu hissettiğim tek şey bu: Loura Mariossa."
"Tamam, Mariossa; hiçkimse yaratıldığı günü hatırlamaz. Senin diğerlerinden farkın ne, biliyor musun?" Kadının onu ilgiyle dinlediğini görünce sevindi. "Bedeninle aynı anda doğmamış olman." Fakat bu sözler onun kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.
"Bu nasıl mümkün olabiliyor..?"
"İşte bunun için, sırf bu esrarlı soru için ömrümü adadım, Mariossa, ve seni temin ederim ki kendini iyi hissedebilmen için elimden geleni yapacağım."
Gerisini biliyorsunuz ya zaten. Biliyorsunuz, değil mi..?
Lamel artık küçük olmayan kardeşiyle, kendisinin bir dosttan ibaret olduğunu düşünen kardeşiyle dost olurken; Loura ve Aldwin, bir yuva kurarlar.
Bunun sonuçları Lamel için ağır olmuştur; zira Loura'nın erkek çocuğu, ben, doğduğum an; Lamel, bedeninin içine hapsolur.
Artık Loura'nın işlettiği bedeninin içine, eski kendisinin, yeni Loura'nın zihnine...Hayır, hayır, düşündüğünüz gibi Lamel bir bipolar hastası değildi. Sahi, düşünsenize, hangi doktor bir ruh hastasına ücretsiz tedavi vaad eder..?
Peki ya, sonucu başarısız olur mu? Ölümüyle sonuçlansa bile...
