☀
Bir delil bulmuştum...
Aylar sonra onun işlediği cinayette, elle tutulur bir delil bulmuştum. Saç telini özenle havaya kaldırırken, loş ışık altında bir süreliğine parlamasını izledim. Kendisi katilimize ait olduğunu düşündüğüm bir saç teliydi. Bulduğum küçük delili hava geçirmeyen poşetin içine sıkıştırdıktan sonra bulunduğum cinayet mahallinden ayrıldım.
Eskici Barın dışına çıktığımda, iki iri yarı polis memurunun kapıda dikildiğini fark ettim. Kendi aralarında konuşuyorlar ve delil bulup bulmadıklarını birbirlerine soruyorlardı.
Ciğerlerime çektiğim nefesin ardından kendime geldim.
Bir katille aynı havayı solumak, havada bulunan oksijende onunda kokusunun olduğunu bilmek, yaşadığımız evreni ilginçleştiren basit bir kuramdı. Aslında hepimiz bir katilin nefesi ensemizde hayatımızı idam ettiriyorduk. Hangi hamlenin, ne zaman ve nereden gelebileceğini kestiremiyorduk ve tam da yanımızdan geçip giden adamın gözlerinden geçen buğulu ifadesinden, katil olup olmadığını anlayamıyorduk.
"Yüzlerce katil tanıyorum, hepsi normal insanlar gibi kaldırımların üzerinde yürüyor ve yanımızdan geçip gidiyorlar. Onların kimliğini açık etmek isterdim fakat Tanrı bu gücü bana bahşetmedi."
General Çevik'in bir toplantı esnasında söylediği bu cümle, zihnimin en derinlerde gürültüyle yankılandı. Haklıydı, katil belki de çok yakınlarımdaydı fakat ben onu görememiştim.
Soğuk hava ısrarla suratımı tırmalamaya devam ediyordu. Aynı bir katilin bıçağının sol yüzü kadar soğuk olan bu havaya tezatlık yaratan, sıcak nefesimdi. Ve yine etrafa doluşan kahkahalara tezatlık yaratan, kurbanların ölmeden önce döktükleri son gözyaşı, verdikleri son nefesleriydi.
Kurbanların çığlıklarıyla örselenmiş kaldırım taşları üzerinde hızlıca yürüyorken, omzuma dokunan bir el beni duraksattı. Gafil avlanıp yerimde sıçrarken, duyduğum ses beni rahatlatmıştı. Bu ses, tanıdık bir sesti.
Ajan olduğum ve eğitildiğim zamanlarımdan kalma reflekslerim vardı. Zihinlerimize ve bedenlerimize kaydedilen parmak izleri ve ses frekansları vardı. Yabancı bir el bize dokunduğunda ve yabancı bir frekans kulaklarımıza dolduğunda, içimizde küçük tehlike çanları çalmaya başlardı. Hayatı hep koşarak yaşamak her ne kadar zor olsada Tanrı hepimize bir seçme hakkı vermişti.
Ve ben, bu hayatı seçmiştim.
''Ayça Hanım? Merak ediyorum da şu meraklı serüveniniz için epey vakit harcamış olmalısınız. Herhangi bir bulguya, delile ya da elle tutulur bir ipucuna rastladınız mı?''
Kahretsin, bu ses ona aitti. Üzerinde siyah paltosu bulunan ve yakasında asılı duran rozetiyle, bana soğuk bir ifade sunan sesin sahibini tanıyordum. Arslan Doğru.
Ağır çekim hareketlerle arkamı dönmüş ve yüzümü, hatta bedenimi tümden ona çevirmiştim. İki elimi ceketimin cebine sıkıştırırken, suratımdaki mimiklerin oynamamasına özenlice dikkat ettim. ''Hayır.'' dedim en az üzerinde kan lekeleri bulunan ve daha demin işlenen cinayette bir numaralı silah olan; metal bıçak kadar korkusuzca...
''Herhangi bir delil veya ipucuna rastlamadım. Tanrı yine tarafımda olmamış olacak ki şansım pek yaver gitmedi. İzninizle, dosyalarımla ilgilenmem gerekiyor, geri döneceğim. Hoşça kalın.''
Bir hışımla arkamı dönmüş ve arabaya doğru seri adımlarla ilerliyordum. Arkamdaki bakışlarını, sırtıma saplanan bir ok misali hissedebiliyordum. Beni, gözlerimden anlamaya çalışıyordu. Onlara bir saç teli bulduğumu ve kime ait olduğunu tahmin ettiğimi söylemeyecektim. Bu dosya bana aitti, eğer onlarla bulduğum herhangi bir ipucunu dahi paylaşırsam, bu dosya benden alınabilirdi ve buna göz yummayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar Süsü.
General FictionTanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri saklayamayanlar ve saklayamadıkları için gözleri o renk olanlar... Zehir yeşili olanlar!